Alıntılarım...

"Allah’a ulaşmak için yaradılmışlar adedince yol vardır… Canınla süpür, cananının eşiğini. Ancak o zaman gerçek âşık olursun."

- ismet özel - henry sen neden buradasın?

Sanat, imar ettikçe mamur olunan bir uğraş alanıydı. ya da tersi, sanat alanında sahici bir şey yapmak isteyen mamur olmadıkça imar edemeyeceğini çok çabuk anlar.
-titizlik ahlâkın ta kendisidir.

Turkıye için neler yapılabileceğini bilmek istiyorsak, bu saate kadar Türkiye'ye yapılanların mahiyetini açığa çıkarmak zorundayız. Henry! neden burada olduğunu bilmek zorundasın!

berrak düşüncelere varmak istiyorsak ortamın kafamızı için bulandırdığını bilmek zorundayız.
bizi büyük yalana inandıan şey bizim ufuksuzluğumuz ve/veya hasmımızın ufkunu kendi ufkumuz sanmamızdır.

Rasim özdenören - Kent ilişkisi

Duy Ruhum, bir köprüden geçiyorsun!

Belkide yeni keşiflerimi bu bilinmeyenlerin içinden bulup çıkaracağım; belki bu kentin kendisini bile!

Bu tecrübeler arasında Türk mimarisi de kendisine bir üslub yaratmağa çalışıyordu. (beş şehir- ankara)
Hiç kimse bu görünen manzaradan Ankara'nın bir kesitini gördüğünü bilmez. Ancak ve ancak, bu kadar kişiliksiz bir kentin Ankara olduğu tahmin edilir.

''Nietzsche'nin dediği gibi insanın, önünde yayılan hayvan sürüsüne bakmasına yeterlidir: onlar ne dünü bilir ne bugünü; sadece bir o yana sıçrarlar, bir bu yana ve unutur o, unuttuğunu bile bilmeden ve hatırlamadan unutur.

İyi de, İnsan denen yaratığın hayvandan bir farkı olmalı değil mi?''

''modern hayat'' hiç bilmediğin bir kentte, dünyanın en büyük kentinde bile olsanız, hiç kimseyle hiçbir sey konuşmadan, size asla kimseyle konuşma ihtiyacını hissettirmeden, gündelik işinizi kendi kendinize yapmanızı sağlıyor. Yeter ki, sizin yerinize konuşmanın işlevini yerine getirecek parasal tedarikinizi hazırlamış olun.

Ama bu sükutun, gene de sahte bir sükût olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Ağzımızdan tek bir kelime bile çıkmamış olsa, bir hitap, bildiri ve konuşma bombardımanına maruz bırakıldığımız durmadan kendi kendimize konuşup durduğumuzdan belli oluyor. Konuşmuyoruz, susuyoruz; doğru, ama marazî bir suskunluk bu: sükût sohbetlerinin içimizi açan, kalp gözümüzü uyanık tutan suskunluğu olmadığını fark ediyoruz bunun.

Susar görünüyoruz, ama bu suskunluk gerçek suskunluğa karşı oluşturulmuş sahte bir suskunluk biçiminde dışa vuruyor. ''



--
Bir Adam Girdi Şehre Koşarak-Tarık Tufan

- İnsan bir yağmuru ezberine tutmalı.(syf 34)
- Çocukar eksildikçe eksilecek herkes ve her şey... (syf 48)

-Paul Virilio, yaşlı bir Japon dostunun kendisine şöyle söylediğini aktarıyor: '' Amerikayı bağışlayamamamın nedeni Hiroşima'nın yalnızca bir savaş eylemi değil bir deney olması. ''

- .......Kendi tanrısallıklarını, icat ettikleri bu ''modern tanrı'' ile gizlemeye çalışacaklardır.(syf 53)

---
Var olmak_ Nurettin Topçu

Toplum: insanların her biri bir başka hayvan. Sansar olmayanı yılan ve çakal. Sürü riya ile donanır da yüzünü boyarsa ona toplum diyorlar.
Dünya: Schopenhauer e göre; mümkün dünyaların en fenası.
Berkeley in görüşüyle; şuura var gibi görünen bir vehimdir.
Çile:kurtuluş ve zafer vehimlerinin bütün bütün kuruduğu yerde boyun bükerek ve günün birinde mutlaka isteyerek, Allah istediğiiçin isteyerek, sevilen acıdır. Çile Tanrı lokmasıdır; hazır değilsen hazmedemezsin.

Gözyaşları şikayettir; ama zayıflar için hastalar ve korkaklar için; acıya alışamayanlar için.
Gözyaşları duadır, doğru; ancak ümitsizler için. Ümit ağacı kuruyup da köklerini sulamak isteyenler gözlerinden kanlı yaş akıtırlar.
Gözyaşları şükrandır; var olan her şeye minnettar gönüller, varlıkları onunla selamlarlar.
Gözyaşları ummandır; seni fenadan kurtarır. Rahmet ummanına dalıp da onda ıslanmayan kuru gözler görür mü sanırısın?
Gözyaşları ölümden koruyucu ilahi iksirdir; onu doya doya içki hayat bulasın.
Gözyaşları ilhamdır; gerçekten gelen işaret hemde beşarettir; Allahtan haberdir.
Gözyaşlarıyla bakan, Rabb’ini her şeyde aşikar görüyor. Eski gördüklerin nasıl da evham v rüya imişler… kuru göz kör değilde nedir?  Her şey bir şeyden ibaretken o, bir şey’i her şey gibi görüyor.


---


Görünmez Kentler...
''Yazılı sayfalarmıscasına tarar yolları göz: kent düşünmen gereken herseyi söyler, kendi sözlerini yineletir sana ve sen Tamara'yı gördüğünü düşünürsün, oysa tek yaptıgın kendin tüm parcalarıyla kendisini anlatmada kullandığı adları belleğine yazmaktır. ''
tamara: metınde adı gecen kentin adı
‘’ Sözlerim, senn etrafında hangi ülkeyi kurarsa kursun, bu sarayın yerinde kazıklar üzerine kurulmus bir köy de olsa, meltem sana çamur dolu bir nehir ağzının kokusunu da getirse, sen hep kendi durduğun yere benzer yerden göreceksin onu.’’
‘’Uzak kentlerin yabancı semtlerinde kendisini ne denli yitirirse, oraya varmak için geçtiği diğer kentleri o denli anladığını ve yolculuklarının duraklarından tekrar geçtiğini, demir aldığı limanı, gençliğinin geçtiği tanıdık mekanları,evinin civarını, ve çocukken koşturduğu küçük Venedik meydanını tanımayı öğrendiğini söylediğini hayal ediyordu.’’
‘’ her yeni kente geldiğinde yolcu, bir zamanlar kendisinin olduğunu artık bilmediği bir geçmişini bulur yeniden: artık olmadığın yada sahip olmadığın şeyin yabancılığı , hiç senin olmamış yabancı yerlerin eşiğinde bekler.’’
‘’ Başka yer, negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olmadığı ve olmayacağı kalabalığı keşfederek.’’
‘’ oysa beklenmedik rüyalar bile bir arzuyu, yada arzunun tersi,bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar.’’
‘’Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi yada yetmiş yedi harikası deği, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır. Yada onun sana sorduğu ve ille de yanıtlamanı beklediği sorudur.’’


---

‎'' dahası taşlar, insanların çağlar boyu kalplerinin en derininde sakladıkları gizli br arzuyu omuzlar: ebediyet arzusu. her şeyin gelip geçiçi olduğunu fark eden insanlar her defasında taşa sarılmışlar. bir onu bulmuşlar kararında olan, değişmeden kalan. değer verdikleri ne varsa taşlara emanet etmişler. taş para olmuş, taş kral fermanı olmuş, taş put olmuş.

duygularını birer birer taşa kazımış insanlar. sevgilerini hasretlerini, güzellik anlayışlarını, hırslarını,gururlarını taşlara sindirmişler. sözde kendilerini faniliğin pençesinden kurtarmak isteyen mağrurlar, çaresiz heykellerle kalmak istemişler yeryüzünde.

kimiside ne kadar büyük görünmek istediğini, dev abidelerle ilan etmeye çalışmış. ama sabretmiş taşlar; sözlerinde durmuş ve hepsini omuzlayıp, zamanın bir başka köşesine dökmüşler. geri kalan şehir yıkıntılarının arasında, bütün açık sözlülükleriyle firavun ruhluların da, nemrut kafalıların da faniliğini haykırmışlar... ''

şöyle garip bencileyin-senai demirci

---


Amak-ı hayal

Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’ nin hayalin derinlikleri (Amak-ı hayal) kitabı;  hayal etmeyi seven birazda derinliklere gitmek isteyen siz dostlara t avsiye edilir…  Aktarmak  istediğim çok bölüm vardı ama kısa kısa asagıdaki bölümlerle alıntı yaptım.  Kitabın lezzetinden biraz tadabilir belki kokusunu alabilirsiniz ki o merakla bastan sona okuyabilesiniz diye… umarım ağzınızın suyu akar :D

- "isminiz nedir?" dedi.
- "ahmet raci."
- "ahmet raci mi? (gülerek) insanlığın ismini almışsın, nurum. insanoğlu o kadar güçsüz, zayıf ve muhtaçtır ki hayatını rica ile devam ettirir. raci demek insan demektir."

---

Sultanım, sen viraneye defnedilmiş bir hazinesin. Ben ise hikmete susamış bir avareyim. Lütfen istifade etmeme müsade eder misin? Ver elini öpeyim.

- El öpmek de neymiş, isteren konuşalım. Lakin sözden ne çıkar. Şimdiye kadar kimbilir kaç hayvan yükü kitap okudun ? Ne anladın ? Hiç değil mi ? İnsanların bilgisi nedir ?

Bencilliklerimiz ve zevklerimiz ihtiyaç olan sanatlara ait şeylerden ibarettir. Peki ama Hak ve Hakikat'a dair ne ibliyorlar ? Hiç ! Akli denklem ile Hak'kı itiraf etmek mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü ? Ne konuşalım ? Harflerden meydana gelen dizi ile Hikmet'in Esası bilinir mi ?

---

Bu dünyada yalnız iki istek vardır. Gerisi yalandır. Bunlardan biri kibir, diğeri şehvettir. İnsanı bu iki arzuya yönlendiren benliktir.

---

Alem birer çürümüş ceset halini almış cesetle arasında rekabet ve istifade etme bir kural halini almış idi.

---

'Ey akılsız canavar! Tekamüle muhtaç olan bu alemler ,feleğin mahkumu bu kervan ,hayalin bile kavramakta aciz kaldığı eşsiz bir sırra,ilahi güzelliğin nuruna doğru koşup gidiyorlar.''

---

… Jüpiter'deki canlıların iriliği ve şekil bakımından acayipliği ,yeryüzünün ikinci devrindeki fosillere benziyor,fakat daha büyük bir görünüm arz ediyordu.

Burada durmadık.Sonunda öyle bir yere ulaştık ki,burası güneş sisteminin sonu idi.
Zira güneşin çekim alanı ve güneşte devam etmekte bulunan patlamalar ,aklımızın kavrayamayacağı olağanüstü bir denge içinde yokediciydi.

Bundan sonra tek ve çift güneşli birçok güneş sistemini ve üzerinde birçok canlının yaşadığı binlerce alemi seyrettik.

Bütün bu gördüklerim ,temelde birbirlerinin aynı gerçeklerdi.Aralarında pek açık fark yoktu.
Nihayet usanç geldi.Vaziyeti Anka'ya arz ettim:

-Yolculuğa çıkalı yaklaşık bir yıl oldu.Acaba bu alemlerin sonu sayılan Sidre-i Münteha'ya yaklaştık mı?
dedim.

Güldü:-Hey çocuk! Alimlerimizin keşfettiği binlerce alemlerden henüz bir tanesinin milyonda birini bile görmedik!Heyhat!

Milyonlarca sene büyük bir süratle dolaşsak bile yine de kainatın ancak bir bölümünü gezmemiz mümkün olabilir.

---
YAKIN_ ORUC ARUOBA
Kut, gitsen de ‘orada’ göremeyeceğindir-
Bu yüzden, gitmeyerek, ‘burada- şimdi’
Kurduğun…..


Kut, gercekliğini hiç bilmeden, olanağını açıkça gördüğündür: gerçek olması gerektiğini açıkça bildiğin; ama gerçekliğini hiç görmediğin…

Kut, seni hiç yanıltmayacağından emin olduğundur- yanıltabileceği daha aklına bile gelmeyen…
Kut, bir şey yaptığında, yaptığından başka bir şey yapamamanı sağlayandır.


Dinlerde ‘dua’ olgusu temel bir yer tutar.

Bu görünürde, insanın gerceklesmesini istediği ama kendi gücünün gercelestirmeye yetmediği bir şeyi, onu gercekleştirebileceğini düşündüğü bir güçten, istemesidir. Ama bu anlayış , eksik; çünkü dua olgusu hiç te bir talep arzu istek içermeden de ortaya çıkabilir- dahası en yalın biçimlerinde yalnızca bir seslenme olmaktan öte bazen de yalnızca seslenilenin adını yinelemekten(zikr) öte , hiçbir içerik taşımayabiir. En ucunda yöneldiğinin- seslenilenin- sesleneni ‘işitip işitmediği’ bile,önemsiz kalabilir. Böylece, en temelinde, yalnızca seslenenden kaynaklanan bir seslenme gereksinmesini dile getiren edimdir.

Kut, yitirmeyeceğindir.-
Geri vermeyeceğin-
Senin olan-
Bütün yitirdiklerinden sonra
Sana kalan…


Yüreğim kırılmıssa, Tanrı bana zorunlu olarak gelir;çünkü; tanrı kırık bir yüreğe  kendini vermezlik edemez.
Demekki yüreğimi kırarsam tanrı bana gelir.


Bundan daha fazla yazmak, yorucu olur. Az coğa delalet eder.
Bu mana da bir şiir söyledir.
Açıp saçtım sana pek gizli yanlı işleri;
Biraz korkup yormaktan sayınca çok seyleri..

---