30 Aralık 2015 Çarşamba

Gideceği yeri olmak

" Aşkın eninde sonunda tek yanlı bir ilişki biçimi olduğunu söylüyorum.

Tek yanlı ve sevgiliye ulaşma iştiyakı...
Tek yanlı oluşu kural değil, olabilirlik...
Karşılıklı oluşa mani bir hal yok...
Aşk tek yanlı olabileceği gibi, tek yanlı olarak da gelişebilir...

Çünkü âşık karşılık beklemez...

O, sevgilinin orada olduğunu bilmekle yetinebilir...
Hele de aşk yatay boyuttan dikey boyuta evrildiğinde sevgili zaten ötelerde kalır.
Aşkta yatay boyut insan/insan ilişkisi...
Dikey boyut insan/tanrı ilişkisi...

Aşk özellikle bu yanıyla diğer sevgi biçimlerinden farklılaşır.

Gideceği bir yeri olmamak... Bu korkunç bir şey... Bu hali Dostoyevski Suç ve Ceza romanında olağanüstü etkiyle anlatır... Evsiz, yurtsuz kalmak değil gideceği yeri olmamak... Evi var, fakat gidemiyor. Eşi var, fakat görmesi engel olunmuş... Sokakta kalmış ya da bırakılmış... Evine, yurduna, sılasına dönemiyor... Mecnunun kentli hali... Bir bakıma...

İşte âşık, sıradan biri için felaket olan bu durumdan bile bir başına mutluluk çıkarmanın üstesinden gelmeyi başarabilir...

Sıradan birinin felaketi olan gideceği yeri olmamak, âşık için sorun sayılmaz; onun gideceği yer hazırdır: maşuku...

Olay, dışardan görenlerin düşündüğü gibi değil. Olaya dışardan bakanlar âşığın o halini mutsuzluk olarak yorumlayabilir. Oysa âşık halinden o denli memnun olabilir ki, derdinin izalesini değil, bilakis derdinin çoğalmasını talep edebilir. Mecnun, aynen böyle yapmıştı. Ünlü gazelinde: “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacından tabip” diye seslenmesi boşa olabilir mi?
Tabii burada derdi olmayla mutsuz olmayı birbirinden ayırabilmeliyiz.

Âşık maşukundan ayrı kalmakla derde düşmüştür, derdine de müpteladır. Onu dertli kılan aşk ise o, derdinin çoğalmasını talep etmeye fütur getirmez. Ama mutsuzluk! O farklı bir şey ve o talep edilmez.

Âşık derde, cefaya katlanmaya razıdır; ama mutsuzluk istenebilir bir yaşantı tarzı değildir. Dert, âşığı belki kamçılar, ama mutsuzluk onu atıl bırakır..."

Köşe yazılarından
Rasim Özdenören



Posted via Blogaway


19 Aralık 2015 Cumartesi

My blue sky 1

I was thinking to write a diary until the begining of my learning english term. But I couldnt set out somehow.

Today, it is a milestone to pace first step for me. I ought to say ''bismillah'' (which is said wherever or whenever in a situation that you call for God's help) and complete this initiative edition.

Actually, to tell the truth, this lasting day is not fertility as much as I've planned.

However, there is something to tell you what were my engagements.
As I mentioned before, It was not much, but it is.
I wake too late as it should be. I was upset. Yet, after I managed to muster my force, I decided to begin my day with a great breakfast which is not only a necessity for my diet but also help my moral hopeful.

Anyway, after all they are put an end...
while I was searching on the internet, I found a website, '' a year of reading the world '' about 196 country and its books. I am always keen to books, no matter where they are from. they should just tell me out unıversal human emotions. Therefore, I am really inquisitive to read this project. ( http://ayearofreadingtheworld.com/thelist/ ) If I manage to keep me going on my determination, I am going to read step by step and search each of them.

The other gain in my day is a story from ''beginner passenger'' by Rasim Özdenören, called Turkish ''acemi yolcu''. As I do always when I coulnt find to do something, I repeat three times salavat (which is a kind of respect words to our prophet). Ihen I open a saldom paper ın any book in front of me.

And For this one, the headline was  ''Deserving the Submission to God ''. Hence, I learned pretty good things from it.

''Deserving the Submission to God '' by Rasim Ö. said that:

''Much see and believe that you are living same things. Also, sometimes I can't help being persuaded like that. However, It needs to figure out that I encounter the events relevant to another things. ''

'' People had to know how they are going to go instead of where they are. Surprisingly, It means that They have to deserve the submission with their own endeavour. '' And additionally, the endeavour will require to attempt first pace which is ''bismillah'' for your action.

and my last gain for today is learnıng and hearing a device, called ''hang drum'', a kind of drum from switzeland. It is familiar with shield used in the war. :) somehow, It is played by Daniel Waples. They were quite interesting to hear his rithym to the world, just as he aimed to announce the peace coming from his drum. (http://www.hanginbalance.com/videos/)

Bir şeyler var! Geçme! Odaklan!

 '' Kimileri dönüp dönüp aynı şeyleri yaşadığımı sanabilir.
 Bazen ben de öyle sanmaktan kendimi alamıyorum.
 Ama her seferinde, olayın bir başka yönünün karşıma çıktığını fark etmem gerekiyor.'' Acemi yolcu_ Rasim Özdenörenden alıntı


 Gerçekten de öyle sanmaz mıyız?
 Bir kısır döngüye girer sanarız boğuluruz da boğuluruz aynı şeyi yaşamaktan.
 Allahım nasıl bir çukur ki aynı... hep aynı şeyler... sözler... hayatlar... şikayetler...

 Biz öyle sanıyoruz esasen olmayada bilir illaki farklı bir olgu dönüp dolaşıyordur içimizde. Aklıma bilim kurgu filmi '' küp ''geldi.

Düşünün yeniden sürekli 4 duvarı olan bir küpün içindesiniz ve aşağı yukarı sağ sol dört bir yanınızda küp. Ne kadar ilerleseniz de her şey aynı gibi... Ancak farkediyorsunuz ki bir süre sonra farklı bir şeyler var. İşte bu farkındalığı edindiğiniz anda gözlemlemeye başlıyorsunuz şikayet etmek yerine. Dikkatle özenle her bir detayı yeniden yeniden okuyorsunuz. Belki siz okuyamıyorsunuz ama yanınızdaki başka birine okutuyorsunuz ve farkediyorsunuz ki siz ve o da aslında öylesine konmamış oraya. Birşeyler var! yapman yahut yapmanız gereken birşeyler var!!

 Hadi bu örneğimi geçelim...
 Peki metrajcılar filmi neden tekrar tekrar başa sararlar? Yada güvenlik kameralarını neden tek sefer izlemezler?
Sordunuz mu, sorduk mu kendimize?

Peki biraz fazla uzatmış olacağım farkındayım ama bir küçük örnek de Kur'an dan gelsin: Rahman suresi! Rahman suresinde hangi ayet sürekli tekrar ediliyor biz insanlara? Neden tekrar ediliyor? niçin? Tekrar tekrar her yeni bir ayetten sonra neden okuyoruz o ayeti?

"  Febieyyi Alai Rabbiküma tükezziban "
"  Şimdi Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlayabilirsiniz? "

Peki... Öğretmenler ders anlatırken neden bir defa söyleyip geçmezler? hatta alışkanlık olur o günlük hayatta konuşurken de ders veriyor gibi tekrar ederler söylediklerini meslek hastalığına dönüşür adeta.

Bir şeyler var! Yapmanız gereken yahutta sadece farketmeniz gereken bir şeyler var!!
Demiyor mudur her birisi...

 Dur! Bekle! Düşün! Akl et! Bulamadın mı sar başa! kaçırma! bir şeyler var! geçemezsin çünkü geçmemen gerekiyordur bulman gerekiyordur.

Bir şeyler var! Burada bir şeyler!!
Fark et! Odaklan!

Tevekkül

'' Kimileri dönüp dönüp aynı şeyleri yaşadığımı sanabilir. Bazen ben de öyle sanmaktan kendimi alamıyorum. Ama her seferinde, olayın bir başka yönünün karşıma çıktığını fark etmem gerekiyor. ''

'' İnsan sadece ne aradığını değil, aradığı şeye(her neyse o) nasıl ulaşılacağını da bilmeliydi.
başkaca söylersem, tevekkülü hak etmem gerekiyordu. Tevekkülü bir çabayla hak edecektim. ''


'' İşte o zaman ağzımdan çıkan: ''beni doğru yola ilet'' cümlesini fark ettim. Evet, aynen bu cümleyi söyledim. Ama bu, dümdüz, vurgusuz, noktasız, virgülsüz, bir cümle değildi. bu, düpedüz bir yakarıştı. eğer oraya giden yollardan ancak bir tanesi en kestirme ve en doğru yol idiyse, bu durumda, benim farklı bir yolu denemem( bilerek de olsa bilmeden de olsa) sapma'yı tazammum edecekti. bilmeden de olsa dalalete düşmüş olacaktım.

Yakarıyordum, çünkü ben bilmesem bile, doğru olan bir yol vardı; yakarıyordum, çünkü ben özgürlüğe (veya nietzsche'nin deyişiyle bağımsızlığa) yazgılıydım. Yani benim için mümkün olabilecek başka karar verme tarzları da vardı, ama bunlardan ancak bir tanesi en doğru olandı.
'' beni doğru yola ilet yakarışı, aynı zamanda bir talep ve bir buyruk edası taşıyordu. Yani bir şeye ''ol! '' diyordum. Olmasını istediğim şeyin olması için onun olmasına yardımcı olmam gerektiği de alttan alta kendini duyuruyordu. Bu dayatmayı fark edince, o adrese doğru ilk adımımı: '' bismillah'' diye atmaya pervasızca teşebbüs edebildim. Öyle yaptım. Bu, aynı zamanda, benim, tevekkülü hak etmek için giriştiğim teşebbüsün de başlangıcıydı. ''

acemi yolcu_ Rasim Özdenören
''Tevekkülü hak etmek''

29 Kasım 2015 Pazar

Sorumluluk

'' Doğu düşüncesinde;
 sorumluluk sınırsızdır. İnsan başlangıçta sorumsuzluk benzeri bu sınırsız sorumluluğa ata saygısı yüzünden gönüllü olarak kendini adamıştır. ama, tarih içindebu aşk ve sevgi sönmüş, bu yüzden insan gittikçe bilincinde olmadığı bir çöküş ve yıkılış eğrisi çizer olmuştur.

 Doğunun batı karşısında bu son yüzyıllarda yenilişi, bu sınırsız sorumluluk ya da artık sorumluluğun niteliğini, kesinliğini kaybedişi, fazla yaygınlık yüzünden etkisini yitirişi ile de açıklanabilir. direnme gücünü kırmıştır çünkü sorum saplantısı. Şimdi de, aynı doğu mizacı, bu kez muhtevayı batı'dan alarak yeniden biçimlenmek iddia ve davâsında...

 Batı'da, temelde, insan sorum tanımaz. Kendini kendine karşı sorumlu sayar. Ama bu sorumluluktan anladığı tüm gücünü kullanıp başkaları üzerinde hegomanya kurmaktır. insanı, kendisi değil, başkaları, insan gücünü başka güçler sınırlar. Realitede, insanı snırlayan güçsüzlüğüdür Batı anlayışında. gücün varsa, İskender ol, sezar ol, herkes seni alkışlayacaktır. Ama bir an bile boş durmamasın, sırtına her an hançeri sapayacak Brütüsler hazırdır çünkü.

 Doğu'nun ve batı'nın,her konuda olduğu gibi, sorumluluk konusunda da aşırı uçlara giden tutumlarına karşılık, kendine özgü uygarlığının hakikat özüyle yoğrulu islam, teoride, kişi ve topum sorumluluklarını açık ve seçik bir şekilde belirlemiş ve bu iki kesim arasında birbirini kırıcı değil, destekleyici ve verimlendirici sınırlamalandırmayı yapabilmiştir. kişinin ve toplumun güçlerinin yettiği yere kadar altrüist bir sorumluluk duygu ve ahlâkı vardır islâmda.

müslüman, ülkü adamı olarak kendini Allah'a karşı bütün dünya ve insanlıktan  sorumlu kabul eder; bir ülkü adamı olarak elinden geleni yapar, fakat ondan ötesi için artık '' tevekkül'' eder, kadere razı olur. Onun kaderciliği ve tevekkülü bu anlamdadır.

Yeryüzünün varisi ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi, yaratıkların en üstünü olma yazgısı, mümini, enerjik ve dinamik bir ruhla gücünün yettiği bir vazife sorumluluğunu omuzlamaya yöneltir. Ruhtaki ego taşlaşmasını eritmek, Tanrı rızasında fâni olmak, onu bu sorumlu dünyasında insanlığını bütünlemeye götürecektir. O kendini sadece bir hizmet eri olarak görecektir. Başarı ve ödül Allah'tandır ve otomatik olarak bir cevap gelir hizmetin sonunda. Onun baktığı hizmettir, ödülleniş değil. Takatı ölçüsünde sorumunu bütünlemektir amacı. ''

22 Kasım 2015 Pazar

Geçen dakiklarım

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

21 Kasım 2015 Cumartesi

Ben hangi mimarım, bilseydin eğer

Çamlıca da bir ay gördüm; senindi
Birden o nazenin yüzüne indi
Gözlerinin yeşil denizlerinden
Gülümserdin; has bahçeye dönerdim
Bir zamanlar bulutlardaydı başım
Bir zamanlar sevdalı bir fenerdim
Sabah yalınayak kıyılarında
Avuçlardım doğuşunu güneşin
Akşamları gemilerden kovulur
Hayalini düşürürdüm izime
O sapsarı, günbatımında yanan
Saçlarınla sarılırdın yüzüme

Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de gökyüzü
Öylece dursaydık sonsuza kadar

Ben hangi mimarım, bilseydin eğer
Bir lügat yanmazdı böyle ansızın
Eriyip akmazdı kanda cümleler
Dokun, âh süzülsün alevlerinden
Heceler kurusun dudaklarında
Harflerinde beni bekle ve ısın
Yedi saray kurdum yedi tepede
Her gün birisinde uyanmalısın

 1.   Saray

Karanlık akıyor Sarayburnu’ndan
İçinde şiirden bir mumdur zaman
Fitilinde duman duman ayrılık
Topkapı nasıl da incinmiş bundan
Kimindir bu Saray, bu Sultan kimdir
Diye haykırıyor Aya İrini
Ne bilsin, geçerek son nefesinden
Ölmüyor, bulanlar gönül pîrini
Yerebatan Sarnıcı’ndan semaya
Hû diye yükselen suyun sesinden
Her gece nağmeye dönüyor hayal
Al diyor, İstanbul mehtabındır, al

2.   Saray

Nakışları nerde Çinili Han’ın
Çemberlitaş hasta bir gezgin gibi
Kapalıçarşı’da başlayan yangın
Mısır Çarşısı’nda eski bir bahar
Darağacındayız daha dün gibi
Yine kırılıyor bizim aynalar
Genç Osman bakıyor cam kırığından
Surlar yıkılıyor hıçkırığından
Yerleş bu Saray’a kalmadan kışa
Kimimiz şehzade, kimimiz paşa
Yollarda bekliyor nice bendeniz
Yalnız sana meftun toprak ve deniz

 3.   Saray

Sinan mı bakıyor yoksa derinden
Süleymaniye’nin tut ellerinden
En içli duayı okusun taşlar
Öteye yolculuk kapıdan başlar
Bu saray bulunmaz Çin’de, Maçin’de
Sana bir külliye kurdum içinde
Kitaplardan oku ruhumu, heyhat
İksirde ölüm var, zehirde hayat
Gece masallarda açıyor çiçek
Rüya olanda mı,  nerdedir gerçek
Yiğitleri bir bir uyanır yarın
Beyazıt’ta şaha kalkan atların

4.   Saray

Bu Sarayın özü dünyaya değer
Gölgesi kaybolur havarilerin
Ertuğrul Gazi’nin kirpiklerinden
Damlayan su Fatih olurmuş meğer
Ürkek sahillere uzat elini
Bozdoğan Kemeri sarsın belini
Mekân kaybolurken görünsün ışık
Çözülsün yürekte kalan sarmaşık
Dal budak salıyor zulüm ve korku
Hüsrana gömüyor o hazin Şarkı
Yeter söndüğümüz ve yandığımız
Garbın ateşine aldandığımız

 5.   Saray

Zebun olmayacak artık cihangir
Bu Saray’a cümle kapısından gir
Yanına divit al, can mürekkebi
Bir de ben geleyim bir gölge gibi
Bırak da, kalbimde haykırıp yazsın
Beni divit kadar anlayamazsın
Ne haremağası, ne de cariye
Destanımı okur bir gün Kariye
O mel’un ihanet bilsin ki, vatan
Mahrem bir sevdadır, bizi ağlatan
Bir gün yeryüzünü sarar bu sızı
Piri Reis kıyar nikâhımızı

6.   Saray

Bu nasıl çığlıktır, bu nasıl bir âh
Minare tutuştu, yandı mihrimah
Yıllardır inleyen Edirnekapı
Bilmez ki, kimindir bu eşsiz yapı
Çatlamış, mucize bekleyen duvar
Harcında Usta’nın gözyaşları var
Tekfur Sarayı’nda sönen meş’ale
Ruhumla tutuşup gelseydi dile
O simsiyah ezberleri bozardı
Kıskanmanın tarihini yazardı
Lâkin nice Rüstem erse murada
Buluşamaz ay ve güneş dünyada

7.   Saray

Marmara’da kuşlar uçar kanatsız
Gönül süvarisi olur mu atsız
Lâle bahçeleri Leyla kokunca
Çeşmelerden âb-ı hayat akınca
Yiğitler çıkacak bin bir köşeden
Ordular kalkacak Bayrampaşa’dan
Haseki’ye ebabiller konacak
Avareler bunu rüya sanacak
Bir defa dinleyin ağalar, beyler
Bu şehrin surları size ne söyler:
Gül kokulu bir imandır İstanbul
En vefalı imtihandır İstanbul

Rüya

Çamlıca’da yollar gördüm, sararmış
Onlar da ben gibi seni ararmış
Hâlâ bir civanım on sekizinde
Merhem bulmalıyım aşkın izinde
Kendi yokluğumda var olmalıyım
Savrulmak nedendir, tutunmak niye
Ya Sultan asmalı beni bir göğe
Ya ben bir Sultana yâr olmalıyım

Ey derûn yurdunda büyüyen ırmak
Bileyim, nasıldır güneşe varmak
Erimek devlerin dert ocağında
Ve yeniden doğmak ölüm çağında
Gitmek zamanıdır öteye doğru
Çağrı bekliyorum, sade bir çağrı
Bir işaret, bir tebessüm, bir melek
Ne sen kaldın efkârımda, ne felek

Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de bir seyyah
Elele yürürdük sonsuza kadar
Nurullah Genç

Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Ey dil ey dil niye bu rütbede pürgamsın sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tev'emsin sen

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen 
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen 

Merteben ayn-ı müsemmadadır esma sanma
Merci'in Halik-i eşyadadır eşya sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rüya sanma
Başkasın kendini suretle heyula sanma
Keşf ile sabit olan ma'niyi da'va sanma
Hakkına söylenen evsafı müdera sanma

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

İnleyip sırrını faş eyleme ağyara sakın 
Düşme bilmezlik ile varta-i inkara sakın 
Değmesin ahların kakül-i dildara sakın 
Sonra Mansur gibi çıman olur dara sakın 
Arz-ı acz etmeyesin yareden ol yare sakın 
Bulduğun cevher-i alileri bi-çare sakın 

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen 
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen 

Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende 
Sendedir ma'den-i envar-ı fütuvvet sende 
Gizli gizli dahi vardır nice halet sende 
Marifet sende hüner sende hakikat sende 
Nazar etsen yer ü gök düzah u cennet sende 
Arş u kürsi ü melek sendedir elbet sende 

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Hayfdır şah iken alemde geda olmayasın
Kader-alude-i ümmid-i rica olmayasın
Vadi-i ye'se düşüp hiç ü heba olmayasın
Yanılıp reh-ver-i sahra-yı bela olmayasın
Ademe muttasıl ol ta ki cüda olmayasın
Secdeler eyle ki merdud-ı Huda olmayasın

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Şeyh Galib

Tesettürlü İlk Gün

 biraz zaaflar
 biraz asilik (eğer aileden seni öyle istemeyen biri var ise)
 biraz umursamaz bir tavır (tüm sorumluluğu alıyorum evet karışmayın hesapları)
 biraz bireyselliğe ilk adımlar, aileden bağımsız karar alabilmeye başladığının ilk pırıltıları.
 biraz kendi başınalık, yanlızlık.
 biraz korku, korkudan kasıt tedirginlik.
 biraz gurur, hamd ile, besmele ile kendinden emin adımların müsebbibi.
 biraz yeni farkındalıklar
 biraz ruhiyeti halin edebe ve ahlaka yansıyışı. hafif bir baş eğiş.
 biraz tebessüm.
 biraz mahcupluk, elmacık yanaklarının kızarması.

 ile başlayan serüvenin gün içinde;
 biraz acı, kalbe inen sızı; keza o zamanlar okulara giremiyorduk.
 biraz farklı olmaklık; keza artık sen eski sen olmamalısın.
 biraz daha fazla sorumluluğun ağırlığını hissetmek; keza ne yaparsan ''başörtülü kızlar....'' genellemesine giriyor bu toplumda.
 her adımından her hareketinden sorumlu olman.(u: ha öncedende sorumluydun ama unutma artık sen ve senin gibi saf bir inançla yola çıkanlar farklısın yargısız infazla tehdit ediliyorsunuz)
 biraz daha sorumluluk çünkü büyük değerlerin küçük görüldüğü dünyada değer bildiğin küçük görüneni büyük bir tevazu ve idrak ve bilinçle taşımalısın. küçük görüneni büyükleştirebilecek olan sensin sadece ve senin bu bilinçle örnek olacak yaşam tarzın.

 dahada ileryen günlerde anlıyorsun ki,
 biraz öfke
 biraz anlaşılamama duygusu
 biraz daha fazla kendini anlatma ifade etme isteği
 çünkü anlıyorsun ki sadece kendinin sorumlulukları değil başkasının yanlış bir tavrıyla veyahut önyarglarıyla veyahut tamamen safça kafasında kurduğu kodlamalarla dolu sorgularla, sorgulanıyorsun sorgulanacaksın!
 biraz nimete alışmamaya çalışmaca. çünkü gün be gün normalleşecek sen de bu idrak hele de nüfusun yüzde 90 küsürünün kağıtta müslüman olduğu bir toplumda. nimete alışma diyeceksin kendi kendine. alışmamalısın! o küçük heyecanını ilk günkü heyecanını diri tutmalısın bu yüzden. sıradanlaştırma.

 totale bakınca anlıyorsun ki;
 seni koruyan büyük bir güç. neyden neden nasıl koruduğunu tüm hücrelerinle hissedebildigin madden ufak manen çok büyük bir şey.(u:  tabi sadece bilinciyle örtünmeye çalışanlar için)
 kendi korurum ben korurdum! laflarının safsata olduğunu toplumda yer edinmek için bazen bazen sevdigin birini kıramamaktan gelen bazende nefsinin üzerinde oynadığı büyük oyunları tek başına kontrol edemeyeceğinin seneti. bir nev sigorta. kalbinde ki tereddütleri hissettiğin an yüklendiğin sorumluluğa uymuyorsa... kendinden utanmıyorsan yada toplumdan yada herhangi bir şey yoksa seni sınırlayan amerikadaysan mesela kimse hiçkimse seni sorgulamıyor yargılamıyorsa dahi nefsin seni dürtüyorsa içten içe... soruyorsun tesettürüne;

 ben kendime yenildim ama sana da yenilmeliyim?
 Hayır diyor bir ses HAYIR.
 sonrasında farkediyorsun o anki dürtünün ne kadar boş oldugunu o an ne kadar istekli ve azgın olursa olsun.

 işte böyle bir sigortalı hayata
 her an sınanacağın tartılacağın
 ve her an hamd ettirecek bir hayata ayak basışın olacak o ilk gün.

15 Kasım 2015 Pazar

Muammalık

Birer muamma olarak doğarız: Kimin kaç gün yaşayacağı, nasıl bir ömür süreceği, ne uğruna tükeneceği hiçbir kulun malûmu değildir. İnsanoğluna muammalık sıfatı yakıştırırken şunu gözden kaçırmazsak isabet kaybederiz: Her kime muamma demişsek o, muammalı saydığımız yanını ancak bedeninde can taşıdığı sürece muhafaza edebilecektir. Can taşımak imkan taşımak demektir.

İmkân ise istidattan ibaret değildir. İnsanların imkânı dediğimiz şey, o güne kadar ne idiyseler olduklarının ötesine gidebilme, üstüne çıkabilme gücüdür.

İnsan hayatı kendini tekrar edip duran bir devr-i dâim manzarası arz etmediği takdirde sahiden insan hayatı olur.

Sırrımız canlı olmamızın neyin canlanmasına hizmet edeceğinde saklı.

''Kendini bil'' diye boşuna söylenmemiş. Bilim, felsefe, sanat alanlarındaki bilgilerle kendimizi bilmedeki noksanımızı gideremeyiz. İnsan gerçeğinin esasına erenler bununla kendini bilme çabasının üstesinden gelmiş sayılmazlar. Çünkü '' kendilik bilgisi'' her kim ona kavuşmuşsa, yalnızca kendini kapsar. Demekki kendilik bilgisi biriciklik bilgisidir. Aradığımız bilgi, bilgi olma özelliğini kamuya sunulur sunulmaz kaybeder. Geçen bunca zaman insan ömrünün birisikliğine helal getirememiştir. Sahiciiğimiz biricikliğimizdendir.

Ya şimdiye kadar geçirdiğimiz yıllara hakkını vermiş, yahut yılllarımızı heba etmişizdir. Ömrümüzün her aşaması bilgisizliğimizi geride bırakmamıza vesile olduğu nispette değer taşır.

Acaba bilgisizlikten kurtulmak ve bu değeri kazanmak için kütüphanelere mi kapansak? yoksa maceradan maceraya atılıp bilinecek şeyi tecrübeden, hayat bilgisinden mi çıkarsak? Boşuna gayret... Ne kadar değerli olduğumuzun ölçüsünü tanık olduğumuz bu dünyada bulamayacağız.

Biz insanlar canımızın neyi canlı tuttuğu bilgisinden yoksun bırakılmakla kalmamışız; yaşarken hangi eylemler için yeterli olduğumuzun bilgisi de bizden saklanmıştır. Kim olursak olalım sadece bir tek alanda tercih yapmaya güç yetirebilriz: Kaderimize razı olmak veya kaderimize itiraz etmek.

Birinci şıkkı seçip takdire rıza göstermişsek ne için yaratıldığımızı da keşfetmişiz demektir.
Kaderinize itiraz ettiğiniz zaman yaratıldığınızı da inkâr etmiş olursunuz.

Yaşıyorsak doğuştan getirdiğimiz muamma bizimledir. Sona eren hayatlar sadece birer bilmecedir; ölüm onların muammalık vasfını yok etmiştir. Bu anlamda tarih de bir bilmecedir ve bir muamma değildir. Yaşarlık niteliğinden arındırılmış insanların, kendileriyle asla el sıkışamayacağımız, cevap vermek suretiyle artık bize nüfuz edemeyecek kişilerin zihnimizde uyandırdığı yankılar, eğri ve doğru biyografiler haline gelir, tarih olur. Gözlemlerimiz, tanıklarımız, delillerimiz ve ele geçirebildiğimiz bütün veriler sona ermiş hayatların ortalama anlayışlar düzeyinde açıklanması, aklîleştirilmesidir.

Demek ki kimlerden lursa olsun insanlardan birinin ''kaybedilmiş hayatı'' diğerleri katında gerçekte olduğundan çok daha sıradanlaştırılmış, muammasız kılınmış birer malzeme haline dönüşmek zorundadır. Sona ermiş hayatlar üzerine konuşup yazanlar keşfettiklerine inandıkları gerçekleri dile getirirler. Onların kabul edilmeye indirgenmiş bir mantık örgüsünün ötesinde, önceden sınanmış bir mantık çatkısının üstünde bir şeyi dile getirdikleri söylenebilir mi? Hayır. Sona eren hayatlar gözlemcilerin, delil toplayanların gözlemden yoksun kalanlara takdim ettiği bilmecelerdir. Hakkında konuşulan insanlardan hiçbiri içine konulduğu tabutun kapağını aralayıp 'ban sağken şu yoldan giderdim ' diyemeyecektir.

 Yaşadığı müddetçe insan muammadır. Kabul edilmesinde hiç zorluk çekmeyeceğimiz gerçek şu ki bir insanın yaşayan insan nitelemesine uğraması onun nefes alıp vermesi, canlı varlıklara özgü işlevleri yerine getirmesi sebebiyle değildir. Herkim ki bizzat kendi hayatının mânâsını değişime uğratmaya müsait veriler üretmekten geri durmaz; işte biz ona ''yaşayan insan'' deriz. Bu ''yaşayan insan'' , hayatı hakkında söylenebilecek son sözü kendi türünden bir gözlemciye bırakmadığından dolayı bilmece değildir.

Neyin varisi olduğu hakkındaki bilinç insanı insan yapar. Çünkü insanın sürdürdüğü hayatla insan olmayanın mevcudiyeti arasında derece farkı değil, mahiyet farkı vardır. ''Sonuçta belki benim tanrısızlığımın Tanrıya yakınlığı'' demiş Martin Heidegger, '' felsefede Theism adı verilen şeyden daha fazladır. '' Milâdî yirminci yüzyılın en çetin filozofu, Tanrı'ya yakınlığı ağzına almadan edemiyor. Biz ne yapalım? Bizler ki Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu öğrenme tarihine erişmiş insanlarız. Gayet sarih bir biçimde fark ettiğimiz odur ki bizim Allah'a ne kadar yakın olduğumuz - cüretkârlığımız Heidegger'inki düzeyine çıkmadığı sürece - tam bir muammadır.

Allah'ın insana değil insanın Allah'a yakınlığı: İnsan hayatıyla insan olmayanın mevcudiyeti arasındaki farka anlam veren yegane belirti budur.

Biz daha ihtiyatlı davranıp yaşadığı müddetçe insanın istikamet üzere olup olmadığı hakkında Allah'tan başka hiç kimsenin - insanın kendisinin bile- kesin bilgisinin olmadığını söyleyeceğiz. Bu çok değerli bilgisizliğimiz yüzünden çıkmadık canda ümit vardır diyeceğiz. Çıkmadık canda ümit var sözünü işimize geldiği gibi kullandığımız bir atasözü olmaktan çıkarıp bir kültür ilkesi sayıldığı geleneğin sürdürücülüğünü benimsersek görürüz ki ümit muammanın kardeşidir. Her insan bir muamma olarak doğar diyeceğimize, her insan bir ümit olarak doğar dersek de olurdu. Her yaşayan insan , yaşayan her diğer insan karşısında bir ümittir.

İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradadasın



Fark!

'' İnsanlar soruyorlar:  Ne fark eder?
insanlar cevap veriyorlar : Fark etmez!
İnsanların farktan imtina etmeleri cehaleti koyulaştırıyor, zulmü ağırlaştırıyor.
Farka nail olmamız için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır.
İnsanlar arası dürüst ilişkiler bu zihin açıklığı sayesinde kurulur. ''

İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradasın?

9 Kasım 2015 Pazartesi

Seccâdem

'' .....uzletin, tecrîdin ve fikrî keşifleşmenin mekânı;
esasen mü'minin dünyadaki yeri de ancak bir seccâde kadardır... ''

12 Ekim 2015 Pazartesi

İslam İnsanınınKurtuluş Belgesi

''Arz, bizi yakan ateşten bir kor haline gelse, bütün insanlar şeytanın hocası kesilseler ve dünya yüzünde tek bir Müslüman kalsa, yer, gök, taş, toprak, toz ve duman bile inkârın, reddin en baştan çıkarıcı, göz boyayıcı, akıl çelici, ruhu cezp edici mikrofonu, hoparlörü, sahnesi ve ekranı haline gelse, yine o Müslüman, bütün bunlara omuz silkecek, dönüp bakmayacak, gülüp geçecek bir iman ve ruh sağlamlığında olmak borcunda ve gücündedir.
Hiçbir diriliş erinin[islam insanının] unutmayacağı ilk ilke, ilk varoluş ilkesi, ilk kurtuluş belgesi budur.” (Sezai Karakoç, Gündönümü, s.17-19)

28 Eylül 2015 Pazartesi

Zaman



Susarak anlattım bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak

Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı

İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından

En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince

Gel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın

Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstünden

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
Sebiller uçuşur parmaklarında

Ortak günlerimiz tarih şöleni
Saçlarında sayfa sayfa güneşi

İçimde bir sergi var portrelerin
Hayalim heryerde kavrar gölgeni

Aşka ve tabiata ulaştır bizi
Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden

Terketme n'olursun bir eşya gibi
Ölümsüz bir hasret yaşarken bende

Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar
İçimin ormanı bir yangın yeri

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye

Bir yanım vahşidir ürkütür seni
Aykırı düşerim sulhçulüğüne

Bir gün deli gibi sarsarak seni
Göklerin yolunu sorabilirim

Başımı taşlara vurabilirim
Aklımdan çıkarsa anılarımız

Paramparçayım sen onar beni
Topla aynalardan eski gölgemi

Göçebe ömrümü bağla zamana
Dağılsın içimin karıncaları

Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni

Mehmet Akif Inan



Posted via Blogaway


7 Eylül 2015 Pazartesi

Yorgunluk Toplumu ve Tükenmişlik

21. yüzyıl topluna verilen isim. 

'disiplin toplumundaki hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar, fabrikalar ın yerini fitness salonları, bürolar, gökdelenler, bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri, gen laboratuvarları almıştır. ' 

'itatkar özne performans öznesine dönüşmüştür. ' 

'sınırlamaları kaldırmış ve kip olarak -ebilmek kipini almıştır. (bkz: yes, we can) ' 

(bkz: proje), 
(bkz: girişim), 
(bkz: motivasyon) dönemin kavramları. 

bu toplum; depresifleri ve mağlupları doğurur. 

performans öznesi öyle hızlı ve üretkendir ki artık, 
ilginç bir şekilde bu yapılabilirliliğin hızı, disiplin toplumundaki gerekliliği, zorunluluğu; ortadan kaldırmak yerine zorunluluğun randımanını artırır. ve süreklilik arz eder. 

alain ehrenberg e göre depresyonun kariyeri işte bu noktadan itibaren başlıyor: '' depresyonun kariyeri, toplumsal sınıflar üzerinde otoriter ve yasaklayıcı bir hakimiyet kurup her iki cinsiyete de oynamaları gereken rolü tayin eden davranış kontrolü kisvesindeki terbiye modelinin yerini, herkesi şahsi teşebbüse davet edip kişinin kendisi olmasını mecbur kılan yeni normun almasıyla başladı... depresif kişi miktar dolayısıyla harap olmamıştır. takatinin kesilmesinin sebebi kendi olmak mecburiyeti dolayısıyla gösterdiği çabadır. '' 

depresif kişi, yalnızca ve yalnızca kendini ait kılabilmek için, toplumsal buyruğu yerine getirmelidir

'' depresyon , geç-modern insanın kendi olmak hususundaki başarısızlığının patolojik dışa vurumudur.'' 

(bkz: yorgunluk toplumu
(bkz: byung chul han* 

bu minvalde, 

hâlâ modern toplumun özgür olduğunu iddia edebilir miyiz? 

ali şeriatinin yanlış hatırlamıyorsam biz ve ikbal kitabında bir hitabı vardı. özgürlük verilmez alınır diyordu kısaca ve hapishaneden salınan özgür olduğunu sanan bir mahkumun kaçarken vurulduğu örneğini göstererek bizi ne için neden özgür bıraktılar bunu sormak gerekir diyordu. hatırlamamızı arz ederim. 

