8 Nisan 2013 Pazartesi

Ey Talib !!

''
Kişi, gerçek anlamıyla ancak kendi anadilinde düşünür, düşecek olan, kişiye, evet sadece kendi anadili aracılığıyla düşer.


Sadece düşünceleri mi?

Düşleri de, düşerse, kişiye anadilinin gücü ölçüsünde düşer.
--
Birileri çıkıyor, basın etiği gibi terkipler kullanıyor, hatta, bu hiç de etik değil, demekten kaçınmıyor.

Bazıları da tutup basın ahlâkı gibi yâveler savuruyor.

Kimileri de, etik başka, moral daha başka, deyû moral’ı ahlâk’la karşılayıp diğerini aynen bırakmayı yeğliyor. Biz de böylelikle moral buluyoruz.

Kavramına sahip olmadan bu düzeydeki bir sözcük tartışmasından ne kadar sağlıklı bir sonuç elde edebiliriz?
--
Belirtmem gerekirse, benim itirazım da ahlâk teriminin anlam alanının genişletilmesiyle ilgili değil. Bilâkis ilgili kavrama karşılık olarak kullanılan çok değerli bir kelimenin/terimin unutulmasıyla ilgili: âdab (tekili: edeb).

Bir zamanlar kişilerin davranışlarıyla, davranış kurallarıyla ilgili olmak üzere nasıl ahlâk terimi kullanılıyorsa, toplulukların ve toplumların davranış kurallarıyla ilgili olarak da âdab terimi kullanılırdı; meselâ herhangibir meslek grubunun (topluluğun) ahlâkından değil, âdabından söz edilirdi. Dil bilincimiz silindi. Tasavvurlarımız unutuldu. Biz bizi unuttuk. Dilimizden, o güzelim âdab-ı muaşeret gitti örneğin. (Yerine, şayet sosyete etiği gibi bir ucube gelirse, şaşırıp da bariahlâk-ı ictimaî diye bir diğerini siz icad etmeye kalkışmayınız.)

Senin anlayacağın ey talib, akıl ile zekâ, yürek ile gönül, ahlâk ile âdab sözcüklerini birbiri yerine kullandığınızda sana karşı çıkmam. Çaresiz, ne yapalım, işte gündelik dilin cilveleri, deyip tebessüm ederim. Lâkin yine de zihnime,konuşuyor ama düşünmüyor yargısının düşmesini engelleyemem.

Ah bir bilsen, Türkçe, dile öyle nazlı, öyle cilveli, öyle işveli düşüyorki!
--
Toplumsal alışkanlıklarımızı ne zaman değiştirmek zorunluluğuyla karşılaşsak, n’oluyor, eski köye yeni âdet mi geliyor, der söyleniriz.

Doğamızın, biraz daha ileri gidelim, özümüzün değiştiğini hissederiz, yaşadığımız en basit, en küçük farklılıklarda bile. Çünkü kültürel alışkanlıklarımız hakikaten ikinci tabiatımızı oluştururlar, moda tabirle, kendiliğimizi.

Kültür de kendiliğimizin bir parçasıdır. Temizlik anlayışımızdan başkalarıyla iletişim biçimimize değin her şey.

Kavramsal şemayı yeniden ve bu sefer başka açıdan belirlemek istersek  şöyle de diyebiliriz: İnsanın birinci doğası, onun hulk ve ahlâkını, ikinci doğası ise edeb ve âdabını oluşturur.

Ahlâkı bireysel, âdabı ise toplumsal olarak kategorize ediyorum. Sözgelimi bir doktor hastasını, bir avukat müvekkilini, bir yazar okurunu, bir siyasetçi seçmenini aldatırsa, kişisel olarak ahlâksızlık, meslek ilkelerine nisbetle de edebsizlik yapmış olur.
--
Ahlâk müesses dindarlığın elinde, âdab müesses laikliğin. Bu nedenle bir taraf diğerine ahlâksız, diğer tarafsa öbürüne kültürsüz deyip duruyor.

Söyleyin bakalım, haksızlar mı?

Sen de söyle bakalım ey talib, hangi taraftasın? Din ve ahlâk tarafında mı, kültür ve âdab tarafında mı?

Yani kırk katır mı, kırk satır mı?
Birinci tabiat mı, ikinci tabiat mı?

Bana sorarsan, benim tercihim, üçüncüsü.
Üçüncü tabiat.
Yani, henüz konuşmaya fırsat bulamadığımız. ''
--

Hiç yorum yok: