10 Mart 2013 Pazar

Bisikletim



Bisiklet hakkında heyecanlanıp oraya buraya bu heyecanımı yazıp çocukluğum ve bisiklet anılarımı coşkuyla yazışımı hatırlıyorum ve onları bilinçsizce ama neşeyle çoşkuyla yazışımın hemen ertesi günü; nedense bugün okuduğum şeylerle zihnim bir kez daha allak bullak oldu ve yine sorgulamadığım sorgulamadan aldığım şeylerin bedelini düşünme sırası mı gelmişti.

 Düşününce reddedebilecekmiydim nefsim o kadar bilinçli ve yerinde miydi? Şuan bile yapabilir miyim emin olamıyorum ama şunu biliyorum ki okurken her satırı içime oturdu nedense… çünkü küçücük tanımda bile belki bilinçsizce sevinçle yazmıştım ama deli gibi binip canım çıkana kadar bindiğim ve bilinçsizce bundan zevk aldığım o anların hissiyle yazmıştım.

Şimdi ne var ne alaka diyeceksiniz birkaçınız yada hepiniz ben bile bazen egrçek hayata çevremde dönüp durduğum yaşamaya çalıştığım hayata alışınca boşver yahu ne suçun vardı sanki ne yanlış yaptın gayet masumaneydi… farkında olsan ne yapabilirdin desemde gel gör ki bu durum içimdeki acıyı nedense susturmuyor… belki saçma ama öyle… başka hiç mi acıyacak bişiyin ağrıyacak üzülecek bişey yok demeyin ufak gibi görülsede saçma gibi görülsede temel sorunlar aslında bu tür çelişkilerden bunların brleşmesinden ve altında yatan yanlışlardan ileri geliyor.

Neyse öncelikle ismet özel bakın ne demiş bisiklete;

‘’’ Türkiyenin teknikle tanışması her ne kadar Osmanlı devletinin batılılaşma politikasıyla bağlantılı olarak hız kazanmışsa da teknik araçların ülke içinde yaygınlaşması günlük hayatını batılıya göre düzenlemek isteyen züppe ruhlu insanların sürükleyici gücü sayesinde mümkün olmuştur. Bu insanlar toplumda örnek alınacak yerlere de sahip olduklarından misyonlarını yerine getirmekte zorluk çekmemişlerdir.

Bütün zorluk günlük hayatını Frenkleştirmek istemeyen bazı dindarın tepkilerinekarşı koymaktan ibaret kalmıştır. Bu zorluğu altederkende bir hile yapılmış , dindarların toplumun gelişip ilerlemesine muhalif oldukları düşüncesi  yaygınlaştırılmıştır.

 Oysa dindarlar batıdan gelen teknik ürünlerin çevresinde bir günah halesi taşıyor olmalarına dikkati çekmişler her şeyden önce. Avrupa mallarinin yerli sanayi  çökerttiği bir dönemde  dindarların temel meselelere eğilmeyip son derece yüzeyde bazı itirazlarla  oyalanması yadırganabilir. Ama bilinmeli ki  batı bizim içimize, içimizdeki ajanları vasıtasıyla zaten son derece fantezi bir tarzda  girmiştir. 

Dindarların bu duruma karşı çıkarken yalnızca ‘’ hayır ‘’ demeleri hayır demekten başka bir yolun mevcut olmayışındandır.

Düşünün bisiklete binmeye başlamış insanlar. Hangi yüksek teknolojinin ürünü bu bisiklet? Topluma katkısı ne? Bugün içinde bulunduğumuz teknik çerçeve  bisikletten söz etmeyi anlamsız kılacak kadar değişti. Ama o günlerde Tevfik Fikret bisiklet diye bir şiir bile yazmış. Şöyle;

Uçar uçar gibi kumlar, çemenler üstünde,
 Geçen şu taze kadın bir numune-i hevesat (bir hevesli örneği)
 Ayaklarında kanatlarla sanki aşk-u hayat
 Uçar, uçar gibi kumlar çemenler üstünde.
Meşam-ı ruha entel lezzetinde neşrediyor
Ten-i rakikı baharın esir-i nüknetini;
Şitabı, titreterek aine-i taravetini;
Pırıl pırıl uçuyor, muttasıl uçup gidiyor.

Uçup uçup gidiyor; sonra pürgurur u garam
Zemine resm ile bir nazlı hatt-ı istifhamı
Güzel değil mi şu halim, bakın! Diyor… parlak,

Güzel, evet reyişler, güzel bu cazibeler,
Güzel fakat bu tehalük nedir, değilse eğer
Hayatı birkaç adım fazla koşturup yormak?

Bu şiirden kalkarak bazı olayları açıklamanın ne derece yerinde olacağını bilemem ama, anladığımız kadarıyla bu firenk hayranı insanlar avrupa’dan  aldıklarını da kendileri bakımından  anlamlı kılamamışlar, belli bir yere oturtamamışlar.

