" Aşkın eninde sonunda tek yanlı bir ilişki biçimi olduğunu söylüyorum.
Tek yanlı ve sevgiliye ulaşma iştiyakı...
Tek yanlı oluşu kural değil, olabilirlik...
Karşılıklı oluşa mani bir hal yok...
Aşk tek yanlı olabileceği gibi, tek yanlı olarak da gelişebilir...
Çünkü âşık karşılık beklemez...
O, sevgilinin orada olduğunu bilmekle yetinebilir...
Hele de aşk yatay boyuttan dikey boyuta evrildiğinde sevgili zaten ötelerde kalır.
Aşkta yatay boyut insan/insan ilişkisi...
Dikey boyut insan/tanrı ilişkisi...
Aşk özellikle bu yanıyla diğer sevgi biçimlerinden farklılaşır.
Gideceği bir yeri olmamak... Bu korkunç bir şey... Bu hali Dostoyevski Suç ve Ceza romanında olağanüstü etkiyle anlatır... Evsiz, yurtsuz kalmak değil gideceği yeri olmamak... Evi var, fakat gidemiyor. Eşi var, fakat görmesi engel olunmuş... Sokakta kalmış ya da bırakılmış... Evine, yurduna, sılasına dönemiyor... Mecnunun kentli hali... Bir bakıma...
İşte âşık, sıradan biri için felaket olan bu durumdan bile bir başına mutluluk çıkarmanın üstesinden gelmeyi başarabilir...
Sıradan birinin felaketi olan gideceği yeri olmamak, âşık için sorun sayılmaz; onun gideceği yer hazırdır: maşuku...
Olay, dışardan görenlerin düşündüğü gibi değil. Olaya dışardan bakanlar âşığın o halini mutsuzluk olarak yorumlayabilir. Oysa âşık halinden o denli memnun olabilir ki, derdinin izalesini değil, bilakis derdinin çoğalmasını talep edebilir. Mecnun, aynen böyle yapmıştı. Ünlü gazelinde: “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacından tabip” diye seslenmesi boşa olabilir mi?
Tabii burada derdi olmayla mutsuz olmayı birbirinden ayırabilmeliyiz.
Âşık maşukundan ayrı kalmakla derde düşmüştür, derdine de müpteladır. Onu dertli kılan aşk ise o, derdinin çoğalmasını talep etmeye fütur getirmez. Ama mutsuzluk! O farklı bir şey ve o talep edilmez.
Âşık derde, cefaya katlanmaya razıdır; ama mutsuzluk istenebilir bir yaşantı tarzı değildir. Dert, âşığı belki kamçılar, ama mutsuzluk onu atıl bırakır..."
Köşe yazılarından
Rasim Özdenören
Posted via Blogaway
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.... (Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu....)
30 Aralık 2015 Çarşamba
Gideceği yeri olmak
19 Aralık 2015 Cumartesi
My blue sky 1
Today, it is a milestone to pace first step for me. I ought to say ''bismillah'' (which is said wherever or whenever in a situation that you call for God's help) and complete this initiative edition.
Actually, to tell the truth, this lasting day is not fertility as much as I've planned.
However, there is something to tell you what were my engagements.
As I mentioned before, It was not much, but it is.
I wake too late as it should be. I was upset. Yet, after I managed to muster my force, I decided to begin my day with a great breakfast which is not only a necessity for my diet but also help my moral hopeful.
Anyway, after all they are put an end...
while I was searching on the internet, I found a website, '' a year of reading the world '' about 196 country and its books. I am always keen to books, no matter where they are from. they should just tell me out unıversal human emotions. Therefore, I am really inquisitive to read this project. ( http://ayearofreadingtheworld.com/thelist/ ) If I manage to keep me going on my determination, I am going to read step by step and search each of them.
The other gain in my day is a story from ''beginner passenger'' by Rasim Özdenören, called Turkish ''acemi yolcu''. As I do always when I coulnt find to do something, I repeat three times salavat (which is a kind of respect words to our prophet). Ihen I open a saldom paper ın any book in front of me.
And For this one, the headline was ''Deserving the Submission to God ''. Hence, I learned pretty good things from it.
''Deserving the Submission to God '' by Rasim Ö. said that:
''Much see and believe that you are living same things. Also, sometimes I can't help being persuaded like that. However, It needs to figure out that I encounter the events relevant to another things. ''
'' People had to know how they are going to go instead of where they are. Surprisingly, It means that They have to deserve the submission with their own endeavour. '' And additionally, the endeavour will require to attempt first pace which is ''bismillah'' for your action.
and my last gain for today is learnıng and hearing a device, called ''hang drum'', a kind of drum from switzeland. It is familiar with shield used in the war. :) somehow, It is played by Daniel Waples. They were quite interesting to hear his rithym to the world, just as he aimed to announce the peace coming from his drum. (http://www.hanginbalance.com/videos/)
Bir şeyler var! Geçme! Odaklan!
Bazen ben de öyle sanmaktan kendimi alamıyorum.
Ama her seferinde, olayın bir başka yönünün karşıma çıktığını fark etmem gerekiyor.'' Acemi yolcu_ Rasim Özdenörenden alıntı
Gerçekten de öyle sanmaz mıyız?
Bir kısır döngüye girer sanarız boğuluruz da boğuluruz aynı şeyi yaşamaktan.
Allahım nasıl bir çukur ki aynı... hep aynı şeyler... sözler... hayatlar... şikayetler...
Biz öyle sanıyoruz esasen olmayada bilir illaki farklı bir olgu dönüp dolaşıyordur içimizde. Aklıma bilim kurgu filmi '' küp ''geldi.
Düşünün yeniden sürekli 4 duvarı olan bir küpün içindesiniz ve aşağı yukarı sağ sol dört bir yanınızda küp. Ne kadar ilerleseniz de her şey aynı gibi... Ancak farkediyorsunuz ki bir süre sonra farklı bir şeyler var. İşte bu farkındalığı edindiğiniz anda gözlemlemeye başlıyorsunuz şikayet etmek yerine. Dikkatle özenle her bir detayı yeniden yeniden okuyorsunuz. Belki siz okuyamıyorsunuz ama yanınızdaki başka birine okutuyorsunuz ve farkediyorsunuz ki siz ve o da aslında öylesine konmamış oraya. Birşeyler var! yapman yahut yapmanız gereken birşeyler var!!
Hadi bu örneğimi geçelim...
Peki metrajcılar filmi neden tekrar tekrar başa sararlar? Yada güvenlik kameralarını neden tek sefer izlemezler?
Sordunuz mu, sorduk mu kendimize?
Peki biraz fazla uzatmış olacağım farkındayım ama bir küçük örnek de Kur'an dan gelsin: Rahman suresi! Rahman suresinde hangi ayet sürekli tekrar ediliyor biz insanlara? Neden tekrar ediliyor? niçin? Tekrar tekrar her yeni bir ayetten sonra neden okuyoruz o ayeti?
" Febieyyi Alai Rabbiküma tükezziban "
" Şimdi Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlayabilirsiniz? "
Peki... Öğretmenler ders anlatırken neden bir defa söyleyip geçmezler? hatta alışkanlık olur o günlük hayatta konuşurken de ders veriyor gibi tekrar ederler söylediklerini meslek hastalığına dönüşür adeta.
Bir şeyler var! Yapmanız gereken yahutta sadece farketmeniz gereken bir şeyler var!!
Demiyor mudur her birisi...
Dur! Bekle! Düşün! Akl et! Bulamadın mı sar başa! kaçırma! bir şeyler var! geçemezsin çünkü geçmemen gerekiyordur bulman gerekiyordur.
Bir şeyler var! Burada bir şeyler!!
Fark et! Odaklan!
Tevekkül
'' İnsan sadece ne aradığını değil, aradığı şeye(her neyse o) nasıl ulaşılacağını da bilmeliydi.
başkaca söylersem, tevekkülü hak etmem gerekiyordu. Tevekkülü bir çabayla hak edecektim. ''
'' İşte o zaman ağzımdan çıkan: ''beni doğru yola ilet'' cümlesini fark ettim. Evet, aynen bu cümleyi söyledim. Ama bu, dümdüz, vurgusuz, noktasız, virgülsüz, bir cümle değildi. bu, düpedüz bir yakarıştı. eğer oraya giden yollardan ancak bir tanesi en kestirme ve en doğru yol idiyse, bu durumda, benim farklı bir yolu denemem( bilerek de olsa bilmeden de olsa) sapma'yı tazammum edecekti. bilmeden de olsa dalalete düşmüş olacaktım.
Yakarıyordum, çünkü ben bilmesem bile, doğru olan bir yol vardı; yakarıyordum, çünkü ben özgürlüğe (veya nietzsche'nin deyişiyle bağımsızlığa) yazgılıydım. Yani benim için mümkün olabilecek başka karar verme tarzları da vardı, ama bunlardan ancak bir tanesi en doğru olandı.
'' beni doğru yola ilet yakarışı, aynı zamanda bir talep ve bir buyruk edası taşıyordu. Yani bir şeye ''ol! '' diyordum. Olmasını istediğim şeyin olması için onun olmasına yardımcı olmam gerektiği de alttan alta kendini duyuruyordu. Bu dayatmayı fark edince, o adrese doğru ilk adımımı: '' bismillah'' diye atmaya pervasızca teşebbüs edebildim. Öyle yaptım. Bu, aynı zamanda, benim, tevekkülü hak etmek için giriştiğim teşebbüsün de başlangıcıydı. ''
acemi yolcu_ Rasim Özdenören
''Tevekkülü hak etmek''
29 Kasım 2015 Pazar
Sorumluluk
sorumluluk sınırsızdır. İnsan başlangıçta sorumsuzluk benzeri bu sınırsız sorumluluğa ata saygısı yüzünden gönüllü olarak kendini adamıştır. ama, tarih içindebu aşk ve sevgi sönmüş, bu yüzden insan gittikçe bilincinde olmadığı bir çöküş ve yıkılış eğrisi çizer olmuştur.
Doğunun batı karşısında bu son yüzyıllarda yenilişi, bu sınırsız sorumluluk ya da artık sorumluluğun niteliğini, kesinliğini kaybedişi, fazla yaygınlık yüzünden etkisini yitirişi ile de açıklanabilir. direnme gücünü kırmıştır çünkü sorum saplantısı. Şimdi de, aynı doğu mizacı, bu kez muhtevayı batı'dan alarak yeniden biçimlenmek iddia ve davâsında...
Batı'da, temelde, insan sorum tanımaz. Kendini kendine karşı sorumlu sayar. Ama bu sorumluluktan anladığı tüm gücünü kullanıp başkaları üzerinde hegomanya kurmaktır. insanı, kendisi değil, başkaları, insan gücünü başka güçler sınırlar. Realitede, insanı snırlayan güçsüzlüğüdür Batı anlayışında. gücün varsa, İskender ol, sezar ol, herkes seni alkışlayacaktır. Ama bir an bile boş durmamasın, sırtına her an hançeri sapayacak Brütüsler hazırdır çünkü.
Doğu'nun ve batı'nın,her konuda olduğu gibi, sorumluluk konusunda da aşırı uçlara giden tutumlarına karşılık, kendine özgü uygarlığının hakikat özüyle yoğrulu islam, teoride, kişi ve topum sorumluluklarını açık ve seçik bir şekilde belirlemiş ve bu iki kesim arasında birbirini kırıcı değil, destekleyici ve verimlendirici sınırlamalandırmayı yapabilmiştir. kişinin ve toplumun güçlerinin yettiği yere kadar altrüist bir sorumluluk duygu ve ahlâkı vardır islâmda.
müslüman, ülkü adamı olarak kendini Allah'a karşı bütün dünya ve insanlıktan sorumlu kabul eder; bir ülkü adamı olarak elinden geleni yapar, fakat ondan ötesi için artık '' tevekkül'' eder, kadere razı olur. Onun kaderciliği ve tevekkülü bu anlamdadır.
Yeryüzünün varisi ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi, yaratıkların en üstünü olma yazgısı, mümini, enerjik ve dinamik bir ruhla gücünün yettiği bir vazife sorumluluğunu omuzlamaya yöneltir. Ruhtaki ego taşlaşmasını eritmek, Tanrı rızasında fâni olmak, onu bu sorumlu dünyasında insanlığını bütünlemeye götürecektir. O kendini sadece bir hizmet eri olarak görecektir. Başarı ve ödül Allah'tandır ve otomatik olarak bir cevap gelir hizmetin sonunda. Onun baktığı hizmettir, ödülleniş değil. Takatı ölçüsünde sorumunu bütünlemektir amacı. ''
22 Kasım 2015 Pazar
Geçen dakiklarım
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?
Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?
Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?
Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?
21 Kasım 2015 Cumartesi
Ben hangi mimarım, bilseydin eğer
Birden o nazenin yüzüne indi
Gözlerinin yeşil denizlerinden
Gülümserdin; has bahçeye dönerdim
Bir zamanlar bulutlardaydı başım
Bir zamanlar sevdalı bir fenerdim
Sabah yalınayak kıyılarında
Avuçlardım doğuşunu güneşin
Akşamları gemilerden kovulur
Hayalini düşürürdüm izime
O sapsarı, günbatımında yanan
Saçlarınla sarılırdın yüzüme
Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de gökyüzü
Öylece dursaydık sonsuza kadar
Ben hangi mimarım, bilseydin eğer
Bir lügat yanmazdı böyle ansızın
Eriyip akmazdı kanda cümleler
Dokun, âh süzülsün alevlerinden
Heceler kurusun dudaklarında
Harflerinde beni bekle ve ısın
Yedi saray kurdum yedi tepede
Her gün birisinde uyanmalısın
1. Saray
Karanlık akıyor Sarayburnu’ndan
İçinde şiirden bir mumdur zaman
Fitilinde duman duman ayrılık
Topkapı nasıl da incinmiş bundan
Kimindir bu Saray, bu Sultan kimdir
Diye haykırıyor Aya İrini
Ne bilsin, geçerek son nefesinden
Ölmüyor, bulanlar gönül pîrini
Yerebatan Sarnıcı’ndan semaya
Hû diye yükselen suyun sesinden
Her gece nağmeye dönüyor hayal
Al diyor, İstanbul mehtabındır, al
2. Saray
Nakışları nerde Çinili Han’ın
Çemberlitaş hasta bir gezgin gibi
Kapalıçarşı’da başlayan yangın
Mısır Çarşısı’nda eski bir bahar
Darağacındayız daha dün gibi
Yine kırılıyor bizim aynalar
Genç Osman bakıyor cam kırığından
Surlar yıkılıyor hıçkırığından
Yerleş bu Saray’a kalmadan kışa
Kimimiz şehzade, kimimiz paşa
Yollarda bekliyor nice bendeniz
Yalnız sana meftun toprak ve deniz
3. Saray
Sinan mı bakıyor yoksa derinden
Süleymaniye’nin tut ellerinden
En içli duayı okusun taşlar
Öteye yolculuk kapıdan başlar
Bu saray bulunmaz Çin’de, Maçin’de
Sana bir külliye kurdum içinde
Kitaplardan oku ruhumu, heyhat
İksirde ölüm var, zehirde hayat
Gece masallarda açıyor çiçek
Rüya olanda mı, nerdedir gerçek
Yiğitleri bir bir uyanır yarın
Beyazıt’ta şaha kalkan atların
4. Saray
Bu Sarayın özü dünyaya değer
Gölgesi kaybolur havarilerin
Ertuğrul Gazi’nin kirpiklerinden
Damlayan su Fatih olurmuş meğer
Ürkek sahillere uzat elini
Bozdoğan Kemeri sarsın belini
Mekân kaybolurken görünsün ışık
Çözülsün yürekte kalan sarmaşık
Dal budak salıyor zulüm ve korku
Hüsrana gömüyor o hazin Şarkı
Yeter söndüğümüz ve yandığımız
Garbın ateşine aldandığımız
5. Saray
Zebun olmayacak artık cihangir
Bu Saray’a cümle kapısından gir
Yanına divit al, can mürekkebi
Bir de ben geleyim bir gölge gibi
Bırak da, kalbimde haykırıp yazsın
Beni divit kadar anlayamazsın
Ne haremağası, ne de cariye
Destanımı okur bir gün Kariye
O mel’un ihanet bilsin ki, vatan
Mahrem bir sevdadır, bizi ağlatan
Bir gün yeryüzünü sarar bu sızı
Piri Reis kıyar nikâhımızı
6. Saray
Bu nasıl çığlıktır, bu nasıl bir âh
Minare tutuştu, yandı mihrimah
Yıllardır inleyen Edirnekapı
Bilmez ki, kimindir bu eşsiz yapı
Çatlamış, mucize bekleyen duvar
Harcında Usta’nın gözyaşları var
Tekfur Sarayı’nda sönen meş’ale
Ruhumla tutuşup gelseydi dile
O simsiyah ezberleri bozardı
Kıskanmanın tarihini yazardı
Lâkin nice Rüstem erse murada
Buluşamaz ay ve güneş dünyada
7. Saray
Marmara’da kuşlar uçar kanatsız
Gönül süvarisi olur mu atsız
Lâle bahçeleri Leyla kokunca
Çeşmelerden âb-ı hayat akınca
Yiğitler çıkacak bin bir köşeden
Ordular kalkacak Bayrampaşa’dan
Haseki’ye ebabiller konacak
Avareler bunu rüya sanacak
Bir defa dinleyin ağalar, beyler
Bu şehrin surları size ne söyler:
Gül kokulu bir imandır İstanbul
En vefalı imtihandır İstanbul
Rüya
Çamlıca’da yollar gördüm, sararmış
Onlar da ben gibi seni ararmış
Hâlâ bir civanım on sekizinde
Merhem bulmalıyım aşkın izinde
Kendi yokluğumda var olmalıyım
Savrulmak nedendir, tutunmak niye
Ya Sultan asmalı beni bir göğe
Ya ben bir Sultana yâr olmalıyım
Ey derûn yurdunda büyüyen ırmak
Bileyim, nasıldır güneşe varmak
Erimek devlerin dert ocağında
Ve yeniden doğmak ölüm çağında
Gitmek zamanıdır öteye doğru
Çağrı bekliyorum, sade bir çağrı
Bir işaret, bir tebessüm, bir melek
Ne sen kaldın efkârımda, ne felek
Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de bir seyyah
Elele yürürdük sonsuza kadar
Nurullah Genç
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tev'emsin sen
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Merteben ayn-ı müsemmadadır esma sanma
Merci'in Halik-i eşyadadır eşya sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rüya sanma
Başkasın kendini suretle heyula sanma
Keşf ile sabit olan ma'niyi da'va sanma
Hakkına söylenen evsafı müdera sanma
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
İnleyip sırrını faş eyleme ağyara sakın
Düşme bilmezlik ile varta-i inkara sakın
Değmesin ahların kakül-i dildara sakın
Sonra Mansur gibi çıman olur dara sakın
Arz-ı acz etmeyesin yareden ol yare sakın
Bulduğun cevher-i alileri bi-çare sakın
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende
Sendedir ma'den-i envar-ı fütuvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice halet sende
Marifet sende hüner sende hakikat sende
Nazar etsen yer ü gök düzah u cennet sende
Arş u kürsi ü melek sendedir elbet sende
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Hayfdır şah iken alemde geda olmayasın
Kader-alude-i ümmid-i rica olmayasın
Vadi-i ye'se düşüp hiç ü heba olmayasın
Yanılıp reh-ver-i sahra-yı bela olmayasın
Ademe muttasıl ol ta ki cüda olmayasın
Secdeler eyle ki merdud-ı Huda olmayasın
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Şeyh Galib
Tesettürlü İlk Gün
biraz asilik (eğer aileden seni öyle istemeyen biri var ise)
biraz umursamaz bir tavır (tüm sorumluluğu alıyorum evet karışmayın hesapları)
biraz bireyselliğe ilk adımlar, aileden bağımsız karar alabilmeye başladığının ilk pırıltıları.
biraz kendi başınalık, yanlızlık.
biraz korku, korkudan kasıt tedirginlik.
biraz gurur, hamd ile, besmele ile kendinden emin adımların müsebbibi.
biraz yeni farkındalıklar
biraz ruhiyeti halin edebe ve ahlaka yansıyışı. hafif bir baş eğiş.
biraz tebessüm.
biraz mahcupluk, elmacık yanaklarının kızarması.
ile başlayan serüvenin gün içinde;
biraz acı, kalbe inen sızı; keza o zamanlar okulara giremiyorduk.
biraz farklı olmaklık; keza artık sen eski sen olmamalısın.
biraz daha fazla sorumluluğun ağırlığını hissetmek; keza ne yaparsan ''başörtülü kızlar....'' genellemesine giriyor bu toplumda.
her adımından her hareketinden sorumlu olman.(u: ha öncedende sorumluydun ama unutma artık sen ve senin gibi saf bir inançla yola çıkanlar farklısın yargısız infazla tehdit ediliyorsunuz)
biraz daha sorumluluk çünkü büyük değerlerin küçük görüldüğü dünyada değer bildiğin küçük görüneni büyük bir tevazu ve idrak ve bilinçle taşımalısın. küçük görüneni büyükleştirebilecek olan sensin sadece ve senin bu bilinçle örnek olacak yaşam tarzın.
dahada ileryen günlerde anlıyorsun ki,
biraz öfke
biraz anlaşılamama duygusu
biraz daha fazla kendini anlatma ifade etme isteği
çünkü anlıyorsun ki sadece kendinin sorumlulukları değil başkasının yanlış bir tavrıyla veyahut önyarglarıyla veyahut tamamen safça kafasında kurduğu kodlamalarla dolu sorgularla, sorgulanıyorsun sorgulanacaksın!
biraz nimete alışmamaya çalışmaca. çünkü gün be gün normalleşecek sen de bu idrak hele de nüfusun yüzde 90 küsürünün kağıtta müslüman olduğu bir toplumda. nimete alışma diyeceksin kendi kendine. alışmamalısın! o küçük heyecanını ilk günkü heyecanını diri tutmalısın bu yüzden. sıradanlaştırma.
totale bakınca anlıyorsun ki;
seni koruyan büyük bir güç. neyden neden nasıl koruduğunu tüm hücrelerinle hissedebildigin madden ufak manen çok büyük bir şey.(u: tabi sadece bilinciyle örtünmeye çalışanlar için)
kendi korurum ben korurdum! laflarının safsata olduğunu toplumda yer edinmek için bazen bazen sevdigin birini kıramamaktan gelen bazende nefsinin üzerinde oynadığı büyük oyunları tek başına kontrol edemeyeceğinin seneti. bir nev sigorta. kalbinde ki tereddütleri hissettiğin an yüklendiğin sorumluluğa uymuyorsa... kendinden utanmıyorsan yada toplumdan yada herhangi bir şey yoksa seni sınırlayan amerikadaysan mesela kimse hiçkimse seni sorgulamıyor yargılamıyorsa dahi nefsin seni dürtüyorsa içten içe... soruyorsun tesettürüne;
ben kendime yenildim ama sana da yenilmeliyim?
Hayır diyor bir ses HAYIR.
sonrasında farkediyorsun o anki dürtünün ne kadar boş oldugunu o an ne kadar istekli ve azgın olursa olsun.
işte böyle bir sigortalı hayata
her an sınanacağın tartılacağın
ve her an hamd ettirecek bir hayata ayak basışın olacak o ilk gün.
15 Kasım 2015 Pazar
Muammalık
İmkân ise istidattan ibaret değildir. İnsanların imkânı dediğimiz şey, o güne kadar ne idiyseler olduklarının ötesine gidebilme, üstüne çıkabilme gücüdür.
İnsan hayatı kendini tekrar edip duran bir devr-i dâim manzarası arz etmediği takdirde sahiden insan hayatı olur.
Sırrımız canlı olmamızın neyin canlanmasına hizmet edeceğinde saklı.
''Kendini bil'' diye boşuna söylenmemiş. Bilim, felsefe, sanat alanlarındaki bilgilerle kendimizi bilmedeki noksanımızı gideremeyiz. İnsan gerçeğinin esasına erenler bununla kendini bilme çabasının üstesinden gelmiş sayılmazlar. Çünkü '' kendilik bilgisi'' her kim ona kavuşmuşsa, yalnızca kendini kapsar. Demekki kendilik bilgisi biriciklik bilgisidir. Aradığımız bilgi, bilgi olma özelliğini kamuya sunulur sunulmaz kaybeder. Geçen bunca zaman insan ömrünün birisikliğine helal getirememiştir. Sahiciiğimiz biricikliğimizdendir.
Ya şimdiye kadar geçirdiğimiz yıllara hakkını vermiş, yahut yılllarımızı heba etmişizdir. Ömrümüzün her aşaması bilgisizliğimizi geride bırakmamıza vesile olduğu nispette değer taşır.
Acaba bilgisizlikten kurtulmak ve bu değeri kazanmak için kütüphanelere mi kapansak? yoksa maceradan maceraya atılıp bilinecek şeyi tecrübeden, hayat bilgisinden mi çıkarsak? Boşuna gayret... Ne kadar değerli olduğumuzun ölçüsünü tanık olduğumuz bu dünyada bulamayacağız.
Biz insanlar canımızın neyi canlı tuttuğu bilgisinden yoksun bırakılmakla kalmamışız; yaşarken hangi eylemler için yeterli olduğumuzun bilgisi de bizden saklanmıştır. Kim olursak olalım sadece bir tek alanda tercih yapmaya güç yetirebilriz: Kaderimize razı olmak veya kaderimize itiraz etmek.
Birinci şıkkı seçip takdire rıza göstermişsek ne için yaratıldığımızı da keşfetmişiz demektir.
Kaderinize itiraz ettiğiniz zaman yaratıldığınızı da inkâr etmiş olursunuz.
Yaşıyorsak doğuştan getirdiğimiz muamma bizimledir. Sona eren hayatlar sadece birer bilmecedir; ölüm onların muammalık vasfını yok etmiştir. Bu anlamda tarih de bir bilmecedir ve bir muamma değildir. Yaşarlık niteliğinden arındırılmış insanların, kendileriyle asla el sıkışamayacağımız, cevap vermek suretiyle artık bize nüfuz edemeyecek kişilerin zihnimizde uyandırdığı yankılar, eğri ve doğru biyografiler haline gelir, tarih olur. Gözlemlerimiz, tanıklarımız, delillerimiz ve ele geçirebildiğimiz bütün veriler sona ermiş hayatların ortalama anlayışlar düzeyinde açıklanması, aklîleştirilmesidir.
Demek ki kimlerden lursa olsun insanlardan birinin ''kaybedilmiş hayatı'' diğerleri katında gerçekte olduğundan çok daha sıradanlaştırılmış, muammasız kılınmış birer malzeme haline dönüşmek zorundadır. Sona ermiş hayatlar üzerine konuşup yazanlar keşfettiklerine inandıkları gerçekleri dile getirirler. Onların kabul edilmeye indirgenmiş bir mantık örgüsünün ötesinde, önceden sınanmış bir mantık çatkısının üstünde bir şeyi dile getirdikleri söylenebilir mi? Hayır. Sona eren hayatlar gözlemcilerin, delil toplayanların gözlemden yoksun kalanlara takdim ettiği bilmecelerdir. Hakkında konuşulan insanlardan hiçbiri içine konulduğu tabutun kapağını aralayıp 'ban sağken şu yoldan giderdim ' diyemeyecektir.
Yaşadığı müddetçe insan muammadır. Kabul edilmesinde hiç zorluk çekmeyeceğimiz gerçek şu ki bir insanın yaşayan insan nitelemesine uğraması onun nefes alıp vermesi, canlı varlıklara özgü işlevleri yerine getirmesi sebebiyle değildir. Herkim ki bizzat kendi hayatının mânâsını değişime uğratmaya müsait veriler üretmekten geri durmaz; işte biz ona ''yaşayan insan'' deriz. Bu ''yaşayan insan'' , hayatı hakkında söylenebilecek son sözü kendi türünden bir gözlemciye bırakmadığından dolayı bilmece değildir.
Neyin varisi olduğu hakkındaki bilinç insanı insan yapar. Çünkü insanın sürdürdüğü hayatla insan olmayanın mevcudiyeti arasında derece farkı değil, mahiyet farkı vardır. ''Sonuçta belki benim tanrısızlığımın Tanrıya yakınlığı'' demiş Martin Heidegger, '' felsefede Theism adı verilen şeyden daha fazladır. '' Milâdî yirminci yüzyılın en çetin filozofu, Tanrı'ya yakınlığı ağzına almadan edemiyor. Biz ne yapalım? Bizler ki Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu öğrenme tarihine erişmiş insanlarız. Gayet sarih bir biçimde fark ettiğimiz odur ki bizim Allah'a ne kadar yakın olduğumuz - cüretkârlığımız Heidegger'inki düzeyine çıkmadığı sürece - tam bir muammadır.
Allah'ın insana değil insanın Allah'a yakınlığı: İnsan hayatıyla insan olmayanın mevcudiyeti arasındaki farka anlam veren yegane belirti budur.
Biz daha ihtiyatlı davranıp yaşadığı müddetçe insanın istikamet üzere olup olmadığı hakkında Allah'tan başka hiç kimsenin - insanın kendisinin bile- kesin bilgisinin olmadığını söyleyeceğiz. Bu çok değerli bilgisizliğimiz yüzünden çıkmadık canda ümit vardır diyeceğiz. Çıkmadık canda ümit var sözünü işimize geldiği gibi kullandığımız bir atasözü olmaktan çıkarıp bir kültür ilkesi sayıldığı geleneğin sürdürücülüğünü benimsersek görürüz ki ümit muammanın kardeşidir. Her insan bir muamma olarak doğar diyeceğimize, her insan bir ümit olarak doğar dersek de olurdu. Her yaşayan insan , yaşayan her diğer insan karşısında bir ümittir.
İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradadasın
Fark!
insanlar cevap veriyorlar : Fark etmez!
İnsanların farktan imtina etmeleri cehaleti koyulaştırıyor, zulmü ağırlaştırıyor.
Farka nail olmamız için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır.
İnsanlar arası dürüst ilişkiler bu zihin açıklığı sayesinde kurulur. ''
İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradasın?
9 Kasım 2015 Pazartesi
Seccâdem
esasen mü'minin dünyadaki yeri de ancak bir seccâde kadardır... ''
12 Ekim 2015 Pazartesi
İslam İnsanınınKurtuluş Belgesi
28 Eylül 2015 Pazartesi
Zaman
Susarak anlattım bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak
Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı
İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından
En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince
Gel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın
Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstünden
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
Sebiller uçuşur parmaklarında
Ortak günlerimiz tarih şöleni
Saçlarında sayfa sayfa güneşi
İçimde bir sergi var portrelerin
Hayalim heryerde kavrar gölgeni
Aşka ve tabiata ulaştır bizi
Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden
Terketme n'olursun bir eşya gibi
Ölümsüz bir hasret yaşarken bende
Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar
İçimin ormanı bir yangın yeri
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye
Bir yanım vahşidir ürkütür seni
Aykırı düşerim sulhçulüğüne
Bir gün deli gibi sarsarak seni
Göklerin yolunu sorabilirim
Başımı taşlara vurabilirim
Aklımdan çıkarsa anılarımız
Paramparçayım sen onar beni
Topla aynalardan eski gölgemi
Göçebe ömrümü bağla zamana
Dağılsın içimin karıncaları
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Mehmet Akif Inan
Posted via Blogaway
7 Eylül 2015 Pazartesi
Yorgunluk Toplumu ve Tükenmişlik
'disiplin toplumundaki hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar, fabrikalar ın yerini fitness salonları, bürolar, gökdelenler, bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri, gen laboratuvarları almıştır. '
'itatkar özne performans öznesine dönüşmüştür. '
'sınırlamaları kaldırmış ve kip olarak -ebilmek kipini almıştır. (bkz: yes, we can) '
(bkz: proje),
(bkz: girişim),
(bkz: motivasyon) dönemin kavramları.
bu toplum; depresifleri ve mağlupları doğurur.
performans öznesi öyle hızlı ve üretkendir ki artık,
ilginç bir şekilde bu yapılabilirliliğin hızı, disiplin toplumundaki gerekliliği, zorunluluğu; ortadan kaldırmak yerine zorunluluğun randımanını artırır. ve süreklilik arz eder.
alain ehrenberg e göre depresyonun kariyeri işte bu noktadan itibaren başlıyor: '' depresyonun kariyeri, toplumsal sınıflar üzerinde otoriter ve yasaklayıcı bir hakimiyet kurup her iki cinsiyete de oynamaları gereken rolü tayin eden davranış kontrolü kisvesindeki terbiye modelinin yerini, herkesi şahsi teşebbüse davet edip kişinin kendisi olmasını mecbur kılan yeni normun almasıyla başladı... depresif kişi miktar dolayısıyla harap olmamıştır. takatinin kesilmesinin sebebi kendi olmak mecburiyeti dolayısıyla gösterdiği çabadır. ''
depresif kişi, yalnızca ve yalnızca kendini ait kılabilmek için, toplumsal buyruğu yerine getirmelidir.
'' depresyon , geç-modern insanın kendi olmak hususundaki başarısızlığının patolojik dışa vurumudur.''
(bkz: yorgunluk toplumu)
(bkz: byung chul han) *
bu minvalde,
hâlâ modern toplumun özgür olduğunu iddia edebilir miyiz?
ali şeriatinin yanlış hatırlamıyorsam biz ve ikbal kitabında bir hitabı vardı. özgürlük verilmez alınır diyordu kısaca ve hapishaneden salınan özgür olduğunu sanan bir mahkumun kaçarken vurulduğu örneğini göstererek bizi ne için neden özgür bıraktılar bunu sormak gerekir diyordu. hatırlamamızı arz ederim.
30 Ağustos 2015 Pazar
insanîleşmek
''herkesin müslüman olması elbette mânidar bir hedef değildir ama esas mütearifimiz odur ki islam herkese, yani bütün beşeriyete gerekli bir 'yeni hayat' sahasıdır. ''
''islam, dünyayı bütün fizikî ve manevî çehresiyle, yaradan-insan , insan-insan ve tabiat- insan ilişkileri ile güzelleştirmek ve ehlîleştirmek iddiasını taşıyor. '' *
(bkz: insanîleşirme)
29 Ağustos 2015 Cumartesi
İki İnsan Arasındaki Bağ
İletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
İki insan
Başka hiçbir yaratıkta olmayan
Geçirgen bağın başlatıcısıdır
Anneler ve babalar
Oğullar, kızlar, hısımlar
Komşular, hemşehriler, yurttaşlar
Hangileri arasından seçilirse seçilsin
İki insan bir araya gelince
O geçirgen bağa bir ilmek atar
Bazen fiyonk olur arada
Bazen her şey düğümlenir
Yine de sonuna kadar
Bu bağın götürdüğü
Yere kadar gitmez
İnsanlar
Dostluğa, kandaşlığa, aşka evet
Evet ama nereye kadar?
Bunun bir son kertesi vardır
Binlerce yıl iki insandan çok azı
Son kerteyi birlikte tanımıştır.
Süra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken
İki insan tahsil eder zamanı
En doğrusu son kertede iki insan
Vakitsiz okunmuş bir ezandır
Yusuf ile Şivekar
Vakitsiz okundular
Çünkü zaman
İki insan
Ya da
Hiç...
23 Ağustos 2015 Pazar
Kuyuya düşen...
"
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin?? "
Posted via Blogaway
Yaprak
" Örtünmenin ilk sâiki edeb yerlerini kapatmaktı. İlk ceddimiz "setr" zaruriyeti i yerine getirmek için cennet yapraklarını kullandılar.
Bu yüzden ilk elbise bize ilk ceddimizin kapıldığı vesvesenin yakıcı pişmanlığını ve âniden farkettikleri utancın hâtırasını anlatmaktadır. Eğer bir "giyim kültürü"nden söz etmek gerekirse, onun hudutlarını
"Ey Âdemoğulları! Bakın size edeb yerlerinizi örteceğiniz libas indirdik, hıl'at indirdik, fakat takva libası, o hepsinden hayırlı..." (araf sûresi 22-26)ayetinde aramak gerekir:
yani hayâ ve takvâ arasında.
Bu ölçü giyim-kuşam kültürünü giderek "edeb" kavramıbda billurlaştırmaktadır.
Libas "setr" ölçülerine uygunluktan başka tahir ve imkânlar çerçevesinde başkalarından giyimi ve kuşamı ile değil, bütün heyet-i umûmiyesine sindirdiği temizliği ile temâyüz eder; gerisi bir kültür tercihinden ibarettir. "
Yatağına kırgın ırmaklar
-Arzın Seccâdesinde-
Syf 150
Posted via Blogaway
17 Ağustos 2015 Pazartesi
Bilir misin...
Endişelerimi yazmaktan yorgunken
Umutlarım hayallerimde yoksa artık
Yahut insanlardan bahsetmek zorsa
Kendini bile anlayamamışken...
Neyi yazmalıyım?
Neyi yazmalı insan...
Meğer umut edip yazarmış insan
Değişmeye,
Değiştirmeye,
Sevmeye,
Sevince hüzne dair umudu varsa yazarmış...
Yazmak zor geliyorsa? Ne yapmalı peki?
Konuşamadığını yazamıyorsada eğer?
Nasıl anlatmalı birikenleri?
"Biriktirmeyin,yutun! "Ayetini uygulamak?
Uygulamak...
Uygulamalı sahi...
Lakin
Nasıl?
Ne kadar zor ne kadar değil?
Bunu yazınca mı boşalır insan?
Artık ne kalmıştır elinde?
Neyi paylaşmaya dair bulur?
Paylaşması muhtemel midir peki...
Peki karar verdi diyelim,
İstemesi ve kararı yeter mi sözlerin dökülmesine...
Sanki bilmezdim,
Lâl olurdum,
Bilir misin?!
06.08.2014
İstanbul
16 Ağustos 2015 Pazar
Sev
Ya Rab!
Bir şuh-i sitemkâr ki o
Sitemlerini içimde büyütüp çığlık yapmış.
O çığlıklar ki...
Kah gelmiş ona saplanmış,
Kah yeri gelmiş kuyu olmuş içimde
ona seslenmemi sağlamış...
Onun bana nasıl bir ....sın dediğine hitaben
Ben ona böyle sesleniyorum duy!
O böyle bir sitemkâr...
Şaşkınlığıma gülen
Döküntülerimi seven
Kitaplarımı toplayıp giden
Bu kızı,
Sitemkârımı SEV!
...
Sen'e sözlerimden...
Veda
Bu sehirden gidiyorum
Gözleri kör olmus kirlangiclar gibi
Gururu yikilmis soyatlar gibi
Bu sehirden gidiyorum.
Insanlar tas gibi bana yabanci
Agaclar bensiz hüküm giyecek bulvarda
Bir tanbur bir yanlizligi anlatiyorsa
O isiksiz pencereden
Ben onu duymuyor gibiyim
Bir agac ölüyorsa kapinizin önünde
Ben onu bile duymuyor gibiyim.
Bu sehirden gidiyorum
Gömerek geceyi icime
Sabahin hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu sehirden.
Erdem Bayazıt
Posted via Blogaway
Günce
Bu kadar çabuk teslim olmamalıydık...
Böyle değildik biz
Kabuğumuzu ilk kim kırdı
Kim çatlattı, sızı...
Soğuk giriyor artık...
Her esen meltemde içim ürküyor...
Çatlatmamalıydık!
Çatlatma! Diyebiliyor muyduk?
Diyemiyorduk ya sahi...
Ee o zaman?
Farazi mi hep konuştuklarımız, yaptıklarımız, çabalarımız...
"...atınca o attı." Enfal suresiydi demi?
Biz niye hep kendimiz attık sandık?
Yanıldık?
Yandık?
07.08.15
Ankara
Bir şuh-i sitemkâr güncesi notu
15 Ağustos 2015 Cumartesi
Garib oldum bu günlerde

Hani diyorum ki gönlüme;
deli gönül seni de kim seve,
bu yanlışa kim düşe,
sana da kimler aça gönül denen hanesini;
bir umut işte benimkisi, tüm utangaçlığınla, gizlisinden ama;
Sevdalım olur musun?
Bir şiir olsam umuda dair.
İçine de seni gizlesem,
Özlemle yazılmış cümlelerle donatsam, ünlemide vuslat olsa
Okuyanım olur musun?
Gecenin karanlığında yolunu yitirenler, yıldızlara dalar
Yönünü tayin edermiş göğün işaretlerinden.
Şimdi ben ki bir meçhule düşmüşüm, yelken alabora.
İşte burada, bir ışık
Yolumun aydınlatıcısı, işareti
Yıldızım olur musun?
Keşkeli cümlelerin yoğunlaştığı, geri dönülmezlerin ağır bastıgı hayatımda
Bir umut işte, gelsem,
içine baksam gözlerinin,
ağlasam sonra
Gözyaşım olur musun?
mehmet deveci
Biraz yağmur...
Aynaları kırarım,suretimi istemem |
14 Ağustos 2015 Cuma
ev ki ölmek içindir
şöyle ki;
''mimarî ;farklı varlık düzeylerinde ortaya çıkan problemleri değerlendirmek, tercihlere dayalı kararları almak ve mümkün seçenekleri ayıklamak suretiyle geliştirilen bir insan ürünü olması hasebiyle estetiğin ve teknolojinin alanında yer almaz. o , ahlâk ve din alanının bir ürünüdür. ''
''ailenin yapısı, çocukların eğitimi,kültürel amaçlar yaşlılara saygı ve mahremiyet şuuru, bir müslüman evinin planimetrik organizasyonuna yansır. ''
der turgut cansever.
montaigne'nin ölüm üzerine denemesindeki insanın mezarlığa bakan bir odada kalmasının huzur verdiğinden, hayatını daha iyi muhakeme altına alıp olumlu düşüncelerle hayattaki başa gelen olumsuz olaylara karşı dirençli ve daha tutarlı davranışlar sergileme gücünün bulunabilmesi için önemli bir düstur olduğundan bahseder.
aynı hassasiyetle; sadettin ökten hocam;
eski istanbul mahallelerinin değerini anlatırken bahsettiği ve eskiden cenaze'nin çarşıdan dolaşarak mezarlığa getirilmesinin toplumda insanların birbirlerine kötü günde destek verip birbirlerinden haberdar olması böylece sokak ve mahalle kavramlarının önem kazanmasını anlatırken aynı zamanda insanlarında her gün önlerinden geçen cenaze töreni ile kendilerine hayatlarına çeki düzen verdiğinden bahseder.
düşünmeli...
seçmeli...
yaşamalı...
sunulanla şekleylememeli müslüman...
13 Ağustos 2015 Perşembe
Seccâde
mezar gibi iki boyutlu bir mekândır; takriben yarım metre eninde, bir buçuk metre boyunda, mezardan bile daracık bir mekân; esasen mü'minin dünyadaki yeri de ancak bir seccâde kadardır; siz bilemediniz bir metrekare büyüklüğünde bir arz parçası; tek kişilik bir dünyâ.
Seccâde,
mü'min ferdiyetinin remzi;
mü'min, nasıl cemaatin, el cüz'ü lâ yetecezzâ, yani bütün mü'minler topluluğunu temsil ve târif etmeye ehliyetli en küçük parçası ise, seccâde dahi ''arz'' ın en mânidar ve en küçük cüz'ü.
Yatağına Kırgın Irmaklar
Ahmet Turan Altan