30 Aralık 2013 Pazartesi

Tereddüt

Kılıcımı bir hırs uğruna mı savuruyorum yoksa Hak için mi?

İçinizde tereddüte düştünüz mü hiç? savunduğunuz şeyi artık savunacak gücünüzün olmadığını farkettiniz mi? korktunuz mu içesine kendinizden, olur a... olur a... ya o tereddütlerimden birinde nakavt olursam?

Gerçekten istediğim için mi mücadele ediyordum, yoksa yenilmeyi kabullenememden mi sebep?

Sadece iyisi için mi (iyiyi oluşturan kriteri kim koydu? iyiyi ben nereden bilebiliyorum peki? - garip...) onca koşturmacalarım? yoksa kendimden kaçmak mı umarsızca?

Susturmaya çalıştıkça çığlıklarım mı kendime öfkemin sebebi, yoksa konuştuklarım mı?

''Allah insanı iddia ettiği yerden vurur.'' sözüne mutabık vurulduğum yerlerin sızısı mı beni mahsun yapan, yoksa kendimi hala tanıyamamış olmam mı?

evet hatalarıma, zaaflarıma, gardımı kollayamamama mı acaba içimde ki bu kin, yoksa zaaflarımın olduğunu kabullenemeyen benliğime mi?

....

halsizim ve dahi çok yorgun...


22 Aralık 2013 Pazar

...ücretim ancak...

Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.
Şu'arâ 180.ayet

Her gün hatırlamaya çalıştığım ayetlerden biridir. Bir başkasından ummak, ödüllenmek için değil sade Rab için yapmalı ne yapacaksak. Çünkü ayette dediği gibi ücretlerimiz ancak Allaha aittir.

yaşabilirsek bu ayeti olur mu hiç kırgınlık... bilmedim.
yaşayabilmeyi nasib eyle ya RAb...

15 Aralık 2013 Pazar

İyi ki bilmiyor kalabalıklar

“İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar”

sezai karakoç-yagmur duası

---
iyiki bilmiyor kalabalıklar
yağmura bakmayı damlalar arasından
her bir damlanın hissettirdiğini sırılsıklam...
insandan insana şükür ki fark var
birine cennetse birine zindan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar

Yaşanacak bir şey

http://kelamdergisi.com/yasanacak-bir-sey/

‘’ Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi?

Bu soruyu şöyle de sormak mümkündür: İyi bir Müslüman kötü bir dünya hayatının şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi?  ‘’*

Şimdi size başka bir soru sorayım; Geçmişe özlem duyma nedenimiz, bayramların ramazanların hayatın insanların birbirine sevgi ve saygısının daha bir güzel diye atfedildiği ve hasret duyulan o geçmişimizin bu günden farkı neydi acaba? İkisinin cevabı da aynıydı bana kalırsa…

Kötü bir dünya derken geçmişte kötü dünya olmadı mı ki iyi Müslümanlar vardı? sorusu gelir hemen aklımıza. Yerinde de bir sorudur bu aslında düşünürsek eğer; ‘’ İslam’ın vahyedilmeye başlandığı ilk yıllarda, Müslümanlar kötü bir dünyanın en kötü şartları altında en iyi Müslümanlar olarak kalabilmişlerdir. ‘’ *
Peki geçmişi bu günden farklı kılan kötülükler mi idi? Yoksa var olan kötülüklere karşı biz mi değişmiştik? Bu elzem sorunun cevabını ise Sezai Karakoçtan dinlemekte fayda var: Der ki;

‘’ Adem’le Havva’nın Cennette öncesiz sonrasızmışcasına mutlu bir hayatı yaşadıkları zaman gibiydi hayatımız Batının soluğu bize gelmeden önce. Bu soluk bize ne zaman geldi? Bu soluk geldiği için mi değişmeye başladı yüzümüz? Bozuldu ve bir maskeye dönüştü? Dağlarda bilinmeyen bir bitkiyi yiyip de ondan gizli ve sürekli bir zehirlenmeyle yüzünün biçimini ve yaşamasının anlamını yitiren bir varlığa mı dönüştük?

İlk ürperti ve ilk soluk anını ayırmak ne zor. Yabancı ve yabancı bir şafağın loş bir dudağa bıraktığı ilk kırağı, ilk çığ. Dışardan gelen soluğun belli belirsiz dokunuşu mu, yoksa iç ateşin dışarıya fırlattığı bir şüphe kabarcığı mı?

Ne olursa olsun, ilk hücre ister içerden gelsin, ister dışardan konuk olsun, içerden gelenin dışardan geleni, veya dışardan gelenin içerden geleni sarıp sarmalayarak bir kanser hücresinin ölümcül hayat iştihasıyla büyümeye başlaması önemli.

İçerden de gelse dışardan da, bu imaj kuruyup gidecek bir sivilce değil, bir mevsim krizi değildi. Bir kültür alerjisinden fazla bir şey. Ben bunu Ademle Havvanın cennette şeytanla ilk karşılaştıkları an imajıyla düşünüyorum. Şeytan içerden mi gelmişti dışardan mı?? Bence daha önemlisi dışardan gelen şeytanın çağrısını dinleyen bir kulağın hemen içerde hazır oluşuydu. Doğruluk, güzellik, iyilik ideasına bir kontrpuan olarak. ‘’**

Bu menvalde Asr-ı Saadet Müslümanlarından bizleri farklı kılan şeyler nelerdi?

‘’ ….Müslümanları kötü Müslümanlar haline getiren husus, onların kötü bir dünyaya karşı takındıkları tavırdan ileri gelmektedir. Asr-ı saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanlar, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmemişlerdi. Tersine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak o kötülüklere müdahale etmişler, bu yüzden kötü bir dünyada yaşamış olmalarına rağmen iyi bir müslüman olarak kalabilmişlerdir.‘’

Ahh, hayata karşı tutum ve tavrımız! Demek ki bütün hatalarımızın kaynağı burada başlıyor. Öyle değil midir hakikaten bakın bir çevrenize? İnsanları aynı şartlar altında farklı kılan daha yücelten saygın yapan özellikler nelerdir? Birinin diğerine göre daha az zorlukla mı karşılaşması? Hayır, her birimizin imtihanı sınandığımız gayelerimiz farklıdır ancak her birimiz bir şekilde sınanırız. Doğru ya burası ‘imtihan dünyası’ denen yerdi değil mi? O halde İncelemelerimizden şunu elde ederiz. İnsanların tavırları bu dünyaya karşı duruşlarıdır onların şahsiyetini şekillendirip sonrasında hayatlarını bu tavırları ile şekle sokan.

Öncelikleri bunun bilinciyle kabullenmeliyiz yaptığımız yanlışı, yaşadığımız kötü dünyayı kötü yapan özellikleri tanımlayabilmeliyiz. Bilinç olmadıkça düzelme olmaz ve dahi günümüzdeki gibi sürekli mızmızlanarak başkalarında hatayı arayarak hiç olmaz. Önce biz ne yapmadık demeli, ne yapmadık da bu hale geldik?

Neyi düşünmedik neyi atladık neyi zikretmedik neyi unuttuk yada hatırlamadık demiyorum dikkatinizi çekerim. Ne yapmadık! Dünyaya karşı hal ve tavrımızı düzenlemek diye de ifade kullandık nedendi?

İslam dinin temel taşlarından birinden bahsetmeye çalışıyorum esasen; ‘’ dinin hakikati, zihnî bir spekülasyon olmak değil, doğrudan doğruya insana bir hayat tarzı getirmektir. Yani yaşanacak bir şeydir din. ‘’

Belkide yanılsamaya başladığımız husus budur, hani batıya bakıyoruz ya. nasıl yaşanırı da görüyoruz, nefse de hoş geliyor hani, içimizdeki güç zayıf olunca dışardan batıya yönelmeye içimizi de değiştirmeye yön buluyoruz sanki. İslamda nefse hoş geleni yapma diye ikaz vardır oysa unuttuk mu?

İşte burda başlıyor buhranlarımız, içimizdeki alışkanlıklarımız doğu, dışardan içeriye sürüklediklerimiz batı. Çarpışıyorlar ki biri zihni diğeri yaşanmışlık içeriyor. Kolay kolay vazgeçilmez yaşanmışlıklardan da, sil deyince silinmez yeni gelen de kurulamaz öylece. Sonuç ne oluyor orta yolu tutturayım derken hepten karmaşık bir hal alıyor. Ne o oluyoruz ne de bu! Hayatımız zihnimiz yaşamımız allak bullak oluyor.

‘’ İslâm, ….çözülmez karışıklıklara gene o sistemin uygulamasına devam edebilmek suretiyle bir çözüm yolu üretmeyi teklif etmiyor ki!  Kapitalist veya sosyalist sistem uygulanmaya devam etsin, fakat bunların tıkandıkları yerde İslâm bir çözüm yolu bulsun! ‘’

Kötü bir dünyada yaşıyoruz evet, ancak bizim dinimiz yaşamımızıda düzene sokan bir din hiç ölmeyecekmiş gibi dünyalığımızı yarın ölecekmiş gibi ahiretimizi kazanabileceğimiz bir din!

İslam dini kendisine kaimdir unutmayalım, sorunlarımızı ve çözümlerimizi başka bir yerde aramaya gerek yok, elhamdülillah, daha bi kurcalamalı nerde yanlış yaşadık! Müslüman nasıl yaşar ki esasen!

Doğru sorular sorabildikçe sadece İslam bilinciyle düşünerek cevap aradıkça kareler birleşecek ve dahi kesişip bulmaca tamamlanacaktır diye umuyorum. Rabbim bizlerin bilincini diri tutsun ki farkındalığımızı artırsın ki, yaşayamadıklarımızı düzeltebilme imkanı versin.

*Müslümanca düşünme üzerine denemeler, Rasim Özdenören

** Yitik Cennet, Sezai Karakoç

...




'' Allah'ın mescitlerini,

yalnızca Allah'a ve ahiret gününe iman eden, 
namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve
Allah'tan başkasından korkmayanlar imar edebilirler.
İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır. ''

Tevbe 9/18


28 Kasım 2013 Perşembe

Uzak nedir?

....
Uzak nedir? 
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için 
gidecek yer ne kadar uzak olabilir? 
....
kimin ülkesinden geçsem 
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek 
cesur ve onurlu diyecekler 
halbuki suskun ve kederliyim 
korsanlardan kaptığım gürlek nara 
işime yaramıyor 
rençberlerin o rahat 
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim 
boynumda 
bana yargı yükleyenlerin 
utançlarından yapılma mücevherler 
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin 
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok 
uzun yola çıkmaya hüküm giydim. 

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum 

görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta 
askerken kantinden satın aldığım cep aynası 
bazı geceler çıkarken 
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta 
gibi lükslerim de burda kalacak 
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş 
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya 
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım 
burada bitti artık işim, ocağım yok 
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Mataramda tuzlu su _ İsmet özel

Ey Garib Bülbül...



"Ey garip bülbül diyârın kandedir
Bir haber ver gül-i zârın kandedir
Sen bu ilde kimseye yâr olmadın
Var senin elbet yârin kandedir

Artdı günden güne feryâdın senin

Âh ü efgân oldu mut'adın senin
Aşk içinde kimdir üstâdın senin
Bu senin sabr ü karârın kandedir

Bir enîsin yok aceb hasretdesin

Rahatı terk eyledin mihnetdesin
Gice gündüz bilmeyip hayretdesin
Ya senin leyl ü nehârın kandedir

Ne göründü güle karşı gözüne

Ne büründü baktığınca özüne
Kimse mahrem olmadı hiç râzına
Bilmediler şeh-süvârın kandedir

Gökte uçarken yere indirdiler

Çar-anâsır bendlerine urdular
Nûr iken adın Niyâzî koydularŞol ezelki itibârın kandedir"

Güftekâr: Niyâzi Mısrî

Bestekâr: Ali Şirugâni Dede
Makam: Hicaz


21 Kasım 2013 Perşembe

Umma ki Küsmeyesin!

'' Vehbi Efendi’nin huzûruna gelip arka-daşından küstüğünü şikâyet yollu anlatan müridine cevabı çok manidardır: 

Oğul niçin umdun ki küstün. Umma ki küsmeyesin.” 

Küsmemek insanın iki cihan mutluluğu için önemli bir düstûr ve bir olgunluk göstergesidir. 

Efe Hazretleri bir cinaslı mani-sinde, incinenin incitenden kemâl ve olgunluk bakımından daha aşağı bir kademede bulunduğunu işaret ederek buyuruyor ki: 

Aşık der incidenden, 
İncinme incidenden. 

Kemâlde noksan imiş, 
İncinen incidenden. '' *

* alıntıdır_ http://rahiask.com/index.php?option=com_content&view=article&id=414:es-seyh-mahmud-vehbi-erzurumiks&catid=88:kufreviler

18 Kasım 2013 Pazartesi

İncitme

Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânını incitme
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-ı aşkda bîçâre-yi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme
Elin çek meyl-i dünyâdan eğer âşık isen yâre
Muhabbet câmını nûş et asıl Mansûr gibi dâre
Misâfirsin felek bâğında kendin salma efkâre
Düşersin bir belâya sabır kıl Mevlâ verir çâre
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme
(…)
Ben insânım diyen insâna düşmez şâd u handânlık
Düşen bîçâreyi kaldırmadır âlemde insanlık
Hakîkat ehlinin hâlidürür dâim perîşanlık
Bir işi etme kim gelsün sana sonra peşîmanlık
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme
(…)
Vefâsı var mıdır gör kim sana bu çarh-ı devrânın
Eser yeller yerinde hâni ya taht-ı Süleymân’ın
Yalınız âdı kaldı âlem-i zâhirde Lokmân’ın
Geçer bir lahzada ru’yâ misâli ömrü insânın
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme
Sana bir fâide yokdur bilirsin halkı gıybetden
Gözün aç âlemi bir bir geçir sen çeşm-i ibretden
Zarar gördüm diyen gördün mü sen ehl-i muhabbetden
Yeme kul hakkını korkar isen rûz-i kıyâmetden
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme
Hakîkāt bahrinin gavvâsı ol terk-i mecâz eyle
Çıkar ha alma mazlûmun ahın sen ihtirâz eyle
Çekil semt-i Habîb’e ey gönül azm-i Hicâz eyle
Yüzün dut hâk-i pâyine heman arz-ı niyâz eyle
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şânı incitme
Gönül âyînesin silmek gerekdir kalb-i âgâhe
Muhabbet şemsi doğmuşken ne lâzım mihr ile mâhe
Ne müşkil hâcetin varsa hemân arzeyle Allah’e
Der-i Mevlâ dururken bakma Lûtfî başka dergâhe
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zîşânı incitme

17 Kasım 2013 Pazar

Yıkılma Sakın

Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler 
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim 
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.

Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî 
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı 
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin 
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı. 
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan 
acılar bile duymadım kof yürekler önünde 
beynim her sabah devrimcinin beyniydi 
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?

Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken 
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat 
yıkılmak elinde mi? 
Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak 
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki. 
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir 
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim 
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak 
ama budandıkça fışkıran da bizleriz 
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...

İsmet Özel

Sebeb-i Telif

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ 
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? 
İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem,girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız. 

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek
hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız 
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.
İsmet Özel

15 Kasım 2013 Cuma

Öldürmeden yaşamak?

Fikir adamı kendini egoizmle sınırlamalı’ demiş Emerson

ve dahi Cemil meriç'te eklemiş; 

' Evet, cemiyet sümüklü böcek gibi ezer seni zırhlı değilsen.


Elbette yaşamak demek öldürmek demek, her adımımızda birtakım canlılara kıyıyoruz… 
Ölmek ve öldürmek…'

Yeni bir dönemeçe giriyorum. Dahası girdim de 'kör noktada'yım. Hani şu ne geçmişi bir adım gerisini ne de bir adım ilerisini görebildiğimiz o keskin virajlı dönüş... 
Ne kadar virajlı oldugu da tartışılır ya. :) neyse...

Uçurum mu aşağısı o bile belli değil belkide düşmektir en iyicesi...

Bilinmezlik korkutur beni amma bekleriz bir şekilde elden ne gelir, bilene dek bekleriz.

Lakin işte şu 'egoizm' 'enaniyet'tir beni korkutan asıl. acaba düşmemek için ben de öldürür müyüm korkusudur duyduyum,ürktüğüm.

‘’Yaşamak; ölmek ve öldürmektir; öldürdüğün kadar yaşarsın, öldürdüğün kadar…  Her şöhret başka bir şöhretin katilidir. Hepimiz yaşayan leşlere musallat birer asalağız. ‘’ 

Tam kendimce var olmaya başlarken başka bi kalıba girmeye çalışmaktır korkum. Kalıba girdirilmektir geri geri adımlarımın sebebi. Yönü bile bile dönememektir tirtir titrediğim.

Ne diyorsun demeyin, nereden çıktı demeyin yersiz değil korkum. Gördüm ki gerçekten birileri bir yerde olabilmek için bir başkasının boynu bükülüyor. Öyle çocukça bir masumanelik taşımıyor artık yaptığınız her iş. Her bir şöhret başkasının başını yakıyor hakikaten de. Böyle bir durumda ürkmemek mümkün mü?

Lakin her zamanki gibi;
elimdeki tek silahım var; dualarım...
Dualarımla sakinlerim, dualarımla umut bulurum,

Ateşe atılırken; 'Ey ateş serin ol' deyipte metanet ve tevekkülü tam gösterebilmeyi nasib eyle Ya Rab!
Tam Teslimiyeti Nasib et ne olur!

''EY ATEŞ SERİN OL!''

14 Kasım 2013 Perşembe

Gurbet ve varolma isteği

'' Gurbetin yabancılığın tevlid ettiği ilk duygu ‘varolma isteği’dir; kendi kendine, kendi için varolmak değil, bilâkis başkalari nezdinde varolmak…

Var olmak, yani farkedilmek ve/veya farkedildiği takdirde ancak varolduğunu hissetmek, hissedebilmek… ''

Dücane Cündioğlu- Bir mabed savaşçısı

boşluğu yokluyor gibi

Yolda olsak...
Ansızın börtü böcek çıksa karşımıza...
Gün batımına doğru yön bulsak...
batan güne doğru yol alsak...
etrafı saran kızıllığı seyre dalıp yola devam etsek...
yüreği dinlesek şöyle tıngıır mıngıır...

hafiften kararsa sonra hava
gecenin kucağına kıvrılsa,
yaslansa dizine kuytuların...
çıt çıkarmasak...
nefes alıp verirkense ürkekçe...

Farları açsak uzağa...
uzaklar bilinmez olarak kalsa
adım adım ilerlesek; bilmeden bir sonrakini...
gözlerimiz âmâ,
ellerimizle boşluğu yokluyor gibi...
--

bık artık yollardan bık!
yorgunsun ama lisanın hala aynı şeyleri sayıklıyor.
yol olmadan yol bulamaz mısın sözcüklerine!
Bak hala 'yol' diyor!

Benseverlik;

‘’Sînesinden gelmesi gereken sesi işitmediğinde, o sesi taşradan, başkalarından duymayı ister insan. Ne var ki gürültüsü ne denli ziyade olursa olsun, gerçekte hiçbir aks-i sadâ, kişinin derûnundan duymak ihtiyacı hissettiği o özgüvenin mini fısıltılarının yerini  alamaz; ve tabiatıyla, susuzluk biteviye sürer gider.

Benseverlik işte tam da bu noktada zuhur eder.

Kişi yanlış yere ‘taşrayla’ birlik olur ve tezahüratlar arasında kendi kendini yüceltmek suretiyle, derununu harekete geçirmeye,yani onu zor kullanarak konuşturmaya çalışır. Oysa ‘kendini sevmek’, ‘kendini  önemsemek’ nu değildir aslâ.

Benseverlik, pamuk gibi yumuşacık ellerle okşanması gereken gönlün haksız yere ve insafsızca yumruklanmasıdır.

Hoş, göğüslerini yumruklayanlar güçlü nârâlar atarlar, bunda hiç şüphe yok. Lâkin bu nârâlar, aynı zamanda sinede saklı muhabbet duygusunun incinmesine incelmesine de yol açar. Öyle ki yanlış anlaşılmış benseverliğin şiddeti, dışardan çok içeriye zarar verir. Nârâlar, taşradan çok, sinede yankılanır.’’

Dücane Cündioğlu_Bir Mabed Savaşçısı

9 Kasım 2013 Cumartesi

Uzun günün kârı, 'tüyap'


Evet; Bu üç kitap :
- İran sineması; Hamid Dabaşi
- Kenan Rifai - Semiha ayverdi
- Tarkovski'den sinema dersleri - Semir aslanyürek

Tüyapda benim için uzun bir günün hoş insanlarla birlikte olmamı sağlayan heyecan dolu tüyap anımın hatıraları oldular.
Sevdiğim bir kardeşimle ortak tanıdığımız Mimar Semih Akşeker ve uzun zamandır söyleşi yapmayı beklediğimiz Cihan Aktaşında içinde bulunduğu ' Geçmişteki Gelecek ' adlı panele gittik. Tabiki bazı zaman sorunlarımız yüzünden panelin sonuna yetiştik. Cihan aktaşın panele gelmediğini görüp biraz üzülsemde; Mimar Semih akşekerle hemhal edip konuştuk biraz. 
Sonrasinda kitap fuarında biraz dolaştım ve bu üç kitap benim günlük nasibimdi. :)
Okudukça alıntılarımı yaparım buradan bu kitaplarımdan inşallah.

Sonrasında İzmitten sırf tüyap için gelmiş bir başka arkadaşımla hemhal ettim oturup ortak dertlendiğimiz konulardan gelecekten konuştuk.  ahh nasıl bir dert ki bu  günümüzde yaşadığımız ne kaçabiliyoruz ne silebiliyoruz ne derman bulabiliyoruz lakin böyle çabaladıkça , dertlenen başka insanlar buldukça paylaştıkça, samimyet ve dostluklarla sarıldıkça hafifliyor sızısı.
Öyle değil mi...

Bu kitaplar ise benim sürekli elimin altından geçen şu yakın zaman içinde elimde sık sık açıp geöçmisteki çizdiğim yerleri okudugum ve dahi yeni aldıklarımı bölüm bölüm okudugum kitaplarım ve galata kulesini gördüğünüz kapaklı şey ise benim şahsi defterim oluyor :) günlük nasiblerimi çekerken onlarda çekildiler öylece... 

Günün özeti;
- Rabbim içimizin rahatlayacağı insanları bizden uzaklaştırmasın ufak bir paylaşım içimizi kıpır kıpır etmeye yetiyor velhasılı enerjik oluyoruz. pek hoş şeyler bunlar. Elhamdülillah. :)

8 Kasım 2013 Cuma

sen âh-ı ateş-sûzumu beyhude mi sandın

hak suretidir âlem-i imkân ile âdem 
bundan güzeli nerde ki cennet'te mi sandın 

her yer ne güzel menba-ı hüsn, insan güzeli 
sen de bu cemâli, huri gılmanda mı sandın 

her yerde, fakat arifin kalbindedir allah, 
yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın 

dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey 
mîzân ü sırât'ı mutlaka orda mı sandın 

cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr 
yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın 

bilgin sana kıymet, talebin neyse osun sen 
insanlığı sâde yiyip içmekte mi sandın 

hâlin ne ise müşteri sen oldun o hâle 
noksanı meğer adl-i ilâhîde mi sandın 

fikrim bu benim, virdim ise her lahzada âh 
sen âh-ı ateş-sûzumu beyhude mi sandın 

yeniler her âh ile ken'ân ahd-i elest'i 
ahım acaba nefha-yı hâbîde mi sandın

http://www.youtube.com/watch?v=JJ0PgMJTgIA




6 Kasım 2013 Çarşamba

Ateş


















Yanmayan odun tüter.
Ateşin bazen yalnızca tüter: Yanmamaktadır…
Dikkat etmen gereken, ateşe yan yana ve üst üste koyduğun odunların biribirine olabildiği kadar yakın olmaları; ama hiçbir zaman bitişik ve binişik olmamalarıdı: ateşi yakan, ısı olduğu kadar , havadır- belki daha da çok…
Ateşin tütüyorsa bil ki bir şeyleri yanlış yapıyorsun.

Ateş yakmayı bilmek ateş söndürmeyi bilmeyi de gerektirir.
Ateşin yanına her gidişinde onu farklı bulmaya alışmalısın- onu yeniden-baştan-görüp gerekli düzenlemeleri, ayarlamaları belirlemeye…
Bil ki, bir yaktığın ateş
bir başkasına
hiç benzemez.
---
Bil ki, ateşin yandığı sürece ,
Rahat yüzü göremezsin-
Hep onunla uğraşmak zorundasın….
Ancak bütün odunlar kül olu;
Sen de ocağın baca bağlantısını
Kapatabildiğin duruma gelince,
Rahata erersin-
Ateşini sönmeye bıraktığında…
Ateşin sönmeden rahat edemezsin:
Ettiğin- edebileceğin- zaman da
Ateşin, işte, sönmüstür, artık….
---
Ateşinden sonra , çabanın karşılığını, odandaki ısı olarak alırsın- geri geldiğinde, bakarsın, odan ılık…
---
Unutma ki, yaktığın ateşin tek bir kalori’si bile
Boşa gitmez: bir karşılık vardır- bulursun-
Hep, en küçük ateşin içinde bile-
Bu, her zaman  seni’ısıtacak’ bir şey olmasada…

Önemli olan ateşi bir kez yakıp söndürmen değil, hep yeniden yakmasını bilmendir.

Ateş yakan, ateşine ateşine bütünüyle egemen olmalıdır-
Yalnızca nasıl, ne zaman yakacagını değil;
Ne zaman ve niye yakacağına yada, yakamayacağına da…

Ateş yakan bütün yaptıklarının kendi kuruntusu
-yanılgısı-olduğunu kabullenmeyede hazır olmalıdır
-belki de yanılsamadır- yanılsamaydı-hepsi;belki, ateş,hiç, yanmamıştır
- yanmamıştı---

Yakın- Oruc Aruoba

3 Kasım 2013 Pazar

Gece

'' Herkesin güneşi gece olunca batar;
Benim güneşim her gece, akşam namazında doğar. '' 
Bu söz onların sermayesiydi; gecenin gölgesinde, vuslatla ayrılık tarafından eğitilirlerdi.  

Risale-i Aşk, Aynulkuzât

Gönlümü her an başka bir heyecana kaptıran nal seslerinin darbelerini, yerin sırtında duyuyorum.
Bu gecenin ıssız bir köşesinde, bu sessiz ve sonsuz gurbette, bu şehrin mezarlığa dönmüş Mont Parnasse'ına açılan pencerenin önünde durmuşum. Bakışlarım bu tozun toprağın derinliklerinde kaybolmuş; yüreğim vahşi bir kuş gibi, benden kaçıp, o özgür ve mutlu iki kırlangıçla kanat kanada uçmak için kendisini çılgınca duvardan duvara vuruyor. Bense, onu tutmak için kafesini sımsıkı elimde tutmuşum.

Ne zordur bu pencerenin önünde durmak!

Ne gece ama! Şu dünyada ne kadar büyük sevinçler meydana getirmeye, hayat, ne kadar mutluluklar, dolu dolu sıcacık tatlı şevkler, heyecanlar, tokluklar ve doyumlar yatarma yeteneğine sahipse, aynı ölçüde, derin, şiddetli, ağır, geniş, yüksek, benzer ve ilginç acıları vardır!

Ne yazık ki bu işi hep esirgerde çok zaman acılar yağdırmak ister; üzüntüden, gurbetten, susuzluktan, neden acıdan, üzüntüden, gurbetten, susuzluktan, tutsaklıktan, mahrumiyetten, eziyetten ve işkenceden daha çok hoşlanır bilmem. yok yok, sevinçlerde yaratır, hem de pek çok; ama az sayıda insan için,  bir dur tanesi için pırpır eden, sevinç çığlıkları atan bir serçeye benzeyen insanlar için.

Yanık çöllerin susuzluğunun çılgınlığına ve yakıcılığına benzeyen bir sonsuzluğa sahip olan, meleketûn yüceliğine ihtiyaç duyan; güzel, hayret verici ve yüksek imanlar besleyen; sevmede olağanüstü yetenekleri olan, kâinatın bile yaratmaya güç yetiremediği güzellikler yaratan gönüller için, bu gönüller için bir şey yapmaz. 

Hubut&Kevir

Kırılmaya mahkûm şişeler...

(Orjinal Sayfa33)

ve yazdığım ihsanat-ı İlahiye bir ikramdır; izharı, tahdis-i nimettir. Onun için sana karşı tahdis-i nimet nev'inden ikimizin hizmetimize ait muvaffakiyâtı yazıyorum. Biliyordum ki sende fahr değil, şükür damarını tahrik ediyor.


Sâlisen: Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâkî umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâkî elmas fiatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:


Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâkî bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.


İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder.


Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada


(Orjinal Sayfa34)


değmeyen birşey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakaik-i îmaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.


İşte şu üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe', hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.


İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adâvet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını değiştir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.


Râbian: Ulema-i İslâm ortasında "İslâm" ve "îman"ın farkları çok medar-ı bahsolmuş. Bir kısmı "ikisi birdir", diğer kısmı "ikisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:


İslâmiyet, iltizamdır;îman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; îman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar.. "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.


Acaba Îslâmiyetsiz îman, medar-ı necat olabilir mi?


Elcevap: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medâr-ı necat olamaz. Felillahilhamdü vel


(Orjinal Sayfa35)


minnetü, Kur'anın i'caz-ı manevîsinin feyziyle Risale-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakaik-i Kur'aniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kabil değil. Hem îman ve İslâmın delil ve bürhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki; gayr-ı müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir. Gayr-ı müslim kaldığı halde, îman eder. Evet Sözler, Tûba-i Cennet'in meyveleri gibi tatlı ve güzel olan îman ve İslâmiyetin meyvelerini ve saadet-i dâreynin mehasini gibi hoş ve şirin öyle neticelerini göstermişler ki, görenlere ve tanıyanlara nihayetsiz bir tarafgirlik ve iltizam ve teslim hissini verir. Ve silsile-i mevcudat gibi kuvvetli ve zerrat gibi kesretli îman ve İslâmın bürhanlarını göstermişler ki, nihayetsiz bir iz'an ve kuvvet-i îman verirler. Hattâ bazı defa Evrad-ı Şah-ı Nakşibendî'de şehadet getirdiğim vakit, عَلَى ذَلِكَ نَحْىَ وَ عَلَيْهِ نَمُوتُ وَ عَلَيْهِ نُبْعَثُ غَدًا dediğim zaman, nihayetsiz bir tarafgirlik hissediyorum. Eğer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-ı îmaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatın bir dakika aksini farzetmek, bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, bir tek hakaik-i îmaniyenin vücud bulmasına bilâ tereddüd vermesine, nefsim itaat ediyor. وَ آمَنَّا بِمَا اَرْسَلْتَ مِنْ رَسُولٍ وَ آمَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ مِنْ كِتَابٍ وَ صَدَّقْنَا dediğim vakit nihayetsiz bir kuvvet-i îman hissediyorum. Hakaik-i îmaniyenin herbirisinin aksini aklen muhal telakki ediyorum, ehl-i dalaleti nihayetsiz ebleh ve divane görüyorum.


Senin valideynine pek çok selâm ve arz-ı hürmet ederim. Onlar da bana dua etsinler. Sen benim kardeşim olduğun için, onlar da benim peder ve validem hükmündedirler. Hem köyünüze, hususan senden "Sözler"i işitenlere umumen selâm ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى


Said Nursî


-Dokuzuncu Mektub mektubat-

1 Kasım 2013 Cuma

Devril/me Ey Duvar!

'' 'Yaptıklarını yanlarına koyma, diye fısıldadı rüzgâr.

Peki ama nasıl? diye öğrenmek istedi duvar.

Devril! diye mırıldandı rüzgar, derin bir haz duygusuyla.'

(Wolfgang Borchert'in Duvar başlıklı öyküsünden, Ama Fareler Uyurlar Gece)

Müthiş bir diyalog...

Konuşmanın üst tarafı da altı da burada beni ilgilendirmiyor. ''

Demiş Rasim Özdenören yenişafaktaki köşe yazılarının birinde, ve yazının sonunu şöyle devam buyurmuş. 

'' Duvar, öç almayı kuruyor, fakat bunun üstesinden nasıl gelebileceğini bilemiyor. O sırada içinden, bilincinden, belki bilinçaltından gizli bir ses
onu uyarıyor: devril! Ne müthiş bir buluş! O sırada onun için hayatta kalıp kalmamak da o denli önem taşımaz olur. Devrilir. Başka da yapacağı bir şey yoktur zaten elinde...

Öçmüş möçmüş, hiçbir şey, hiç kimse kimsenin umurunda değildir zaten o sıra... ''

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/RasimOzdenoren/devril-ey-duvar/40044

Bende yazıyla beraber zihnimde oluşan sualleri sıralayacağım bu vesileyle müsadenizle.

O sırada hayatta kalıp kalmamakta o denli önem taşımaz olur denmiş... 'var olma'yınca öç alabilmiş mi oluyor insanoğlu bilmedim...

Devrilmek yada devrilmeden öylece dikilmek alabildiğince...

Hiçbir şey yapamıyorsan dahi dikilmez siper olmak bazı şeylere savaş değil midir? Kendince mücadele değil midir? Duvarsın sen öyle heybetlice durabilmekten başka ne yapabilirsin etki oldukça tepki verebilirsin ancak sen olmazsan etki olduğunda tepki diye bir şey var olur mu?? olmaz ya tabi... 

Öyleyse devrilmeden dikilmek daha doğru değil midir?

27 Ekim 2013 Pazar

İrfan, bilim ve insan

Dostoyevski’nin deyişiyle insan;

‘’ İnanırsa inandığına inanmakta, inanmazsa inanmadığına… ‘’

Sürekli şüpheyi yaşayan insan günümüz insanı sanıyorum irfan dediğimiz kavrayış yüksekliğini de gitgide kaybediyor. Bu biraz aşırı ve abartılmış görünen genellemeye beni götüren sebepler var.
Eğer irfanı insanın kavrayış hudutlarının genişliği ve zenginliği diye anlıyorsak bugün içinde yaşadığımız materyalist uygarlık bu kavrayışın hudutlarına her taraftan had vurmaktadır.

İrfan dediğimiz meleke, insanı yalnızca bildiklerinin sınırı içinde bırakmaz, insan irfanla bildiklerinden bilmediklerine de varır.

Dipnot1: [Kim bildiğini uygularsa bilmediğini bilme faziletine kavuşur.- hadisi şerifi hatırlamakta da fayda vardr diye düşünüyorum. Aklıma hemen o geldi, Rabbim uygulatsın bizlere inşallah... ]

Oysa halihazırda uygarlık, insanı bildiklerinin ötesine geçirmek, bildiklerini aşmak şöyle dursun, bildiklerinden bile emin kılamıyor: bu, ‘’bilim’’ denilen hadisenin insan zihnini tökezletmesi, onun kendine güvenini sarsması, insanın ‘hür düşüncesini’ zincirlemesi olayıdır. Oysa bilim havarileri tam da aksi kanaattedir: Bilimsel düşüncenin hür düşünceyle eş anlamlı olduğunu söylerler. Bilimsel düşünceyi bir bakıma insanın tabularla, dokunulmaz sanılan şeylerle mücadelesi diye görürler.

Avrupada, dogmatizme karşı verilen kafa savaşının başlangıçta böyle bir niyet taşıdığını kabul etsek bile, bilim bugünkü kimliğiyle yeni bir tabu, yeni bir dogma çıkarmıştır ortaya: bilim.

Bilim adamları olsun, onlara özendirilmeye çalışılan kitleler olsun, evvelki asırlara ait dogmaları yıkmışlardır belki, ama bu eski dogmaların bedeli insana yeni bir bilimdir. Bilim, insanın hür düşüncesinin önünde demirden bir köstek gibi duruyor. Ona, her şeyi benim dediğim gibi düşüneceksin, diyor. İnsanı yalnız ve ancak kendi bildikleriyle sınırlandırıyor.  Doğmalara karşı savaşa çıkan insan aslında ve neticede kimlik değiştirmiş yeni bir doğmaya ulaşmıştır. Bugün bilim, kılı kırk yaran dallara budaklara ayrılmıştır.
…...

İnsan kafası artık tek başına bir başarının üstesinden gelemez olmuştur. Araştırma yapılacak hemen her konuda bir ekip kurulmasından, bir endüstrinin gerekliliğinden bahsedilmektedir.

O, toplu bir başarıda sadece bir iştiyalçıdır. Artık ferdiyetin, dehanın payı gitgide kaybolmaya yüz tutuyor. Böyle bir çalışma neredeyse insanı böcekleştiriyor ve onu böceğin, dar dünyasına hapsolmaya zorluyor.

[Kafkanın 'dönüşüm' kitabını okuyanınız var mı? Gariptir ki orda da bu böcege dönüşüm hadisesini en ince detayına kadar hissederiz. Okumayanlara tavsiyemdir.]

 Mevlana’nın at sineğine düşmüş sinek tasviri gibi… Sineğin içinde bulunduğu ortamı okyanus sanmasının ne önemi var??

Müslümanca düşünme üzerine denemeler- Rasim Özdenören

Dipnot: vaveyla heybesinde de eklidir.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Baykuş!

'' Tenkin-i hayat etmedi asla bize bir ses,
Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye'sin bulanık rûhunu zevk etmeye baktı;
Me'lun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı! ''

M. akif

18 Ekim 2013 Cuma

kün fe yekûn_kün fekân

'' Ey seyrânî! fermânıdır ''kün fekân''
Mantûk-ı vâhiddir. Kudret-i lisan ''

 Seyrânî

 (Allah'ın 'ol deyince hemen oluverir' fermanıdır
sessiz ve gizemli bir dil ki 'Allahın dediği olur')

 Durup düşünmeli! ''kün fekân'' ''kün fekân''.........

 ( bkz: http://www.filozof.net/Turkce/islam-felsefesi/14680-kun-nedir-kun-fe-yekun-ne-demek-tasavvufta-anlami-hakkinda-bilgi.html )

 Kur'an da ''kün fe yekûn'' olarak da geçer imiş. Yani 'OL DERSE OLUVERİR'.

 Bakara suresi 117. ayette şöyle geçer; '' Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu). ''

 ''O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.''

 Ali imran suresi 47. ayette ise; 

'' Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).''

 '' (Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi. ''

 ve yine ali imran suresi 59.ayette;

 '' İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).''

 '' Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.''

 düşünmeli demiştim, düşünmeli ya sahi?

 -se -sa eklerini sıralarım çoğu zaman ardı sıra... diler de dilerim ister de isterim, ve çoğu kez hayıflanırım. ya da imkansız gibi gelir umutsuzluğa düşerim!!

 umutsuzluk! Müslümanın lügatında var mıdır olmalı mıdır bu kelime? hiç sanmam.

 Akif der ya hani ;

  ''Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak

  hiç inanmam hani görsemde gözümle 
imanı olan kimse gebermez bu ölümle'' sonra ekler,

 ''ye's öyle bir bataklıktır ki düşersen boğulursun
 ümmide sarıl sımsıkı seyret bak ne olursun''

ne diyorduk; ümitsizlik umutsuzluk... ve müslüman...
Dücane Cündioğlu'nun Ölümün dört rengi kitabında şöyle geçer;

'' Daha yüksek makamlara ulaşmak için çabalayan müslümanın özlemini yansıtan hüznün, Hıristiyan kültürünün cehennemi karanlık ve umutsuzluğuna benzer bir tarafı yoktur! Turgut Cansever

Turgut Cansever'in bu sözünde karşı karşıya gelen bu iki duygu ; biri müslümanca hüzün, diğeri Hristiyanca umutsuzluk...

Ve kasvet,Dünyanın iki ayrı biçimde kavranışı.
İnsanın üzerinden çıkmayan leke, ilk günahın o silinmez yazgısı...
Hıristiyani o umutsuzluk ve suçluluk duygusu, ortaçağ karanlığı masalını büyük ölçüde doğrular. Düşüncesiyle ve sanatıyla...
İsa... Hıristiyanlığın nazarında yarı insan yarı tanrı değil.
Asla bilakis! Hem insan, hem tanrı. Eşit derecede.
Çarmıha gerilmiş bir tanrının gölgesinde huzursuz ve ıstıraplı bir kasvet. Karanlık ve gölge. Az ışık ama çok gölge. Daima gölge. Hep gölge. Karanlık ve kasvet.

Rönesans sonrası Barok tenebrismosu bile çok masum kalır  işaret ettiğim ortaçağ kasvetinin yanında. Çok masumdur Caravaggio 'nun o koyu kopkoyu Barok gölgeciliği...

Çünkü artık Doğu'nun ışığı vardır modernlerin paletlerinde... ve İspanya'nın... Endülüs'ün... ''

 Sahi bizimki kasvet ve o hıristiyani umutsuzluk olamaz olmamalı! 

'kün fe yekûn'' demiş Kuran da Rab! '' kün fekân'' imiş! ol der oluverirmiş!

dahasına lüzum var mıdır,
olmamalı müslüman, olmamalı!



Bu bilinçle yaşamayı bu bilinçle tereddütsüz bağlanmayı iman etmeyi nasib etsin Rab,

dipnot: ''Vaveyla heybesinde de eklidir.''