 Fikret, bir kadının bisiklete binip cilve yapmasını pek hoş buluyor ama iş mekanik hıza gelince duralıyor. ‘’ hayatı birkaç adım fazla koşturup yormak’’ tan adeta şikayet eder gibi. Demek ki bir burjuva kafası, anlayışı yok onda. Hem burjuva anlayışından mahrum olup hem de batıcı olmak bizim ülkemizde yüzyıllardan beri anlaşılmaz bir köle zihniyetinin devamına sebep olmuştur.

Batının teknik ürünlerinin kullanımına karşı  çıkan dindarlar, bu ürünlerin ortamına karşı çıkıyorlardı aslında. Bisiklete binmiş, eteklerini savura savura giden kadını gördükten sonra, bir dindar tutup şiir mi yazsın yani?  Yeni devir 19.08.1977  ‘’’


Bu noktada biraz durup, Türkiye,ye gelen ilk bisikletlerden birini gördüğü günlere ait anısını aktardığımız Refik Karay'ın bisiklet düşmanlığından da söz edelim. Karay önce şöyle der:

"Ben ömrü billahi bisiklete ayağımı basmadım. Zira kuru ardımı avuç içi kadar sert bir yaylı meşin parçasına iğreti dayayarak çala bacak, iki büklüm, dünyayı görmeden, çıngır mıngır ve şansız, şerefsiz dolaşmaktan, etrafımı görmekten ziyade kendime baktırmaktan zevk alamayacağımı anlamıştım.

Hayalimde bisikleti maymuna pek yakıştırırdım. Derdim ki: "Bunu maymunlar diyarında bir maymun icat etmeliydi!" Nihayet, bir gün aklımdan geçeni cambazhanede gördüm: Dört elbiseli maymun bisiklete binmiş, karşımda geçit resmi yaptı. Anladım ki maymun Hindistan cevizi ağacından sonra kendisine en çok yakışan yeri bulmuştur!"

Bu bisiklet düşmanı, ne zaman ki genç kızların bisikletler üzerinde çayırları, yolları kapladığını görür, birden fikir değiştiriverir! Bakın bunu nasıl anlatıyor: "Bu yaz İstanbul köylerinde, bisikletli körpe hanımların üçer beşer gezintilerine şahit oldum, fikrim değişti, hoşlanmıştım. Bisiklet , modern kız için, eski görücü iskemlesinin yerini görüyor. Yalnız yüzünü değil, asra uygun atletik kabiliyetini de ortada tetkik ediyoruz. Artık gelinimizi bisiklet üstünde seçeceğiz. Hem bunun zamana uyan sembolik bir manzarası da var: Baldırları oturduğu meşin gibi katı, ayaklarının altı, bastığı pedallar kadar sert, kösele tenli bir peri- şortlu yirminci asır meleği- saadete doğru, nikelden iki kanat açmış, uçuyor!"

Çetin altanın milliyetteki şu yazısı sonrasında…


‘’’……… 2 tekerlek üstünde pedal basarak hızlı gitme mucizesinin bisikleti için, babaannemin kuşağı “şeytan arabası” derdi. ……….‘’’

‘’’……. Babaannemin kuşağının bisiklete “şeytan arabası” dediği dönemlerde; bazı sivri dilliler, Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahibi” bürokratlarla da dalga geçmeye başlamışlardı…...

Ve artık Türkiye’nin nereye gitmekte olduğunu düşünmeyi biraz da torunlarımın kuşağına bırakmak istiyorum ama, olmuyor.

O kıskaçtan bir türlü kurtulamıyor zavallı kafacağızım... ’’’

Sanırım biraz utanç biraz acı ya da çokca sızıyla buluştum çelişkilerimle bir kez daha…. 

bilmiyorum,

sorulması gereken çok soru var!

2 yorum:

divar muş dared muş guş dared dedi ki...

Bu meseleye paralel olduğunu düşündüğüm, benzer bakış açısıyla pantolon mevzusunu da düşünmek lazım. Olayı sadece "tesettürün kural ve kaidelerine uygun biçimde giyildiğinde" ve "soğukta, rüzgarda daha rahat olması" açısından ele almak, malesef hakikatin üstünü örtmektir.

Hazreti Peygamberin (sav) “erkeklerden kadın giysisi, kadınlardan da erkek giysisi giyerek karşı cinse benzeyenlere...” şeklinde başlayan “karşı cinslere kendilerini benzetenlere lanet olsun” hadisinde bedduası malum iken… kadınlar neden pantolon giyer?

Belki uç bir noktadır, belki buna varana kadar düşünmemiz gereken başka mühim meseleler vardır -ki var- ama bir ara bunu da düşünmek lazım değil mı?

Neden pantolon? Hangi düşünceyle, hangi haklı sebeple, bu taviz niye?

Te_be_ssu_mm dedi ki...

Dikkat edilmesi gereken bir çok husus var,çok haklısınız...

Rabbim uygulamayı ve bu yolda sebat edebilmeyi nasib etsin inşallah...