30 Ağustos 2015 Pazar

insanîleşmek

'' bütün dünya müslüman olduğunda neye karşı mücadele etmemiz icad ediyorsa, ona doğru tefekkür etmemiz gerekiyor. islam, müslüman milletlerin mücadele parolası veya istiklal doktrini değil, dünyayı, öncesi ve sonrasıyla ıslah etme ve güzelleştirme projesi olarak anlaşılmalı, böylece tebliğ ve teklif edilmelidir.'' 

''herkesin müslüman olması elbette mânidar bir hedef değildir ama esas mütearifimiz odur ki islam herkese, yani bütün beşeriyete gerekli bir 'yeni hayat' sahasıdır. '' 

''islam, dünyayı bütün fizikî ve manevî çehresiyle, yaradan-insan , insan-insan ve tabiat- insan ilişkileri ile güzelleştirmek ve ehlîleştirmek iddiasını taşıyor. '' * 

(bkz: insanîleşirme)

29 Ağustos 2015 Cumartesi

İki İnsan Arasındaki Bağ

İnsan soyu
İletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
İki insan
Başka hiçbir yaratıkta olmayan
Geçirgen bağın başlatıcısıdır
Anneler ve babalar
Oğullar, kızlar, hısımlar
Komşular, hemşehriler, yurttaşlar
Hangileri arasından seçilirse seçilsin
İki insan bir araya gelince
O geçirgen bağa bir ilmek atar
Bazen fiyonk olur arada
Bazen her şey düğümlenir
Yine de sonuna kadar
Bu bağın götürdüğü
Yere kadar gitmez
İnsanlar
Dostluğa, kandaşlığa, aşka evet
Evet ama nereye kadar? 

Bunun bir son kertesi vardır
Binlerce yıl iki insandan çok azı 
Son kerteyi birlikte tanımıştır. 
Süra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken 
İki insan tahsil eder zamanı
En doğrusu son kertede iki insan 
Vakitsiz okunmuş bir ezandır 
Yusuf ile Şivekar
Vakitsiz okundular
Çünkü zaman
İki insan
Ya da
Hiç...

23 Ağustos 2015 Pazar

Kuyuya düşen...

"
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin??  "



Posted via Blogaway


Yaprak

" Örtünmenin ilk sâiki edeb yerlerini kapatmaktı. İlk ceddimiz "setr" zaruriyeti i yerine getirmek için cennet yapraklarını kullandılar.

Bu yüzden ilk elbise bize ilk ceddimizin kapıldığı vesvesenin yakıcı pişmanlığını ve âniden farkettikleri utancın hâtırasını anlatmaktadır. Eğer bir "giyim kültürü"nden söz etmek gerekirse, onun hudutlarını

"Ey Âdemoğulları! Bakın size edeb yerlerinizi örteceğiniz libas indirdik, hıl'at indirdik, fakat takva libası, o hepsinden hayırlı..." (araf sûresi 22-26)ayetinde aramak gerekir:

yani hayâ ve takvâ arasında.

Bu ölçü giyim-kuşam kültürünü giderek "edeb" kavramıbda billurlaştırmaktadır.

Libas "setr" ölçülerine uygunluktan başka tahir ve imkânlar çerçevesinde başkalarından giyimi ve kuşamı ile değil, bütün heyet-i umûmiyesine sindirdiği temizliği ile temâyüz eder; gerisi bir kültür tercihinden ibarettir. "

Yatağına kırgın ırmaklar
-Arzın Seccâdesinde-
Syf 150



Posted via Blogaway


17 Ağustos 2015 Pazartesi

Bilir misin...

Endişelerimi yazmaktan yorgunken
Umutlarım hayallerimde yoksa artık
Yahut insanlardan bahsetmek zorsa
Kendini bile anlayamamışken...
Neyi yazmalıyım?
Neyi yazmalı insan...
Meğer umut edip yazarmış insan
Değişmeye,
Değiştirmeye,
Sevmeye,
Sevince hüzne dair umudu varsa yazarmış...
Yazmak zor geliyorsa? Ne yapmalı peki?
Konuşamadığını yazamıyorsada eğer?
Nasıl anlatmalı birikenleri?
"Biriktirmeyin,yutun! "Ayetini uygulamak?
Uygulamak...
Uygulamalı sahi...
Lakin
Nasıl?
Ne kadar zor ne kadar değil?
Bunu yazınca mı boşalır insan?
Artık ne kalmıştır elinde?
Neyi paylaşmaya dair bulur?
Paylaşması muhtemel midir peki...
Peki karar verdi diyelim,
İstemesi ve kararı yeter mi sözlerin dökülmesine...
Sanki bilmezdim,
Lâl olurdum,
Bilir misin?!

06.08.2014
İstanbul


16 Ağustos 2015 Pazar

Sev

Ya Rab!
Bir şuh-i sitemkâr ki o
Sitemlerini içimde büyütüp çığlık yapmış.
O çığlıklar ki...
Kah gelmiş ona saplanmış,
Kah yeri gelmiş kuyu olmuş içimde
ona seslenmemi sağlamış...
Onun bana nasıl bir ....sın dediğine hitaben
Ben ona böyle sesleniyorum duy!
O böyle bir sitemkâr...

Şaşkınlığıma gülen
Döküntülerimi seven
Kitaplarımı toplayıp giden
Bu kızı,
Sitemkârımı SEV!
...

Sen'e sözlerimden...


Veda



Bu sehirden gidiyorum
Gözleri kör olmus kirlangiclar gibi
Gururu yikilmis soyatlar gibi
Bu sehirden gidiyorum.

Insanlar tas gibi bana yabanci
Agaclar bensiz hüküm giyecek bulvarda
Bir tanbur bir yanlizligi anlatiyorsa
O isiksiz pencereden
Ben onu duymuyor gibiyim
Bir agac ölüyorsa kapinizin önünde
Ben onu bile duymuyor gibiyim.

Bu sehirden gidiyorum
Gömerek geceyi icime
Sabahin hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu sehirden.

Erdem Bayazıt



Posted via Blogaway


Günce

Bu kadar çabuk umut etmemeliydik...
Bu kadar çabuk teslim olmamalıydık...

Böyle değildik biz
Kabuğumuzu ilk kim kırdı
Kim çatlattı, sızı...
Soğuk giriyor artık...
Her esen meltemde içim ürküyor...

Çatlatmamalıydık!
Çatlatma! Diyebiliyor muyduk?
Diyemiyorduk ya sahi...
Ee o zaman?
Farazi mi hep konuştuklarımız, yaptıklarımız, çabalarımız...
"...atınca o attı." Enfal suresiydi demi?

Biz niye hep kendimiz attık sandık?
Yanıldık?
Yandık?

07.08.15
Ankara
Bir şuh-i sitemkâr güncesi notu

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Garib oldum bu günlerde


Hani diyorum ki gönlüme;
deli gönül seni de kim seve,
bu yanlışa kim düşe,
sana da kimler aça gönül denen hanesini; 
bir umut işte benimkisi, tüm utangaçlığınla, gizlisinden ama;
Sevdalım olur musun?
Bir şiir olsam umuda dair.
İçine de seni gizlesem,
Özlemle yazılmış cümlelerle donatsam, ünlemide vuslat olsa
Okuyanım olur musun?

Gecenin karanlığında yolunu yitirenler, yıldızlara dalar
Yönünü tayin edermiş göğün işaretlerinden.
Şimdi ben ki bir meçhule düşmüşüm, yelken alabora. 
İşte burada, bir ışık
Yolumun aydınlatıcısı, işareti
Yıldızım olur musun?

Keşkeli cümlelerin yoğunlaştığı, geri dönülmezlerin ağır bastıgı hayatımda
Bir umut işte, gelsem,
içine baksam gözlerinin,
ağlasam sonra
Gözyaşım olur musun?
mehmet deveci

Biraz yağmur...



Aynaları kırarım,suretimi istemem 
Mevsimler dönedursun,bu dünyayı istemem 
Ben Allah'ı isterim. 

Ben hep aynalardan geçerim doktor 
Aynalar benden geçer. 
Araf'tan bir sepet sarkıtırım aşağı, 
Doluşur içine narin böcekler 
Yaşamayı yeni öğrenmiş kelebekler 
Üşüşür ben kalbimi sarkıtınca aşağı 
Ben hep aynalardan geçerim doktor! 

Günahları için ağlayan kim varsa 
Kanatlarıyla okşar onu melekler 

...

Buraya kalbinizi kuşatmaya geldiydik 
Konuşmayı unuttuyduk,hal diliyle söylediydik. 
Dua okuduyduk,yağmur dilediydik 
Kalbinizi kuşatmaya geldiydik. 
Hoşgeldiniz.Buyrun.İşte kalbim. 
Adımı unuttuğum zamanlarda RUKNETTİN'im 
Gövdesi ihlal edilmiş bir yetimim. 
Şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim. 

Benim kalbim bir ıslahevidir doktor. 
Yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde 
Benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur 
Uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde 
Kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor 
Tıkanır,ölür metropollerde. 
...
Kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan 
Kuşlarla konuşabilir 
Ve trampetimi geri verebilir misiniz bana? 
....
Size ne denir ey kalbin istilacıları 
Barbar denir,'bir hayal yıkan'denir. 
Alın O'nu da götürün,bir kalbim kaldı. 

Size kendimden bahsediyorum doktor 
Biraz yağmur kimseyi incitmez. 
...
Benim öbür adım rüzgar
Uğradığım orman
Değdiğim kalp uğuldar.

Deki bulunur elbet
İyi bir hal üzre kaybolan kişi
Kemal Sayar

14 Ağustos 2015 Cuma

ev ki ölmek içindir

behçet necatigil sözü imiş. 

şöyle ki; 

''mimarî ;farklı varlık düzeylerinde ortaya çıkan problemleri değerlendirmek, tercihlere dayalı kararları almak ve mümkün seçenekleri ayıklamak suretiyle geliştirilen bir insan ürünü olması hasebiyle estetiğin ve teknolojinin alanında yer almaz. o , ahlâk ve din alanının bir ürünüdür. '' 

''ailenin yapısı, çocukların eğitimi,kültürel amaçlar yaşlılara saygı ve mahremiyet şuuru, bir müslüman evinin planimetrik organizasyonuna yansır. '' 

der turgut cansever

montaigne'nin ölüm üzerine denemesindeki insanın mezarlığa bakan bir odada kalmasının huzur verdiğinden, hayatını daha iyi muhakeme altına alıp olumlu düşüncelerle hayattaki başa gelen olumsuz olaylara karşı dirençli ve daha tutarlı davranışlar sergileme gücünün bulunabilmesi için önemli bir düstur olduğundan bahseder. 

aynı hassasiyetle; sadettin ökten hocam; 

eski istanbul mahallelerinin değerini anlatırken bahsettiği ve eskiden cenaze'nin çarşıdan dolaşarak mezarlığa getirilmesinin toplumda insanların birbirlerine kötü günde destek verip birbirlerinden haberdar olması böylece sokak ve mahalle kavramlarının önem kazanmasını anlatırken aynı zamanda insanlarında her gün önlerinden geçen cenaze töreni ile kendilerine hayatlarına çeki düzen verdiğinden bahseder. 

düşünmeli... 
seçmeli... 
yaşamalı... 
sunulanla şekleylememeli müslüman... 

13 Ağustos 2015 Perşembe

Seccâde

Seccâde,
 mezar gibi iki boyutlu bir mekândır; takriben yarım metre eninde, bir buçuk metre boyunda, mezardan bile daracık bir mekân; esasen mü'minin dünyadaki yeri de ancak bir seccâde kadardır; siz bilemediniz bir metrekare büyüklüğünde bir arz parçası; tek kişilik bir dünyâ.

Seccâde,
mü'min ferdiyetinin remzi;
mü'min, nasıl cemaatin, el cüz'ü lâ yetecezzâ, yani bütün mü'minler topluluğunu temsil ve târif etmeye ehliyetli en küçük parçası ise, seccâde dahi ''arz'' ın en mânidar ve en küçük cüz'ü.

Yatağına Kırgın Irmaklar
Ahmet Turan Altan

2 Ağustos 2015 Pazar

The Dice Player - mahmoud darwish - le trio joubran


Who am I to say to you what I say to you?
I was not a stone polished by water
and became a face
nor was I a cane punctured by the wind
and became a flute…
I am a dice player,
Sometimes I win and sometimes I lose
I am like you or slightly less…
I was born next to the well
next to the three lonely trees, lonely like the nuns
born without a celebration and without a midwife
I was named by chance
and belonged to a family by chance,
and inherited its features, traits, and illnesses:
First – an imbalance in the arteries,
and high blood pressure
Second – shyness in addressing the mother, the father,
and the grandmother – the tree
Third – hoping to cure from flu
with a cup of hot chamomile
Fourth – laziness in talking about the gazelle
and the lark
Fifth – boredom of winter nights
Sixth – a gross failure in singing …
I played no role in who I became
It was by chance that I became a male …
and by chance that I saw a pale moon
like a lemon, flirting with sleepless girls
I did not strive to find
a mole in the most secret places of my body!
I could have not existed
My father could have not
married my mother by chance
Or I could have been like my sister
who screamed then died
and did not realize
that she was born for only one hour
and did not know her mother…
Or: like the eggs of the pigeons smashed
before the chicks saw the lights
It was by chance that I became a survivo
r in bus accident
Where my school trip was delayed
because I forgot existence and its conditions
when I was reading a love story the night before,
I impersonated the role of the author,
and the role of the beloved – the victim
so I became the martyr of love in the novel
and the survivor in the road accident
I played no role in kidding with the sea, but I was
a reckless boy,
a fan of hanging around the attractiveness of water
calling me: Come to me!
nor did I play any role in surviving the sea
I was rescued by a human gull
who saw the waves pulling me
and paralyzing my hands
I could have not been infected
by the fairies of the ancient hanging poetry
If the house gate was northerly not overlooking the sea
If the army patrol did not see the village fire
baking the night
Had the fifteen martyrs
re-built the barricades,
Had that field not fallen,
I could have become an olive tree
or a geography teacher
or an expert of the kingdom of ants
or a guardian of echo!
Who am I to say to you
what I say to you
at the door of the church
and I am but a throw of a dice
between a predator and a prey
I earned more awareness
not to be happy with my moonlit night
but to witness the massacre
I survived by chance: I was smaller than a military target
and bigger than a bee wandering among the flowers of the fence
I feared for my siblings and my father
I feared for a time made of glass
I feared for my cat and rabbit and for a magical moon,
above the high minaret of the mosque
I feared for the grapes of our vines
that suspend like the breasts of our dog …
Fear kept up with me and I continued with it
barefooted, forgetting my little memories of what I wanted
from tomorrow – there is no time for tomorrow –
I walk / haste / run / go up / go down / I scream /
bark / howl / call / wail / I go faster / slower / fall down /
slow down / dry / I walk / fly / see / do not see / stumble /
I become yellow / green / blue / I split / break into tears /
I get thirsty / tired / hungry / I fall down / get up / run / forget /
I see / do not see / remember / hear / comprehend /
I rave / hallucinate / mumble / scream / I can not /
I groan / become insane / go astray /
I become less / more / fall down / go up / and drop /
I bleed /and I lose consciousness /
I am fortunate that the wolves disappeared from there
by chance, or escaped from the army
I played no role in my life,
except, when it taught me its hymns,
I said: is there any more?
and I lit its lamp then tried to amend it…
I could have not been a swallow
had the wind wished me that,
and the wind is the luck of the traveler …
I traveled North, East, and West
but the South was far and rebellious for me
because the South is my country
So I became a swallow metaphor,
flying over my own debris
autumns and springs ..
Baptizing my feathers with the clouds of the lake
then extending my greetings
to the Nasserite who does not die
for within him is the breath of God
God is the luck of the Prophet…
I am fortunate that I am a divinity neighbor …
It is my misfortune that the cross
is the eternal ladder to our tomorrow!
Who am I to say to you
What I say to you,
Who am I?
I could have not been inspired
Inspiration is the luck of the lonely soles
The poem is a throw of a dice
on a board of darkness
that may or may not shine
and the words fall
like feathers on the sand
I play no role in the poem
I only obey its rhythm:
the movements of sensations, one modifies the other
intuition that brings a meaning
unconsciousness in the echo of the words
an image of myself
which has transferred from “my own self” to another my
relying on myself
and my longing for the spring
I play no role in the poem,
unless the inspiration stops
Inspiration is the luck of the skill, should it strive
I could have not fallen in love with the girl
who asked me: What time it is now?
Had I not been on my way to the movies …
She could have not been a heart stealer as she was,
or a dark ambiguous desire …
This is how words are born.
I train my heart to love so it can have room for roses and thorns …
My vocabularies are mystical.
My desires are sensible
I am not who I am now
unless these two meet:
I, and my feminine I
O Love! What are you? How much are you what you are,
and what you are not.
O Love! Blow on us thunderstorms
to become what you love for us
a divine solutions to the physical.
And flow into an estuary of two sides.
You – visible or invisible –
have no form
We love you when we love by chance
You are the luck of the poor
It is my misfortune that I repeatedly survived
the dying of love
and I am fortunate that I am still fragile
to enter into the experiment again!
The expert lover says in his secret:
Love is our sincere lie
and when his lover hears that,
she says: love comes and goes
as lightning and thunderstorms
To life I say: slow down, wait for me
until the drunkenness dries from my glass …
The are communal roses in the garden,
and air can not escape the rose
Wait for me so the Nightingales do not escape
and I do not make a mistake in the rhythm
In the square, the minstrels tighten the strings of their instruments,
for the farewell song.
Slow down! Be brief so the song will not last long, and
the cadence does not interrupt the preludes,
which is bilateral and has a unilateral finale:
Long live life!
Take your time!
Hold me, so the wind will not scatter me around
Even riding the wind,
I can not escape the alphabets
If I did not stand on a mountain,
I would have been happy with an eagle hermitage: no light is higher!
But such glory, crowned with an infinite blue gold
is hard to visit:
The lonely there remains lonely,
and he can not disembark on his feet
The eagle can not walk nor can the human fly
O what a summit that looks like an abyss
O You, high mountain solitude!
I have no role in what I became
or will become…
It is luck. Luck has no name
We might call it the blacksmith of our fates
call it the sky mail carrier
call it the carpenter of the newborn’s crib and the coffin of the deceased
or call it the custodian of gods in legends
in which we wrote the texts for them
and hid behind the Olympic …
The hungry pottery vendors believed them
but the satiated gold masters did not believe
It is the misfortune of the author
that fantasy is reality on theatre floors
Behind the scenes matter differs
The question is not: When?
but: Why? How? and Who?
Who am I to say to you
what I say to you?
I could have not existed
and the caravan could have fallen
in an ambush, and the family could have lost a son
The one who is writing this poem
character by character, bleeding and bleeding
on this sofa with black blood,
not a crow ink or its voice,
but the whole night squeezed
drop by drop,in the hands of luck and talent
Poetry could have earned more if
he was not, no one else, a Hoopoe
on the brink of an abyss
Perhaps, he said: If I was someone else,
I would become me, once again
This is how I bluff: Narcissus is not beautiful
as he thought.
His makers entangled him with a mirror.
He prolonged his meditation
in the air distilled with water…
Had he been able to see others,
he would have loved a girl gazing at him,
oblivious the reindeers running between the lilies and the daisies …
Had he been a bit more clever,
he would have broken his mirror
and saw how much he was the others…
Had he been free, he would have not become a legend…
Mirage is the traveler’s book in the desert …
Without it, without the mirage, he would not continue walking
in search for water.
He says – this is a cloud –
and carries a jug of hope in one hand,
and with the other hand on his waist.
Beating on the sand to collect the clouds in a hole.
The mirage calls on him,
seduces him, deceives him, and lifts him up:
Read if you can!
Write if you can!
He reads: water, water, and water
He writes a line on the sand: if it was not for the mirage,
I would have not been alive until now
It is fortunate for the traveler that hope is
the twin of despair, or his improvised poetry
When the sky appears gray
and I see a rose suddenly grew
from the cracks of a wall,
I do not say: the sky is gray
but contemplate the rose
and say to it: What a beautiful day!
For two of my friends I say at the entrance of night:
If it had to be a dream, let it be like us … simple
Like: dining together after two days,
the three of us
celebrating the truthfulness of prophecy of our dream,
that the three of us did not lose one for two days
Let us celebrate the Sonata of the moon
and the tolerance of death, that when it saw us happy together,
it re-considered!
I do not say: life out there is real,
with fantastic places
rather I say: here life is possible
By chance, the land became a holy land
Not because its lakes, hills, and trees
are duplicates of a higher paradise
but because a prophet walked there
prayed on a rock, and it wept
and the hill fell unconscious from the fear of God
By chance, a slope of a field in a country
became a museum of dust …
Because thousands of soldiers died there
from the two sides, in defense of the two leaders
who said: Go! waiting for the spoils of war
in their silk tents on the two sides…
Soldiers die repeatedly not knowing,
until now, who was victorious!
By chance, some narrators lived and said:
If others were victorious upon others,
our humankind history would have had other titles
I love you green. O green land.
An apple ripples in light and water, Green,
Your night is Green,
your dawn is green.
Plant me gently –
as gentle as a mother’s hand – in a handful of air.
I am a seed of your green seeds…
That poem does not have one poet
It could have not been made lyrical…
Who am I to say to you
what I say to you?
I could have not been who I am
I could have not been here
The plane could have crashed
that morning with me on board
I am lucky that I am a morning sleeper
and was late for the plane
I could have not seen Damascus or Cairo
or the Louver and the magical cities
Had I been a slow walker, the rifle could have cut off my shadow
from the sleepless cedar
Had I been a fast walker,
I could have been hit by shrapnel
and became a passing notion
Had I been an excessive dreamer,
I could have lost my memory
I am fortunate that I sleep alone
and can listen to my body
and believe in my talent in discovering pain
and call on the doctor, ten minutes before death,
ten minutes is enough to live by chance
and disappoint the nothingness
Who am I to disappoint nothingness?
Who am I, who am I?