''
Kişi,
gerçek anlamıyla ancak kendi anadilinde düşünür, düşecek olan, kişiye, evet
sadece kendi anadili aracılığıyla düşer.
Düşleri
de, düşerse, kişiye anadilinin gücü ölçüsünde düşer.
--
Birileri
çıkıyor, basın etiği gibi terkipler kullanıyor, hatta, bu hiç
de etik değil, demekten kaçınmıyor.
Bazıları
da tutup basın ahlâkı gibi yâveler savuruyor.
Kimileri
de, etik başka, moral daha başka, deyû
moral’ı ahlâk’la karşılayıp diğerini aynen bırakmayı yeğliyor. Biz de böylelikle moral buluyoruz.
Kavramına
sahip olmadan bu düzeydeki bir sözcük tartışmasından ne kadar sağlıklı bir
sonuç elde edebiliriz?
--
Belirtmem
gerekirse, benim itirazım da ahlâk teriminin anlam alanının
genişletilmesiyle ilgili değil. Bilâkis ilgili kavrama karşılık olarak
kullanılan çok değerli bir kelimenin/terimin unutulmasıyla ilgili: âdab (tekili: edeb).
Bir
zamanlar kişilerin davranışlarıyla, davranış kurallarıyla ilgili olmak üzere
nasıl ahlâk terimi kullanılıyorsa, toplulukların ve
toplumların davranış kurallarıyla ilgili olarak da âdab terimi
kullanılırdı; meselâ herhangibir meslek grubunun (topluluğun) ahlâkından değil, âdabından söz
edilirdi. Dil bilincimiz silindi. Tasavvurlarımız unutuldu. Biz bizi unuttuk.
Dilimizden, o güzelim âdab-ı muaşeret gitti örneğin. (Yerine,
şayet sosyete etiği gibi bir ucube gelirse, şaşırıp da bariahlâk-ı
ictimaî diye bir diğerini siz icad etmeye kalkışmayınız.)
Senin
anlayacağın ey talib, akıl ile zekâ, yürek ile gönül, ahlâk ile âdab sözcüklerini
birbiri yerine kullandığınızda sana karşı çıkmam. Çaresiz, ne yapalım, işte
gündelik dilin cilveleri, deyip tebessüm ederim. Lâkin yine de zihnime,konuşuyor
ama düşünmüyor yargısının düşmesini engelleyemem.
Ah bir
bilsen, Türkçe, dile öyle nazlı, öyle cilveli, öyle işveli düşüyorki!
--
Toplumsal alışkanlıklarımızı ne zaman
değiştirmek zorunluluğuyla karşılaşsak, n’oluyor, eski köye yeni
âdet mi geliyor, der söyleniriz.
Doğamızın, biraz daha ileri gidelim, özümüzün değiştiğini
hissederiz, yaşadığımız en basit, en küçük farklılıklarda bile. Çünkü kültürel
alışkanlıklarımız hakikaten ikinci tabiatımızı oluştururlar, moda tabirle, kendiliğimizi.
Kültür de kendiliğimizin bir parçasıdır.
Temizlik anlayışımızdan başkalarıyla iletişim biçimimize değin her şey.
Kavramsal şemayı yeniden ve bu sefer
başka açıdan belirlemek istersek şöyle
de diyebiliriz: İnsanın birinci doğası, onun hulk ve ahlâkını, ikinci doğası ise edeb ve âdabını oluşturur.
Ahlâkı bireysel, âdabı ise toplumsal olarak
kategorize ediyorum. Sözgelimi bir doktor hastasını, bir avukat müvekkilini,
bir yazar okurunu, bir siyasetçi seçmenini aldatırsa, kişisel olarak ahlâksızlık, meslek ilkelerine nisbetle de edebsizlik
yapmış olur.
--
Ahlâk müesses dindarlığın elinde,
âdab müesses laikliğin.
Bu nedenle bir taraf diğerine ahlâksız,
diğer tarafsa öbürüne kültürsüz deyip
duruyor.
Söyleyin bakalım, haksızlar mı?
Sen de söyle bakalım ey talib, hangi
taraftasın? Din ve ahlâk tarafında
mı, kültür ve âdab tarafında
mı?
Yani kırk katır mı, kırk satır mı?
Birinci tabiat mı, ikinci tabiat mı?
Bana sorarsan, benim tercihim, üçüncüsü.
Üçüncü tabiat.
Yani, henüz konuşmaya fırsat
bulamadığımız. ''
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder