21 Nisan 2013 Pazar

Hayallerim...



'' Yağmur yağardı, camlarımız akvaryuma benzerdi.
Elim şakağımda, perdemiz açık, camın dibinde saatlerce öyle dururdum..
Yağmura şarkı söylemek, dökülen damlalara karşı bir bardak sıcak çay içmek,
Dünyayı verseler değişmezdim o anâ.
Mutluluk bu muydu, bu kadar kolay bulunur muydu..
Diye çok sordum kendime..
Sonra yıllar, hızlı bir tren gibi geçip giden sormadan ilerleyen yıllar girdi araya..
Ne çok kentten, kasabadan, köyden geçtim..
Ne çok yağmur yağdı..
Ama hiçbir cam akvaryuma benzemedi ve hiçbir çay bana o tadı vermedi.
Ben ilk şarkımı yağmura söyledim,
Hayâl kurmayı da ilk o zaman öğrendim.
Yazık ki öğrendiğim gün, öğrendiğim yerde unuttum.. ''

16 Nisan 2013 Salı

'Yalnız Hüznü Vardı Kalbi Olanın'


'' Hayata kablolarla tutunmasam. Bu kadar çok şifrelerim olmasa. Şarkılara bu kadar kolay ulaşamasam. Her şey bir düğmeye, bir tuşa dokunmaya bakmasa. Her şey bu kadar kolay olmasa. Hayatıma giren her kolaylık fıtratımdan bir parça koparmasa. Bilgi elimin altında hazır ve nazır, emre âmade beklemese, peşinden koşsam biraz. Kütüphane kütüphane dolaşsam yeniden.

Hançeremden bu kadar çok nefes, dilimden bu kadar çok kelime çıkmasa. Bu kadar çok harf dökülmese kalemimden. Bu kadar çok tasnif yapmasam. Sıralamasam. İndeks çıkarmasam. Sonra her şeyi birbirine karıştırmasam. Daha az dosya açsam. İmzamı biraz daha özenli atsam. Harfleri daha yavaş yazsam. Mürekkebim böyle kolay kurumasa.

Her şey bu kadar çabuk olup bitmese. Başladığım kitapları bitirmek için biraz uğraşsam. Defterler böyle çabuk dolmasa. Parmağımdaki yaranın iyileşmesi zaman alsa. Hatıraları kurcalayacak, eski mektupları okuyacak, köhne defterleri karıştıracak halim vaktim olsa. Tozlu sandıkları karıştırsam, geçmişteki hesaplara bir göz atsam. Çektiğim fotoğraflara, el-insaf, ikinci kez baksam.




Vakti saati gölgelerin yönünden çıkarsam, güneşin zaviyesinden kestirsem. Baharın gelmesi sevinç, kışın gelmesi hüzün, hissedebilsem. Mevsimlerin geçişini daha rahat izleyebilsem. Kışa bahar, yaza sonbahar, geceye gündüz bu kadar çabuk eklenmese. Haftanın başlamasıyla bitmesi, okulların açılmasıyla kapanması bir olmasa. Bitmek tükenmek bilmeyen uzun yaz tatilleri canımdan bezdirse beni. İkindiyle akşam arası uzadıkça uzasa. Ufukta güneş bir mızrak boyu, asılı kalsa. Böyle çabuk batmasa. Tan, bir göz kırpımı, böyle hızlı atmasa. Akşam olmak bilmese biraz, geceler bitmese. İçimde kocaman bir boşluk kalsa. Canım sıkılsa bir daha. Zaman bu kadar azalmasa. Bu kadar âhir-zaman olmasa.
Dağıtsam ne’m var ne’m yok, zekâtını hesaplamadan. Sonra toplamasam kendimi dağıttığım onca yerden, geri almasam. Üzerine gölge düşmeyen berrak maviyle yetinsem. Huş ağacını ilk kez görmekle oynasa yer yerinden. Ömrümdeki en önemli hadise olarak kalsa bir ırmağın akışı. Gördüğümü düşünebilsem. 


Duru bir görüş bahşetsen bana Yâ Rab. Her şeyin yerli yerinde durduğunu, ağır ağır döndüğünü, sakin sakin aktığını görmeme yetecek bir bakış. O bakışta, bu kadar çok olmasam. Tek yörüngede tek merkezde toplansam. Yekpâre olsam. Kesrette dağılmasam. Küçülsem. Tek noktada toplansam. Yaşam büyük, âmenna. Ama ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam, arınsam. ''


Nazan BEKİROĞLU

10 Nisan 2013 Çarşamba

Suskun

'' .......... O vakitte içimden bir değil, binlerce parça kopmuş olup bundan böyle titrek oyuk bir gölgeydim zaman dışı, eskitilip atılmış bir yalnızlık kadar suskun. ''
 Hasibe Çerko

8 Nisan 2013 Pazartesi

Bir Mimari elaman Tanımı : Pencere


Pencere...

Pencerenin geçmişten günümüze bizde ki yeri...


Tanımlamalarla ifade edeceğim bir tür çalışmadır bu... Sonrasında benim projeme altyapı olmasını umuyorum. :)


İlk olarak Doğan hasolun Ansiklopedik mimarlık sözlüğüne baktığımızda şöyle tarifler;

''Penrcere: Far. Dışarısını görmek, hava ve ışık almak için duvarlarda yapılan ve doğrama ile camdan meydana gelen açma. 
Bkz. ana, kasa, telaro.''

İnsanlığın yaşam sürecine ve hatta ilk olarak mağradaki yaşamarına baktığımızda sığınmak ve saklanmak için girdikleri kapalı alanlarda dış dünya ile iletişe geçtikleri yada odacıkların birbirini görmesini sağladıkları yüzeylerdeki açıklıklardı pencereler... 
İnsanoğlu tamamen kapalı bir alanda sürekli olarak kalamaz yırtıp bir delik açmak ister 4 tarafı çevrili mekanı genişletmek ister... işte bunu sağlayan elemanlardır pencereler...

       Bu konu nerden de aklıma geldi bilmiyorum ama konu seçimi yapacağımız günün öncesi izlemiştim zerkaloyı... sadece bir anlık bir hisle pencereden dışarıya yöneltmişti yönetmen kamerayı... aklıma gelen anlık bi düşünceydi mimari elemanı nasıl kullanmışlar bak hele diye...
       Sonrasında konu listesinde kapı olmasına rağmen pencere olmaması şaşırttı beni arayüz elemanlarını inceliyorduk ve pencere de arayüz elemanı olmaya müsaitti. velhasılı bir maille kaptım konuyu... lakin konu hakkında ve dahası ders kapsamında ne yapacağımızı bilmiyordum yani veri bulabilir miydim hadi buldum diyelim bunu dersime uyarlayabilir miydim derdi düştü içime... 
       Neyse...
       evet Filmlerde şiirlerde ve dahi şarkılarda geçer pencereler... Beklenilen bir yerdir uzaklara dalmaya gebedir pencereler...
       Yolculukta uzaklara bakar dalar insan...
Ortaçağdaki ikonaları hatırlayın o zamanlardaki o tablolarda pencere sonsuzluğa açılan bir açıklıktı... sonsuzu tasvir derdi.                   bizde ki arayışlarda sonsuzluk arayışıdır aslında... bundandır uzaklara dalıp gitmeler...

     Diğer bir tanımımıza başka bir açıdan yaklaşırsak; (çeviri-Dictionary of architecture & construction Edited by Cyril M. Harris Professor emeritus of architecture Columbia university)

       '' Bir Pencere: çerçevesi,cam ve bir çalıştırılabilir elemanlardan oluşan bütün bir montajdır. ''

       Karikatürler tan oral ın pencereler adlı karikatür serisindenden ve sanatçı tüm bu çizimlerinde mimari elemanı oldukça yerinde tasvir ederken bizlere farklı açılardan bakmayı gösterir;
      (Pencereler… tan orak karikakürleri - aykut köksal arkeoloji ve sanat yayınları )

    ''žMimari bir gösterge olarak belirli bir işleve gönderme yapan tanıdığımız bir yapı ögesi olan pencere işlevi arasındaki gösteren/gösterilen ilişkisini ve işlevini  bizlere sorgulatan iç mekanla dış mekan arasında görsel bir geçittir.''




Pencereler; bir bölgedeki yaşamın var olup olmadığını anlatan delillerdir bize. Hatırlıyorum da çocukluğumda gece pencereden bakar bu evde acaba şimdi ne oluyordur diye hayal ederdim, nasıl insanlar var diye düşünürdüm, farklı hayatlar farklı yaşantılar düşünür orda olmak nası bi duygu hayal ederdim.


Işıldayan bir pencere, bir yaşantının varlığından haberdar kılar bizleri... Uzun yolda ıssız diyarlarda uzaktaki bir ışık yaşamın var olduğunu haberdar ederek bizlere yön tarifi yapar.


     '' žGündüz cephelerdeki dolu-boş, saydam sağır kontrastları gece aydınlık karanlık oyunları ile pencere ve kapılar yapıların yaşantı simgeleridir.'' 

(Pencere hafif cepheler ve yardımcı koruyucular prof.utarit izgi istanbul güzel sanatlar akademisi yayını no:43 syf:1)


Akşam bir tepeye çıkar karanlığa değil o yaşam enerjisi saçan şehre döneriz yüzümüzü. İlginçtir, insanlardan uzaklaşmışken yine yalnızlığa ve karanlığa değil, çokluğa dönme ihtiyacı hissederiz.


''Pencere ve kapılar; Yapının içine ışık ve hava girmesini, iç ve dışın görüş ve geçiş bakımından bağlanmasını, hacimlerin birbirleri ile ilişki kurmalarını sağlayan bu boşluklardır.''

(Pencere hafif cepheler ve yardımcı koruyucular prof.utarit izgi istanbul güzel sanatlar akademisi yayını no:43, syf:1)

İç ve dış arasındaki derinlikleri birbirine bağlar pencereler, bir nevi eşik görevi görürler.


ž‘’Pencere’’ mekansal bir unsur olarak, ait olduğu yapıya boyut katan çok yönlü bir imgedir.

ž
ž Temsil yükümlülüğünü biçim anlam ilişkilerinin sürekliliğinde belirler. Yerine göre, gözleme ve gözetlemeye, yerine göre de gözlenme ve gözetlenme edimlerine kadraj açan evrensel bir simgeye dönüşür.

ž        Hatta giderek içeriyi ve dışarıyı ayıran bu ara yüzey işlevsel yükümlüğünü terk ederek, simge/form olarak tekilleşir, anlatı yüzeyinde bir tasarım elemanı olarak çeşitlenir. Böylece sanatçı; önde ve geride kalanı, anlama yönelik bir sorun olarak yedekte tutarak, kendi soyutlama evreninde, gereksinimleri doğrultusunda kendisini tamamlar. '' 

         ( Pencereler windows//2004/06 Hayri Esmer)

        Pencereler ve kapılar caddelere ve daha sonrasında mahallelerin ve kentin yüzleridir. Yaşayan insanların yaşamlarını yansıtırlar adeta. Şöyle ki;

        Yapılan araştırmalarda geçici olarak yaşanılan gecekonduların perncerinde daha geçici çözümler buunduğu gözlenmiştir. bir parça kumaş yada muşamba ile kapatılan açıklıklar bize orda yaşayan insanların imkanları dahilinde yaşamlarını sunar. Bu sunumlar birleşerek mahalleleri sonrasında kentleri oluşturur. 

        Buna istinaden olsa gerek;
       ''žYaşam bir penceredir. Korku ve kuşku, pencereleri küçültür. Bu ışığın aralıklardan süzülerek girmesi anlamını taşır.''
        denmiş bir başka kaynakta... 

        (Kapılar pencereler, Şakir Eczacıbaşı, syf 12)

         Diğer bir veri de; statü... pencereler dönemin izlerini ve statüyü yansıtır bizlere... Gotik mimarisindeki 'gül pencere'yi, Rönesansı romanesk dönemi hatırlayın... dönemin gelişmişliği ihtişamı teknik donanımı hakkında tüm ipuçlarıyla incelerken dönemleri yaşanılan çağı ve dahi yöreyi tarif edebiliriz pencerelere bakarak...

         '' Pencere, geçicilik hissi bir ara yüz elemanı olarak cephede hissedilen, kişisel sınırların korunma biçimi statüyü simgeleyen bir araçtır.''

        (Arakesitler üzerinde sınır ve arayüz kavramlarının kentsel ve mimari ögelerle irdelenmesi , İkbal Elif Dirik, Yüksek Lisans Tezi, ITÜ)

       žPencereler, kentte insanı maddi manevi her yönden yansıtan en önemli elemanlardır. İnsani bir ihtiyaç olarak doğan pencereler, şimdilerde endüstrileşmenin gereğini yansıtarak çoğalarak tekdüzeleşmiş ve yine bizlerin aynası olarak toplumu, genel düzeni yansıtan bir eleman olmuştur. Pencereleri sadece bir delik açma yada cephe elemanı olarak değil mimari bir öge olarak hayatımızdaki işlevini sorgulayarak programlamalıyız.
      
 Günümüzde Pencere; sanal alemde de bizler için dünyaya açılan bir açıklık, iletişim aracı durumundadır.

    Teknoloji de Veri tabanından bize gelen verilerin toplandığı bir arayüzdür pencereler.

     Sanal alemin getirisi mi, endüstri ve kapitalizmin getirisi tekdüzelik midir bilmem ama; yapılarımızda göktelenlermizde cepheler pencereyle kaplı olmasına ragmen giriş ve çıkış açıklıklarını bulmak için bazen yapının etrafında dört dönüyoruz .

Açıklıklar insanların ihtiyacına binaen yapılmış ve süreğelmiş elemanlar olarak insani ihtiyaçlara seslenmeli ve bu ihtiyaçlara göre yönlendirilmelidirler.   

           
Şakir Eczacınaşı güzel bir noktaya değinmiş;   

 '' Yirminci Yüzyıl... 
           Bu çağın
           ne çok penceresi var, 
                                       kapısı


           belli bile olmayan?? '' 

Servet Kocakaya'dan dinleyelim o zaman...




 ( http://resimdiyari.com/_data/i/up
load/2012/10/04/20121004141823-f11b44fd-me.jpg)

TEŞEKKÜRLER... 
Sabrınıza sağlık...  ;)

Örnekleme ve Programlamada görüşmek dileğiyle, esenle kalınız :P


Dipnot : tüm uğraşlarıma rağmen yazı formatındaki hatalar düzelmedi. :(





Hüvel Bakî

'' Hey küçük böcek! Sen farkında değilsin ama çok karmaşık bir yer sizin için dünya, çok zor aynı zamanda.
..............

Diyeceğim o ki, insanların dünyası o dünya. Senin gibi bastıbacak böceklerin dünyası değil.


Bizde bir günü bir simit kırıntısıyla geçirecek sabır yok küçük dostum, sizinki gibi küçük bir hayata sığmayız biz. Daha fazlasını elde etmenin mümkün olduğunu biliriz.


Hızlıyız sizden, güçlüyüz ve donanımlıyız. Kocaman fabrikalarımız var, bizim rahatımız için çalışıyor durmadan makineler… Neden bir simit kırıntısı ile, bir ekmek parçası ile yetinelim ki, üretiyoruz canımızın istediği her şeyi…


...........


Gerçi kalabalığız, hepimize yetmeyebiliyor ürettiklerimiz. Ama bu benim sorunum değil, ben güçlüyüm, güçlülerden yanayım, güçlülerle beraberim. Sana ters gelebilir bu, eminim bir ters bakışın bile olmamıştır beraber yaşadığın böceklerden herhangi birine. Bütün yaptıkları sabahtan akşama toprağın üstünde sürünmek olan siz böcekler, isteseniz bile neyin kavgasını yapacaksınız. Hiç heyecan yok hayatınızda böcek, hiç hareket yok! Oysa insan olmak çok heyecan verici bir şey, güçlü olmayı öğrenebilmişsen eğer...


Ya öğrenemeyenler?


Onlara da insan kılığına girmiş böcekler diyebiliriz dostum. Sadece isimleri, suretleri insan… Bu bakımdan akraba sayılırsınız siz, sonuçta hep aynı sürüngenlik… İnsan olmayı yakıştıramıyorum ben böylelerine. Hayat mücadelesinden bir türlü galip ayrılamıyorlar. Bir türlü güçlü olmayı başaramıyorlar. Tiksindiriyor beni bu iflah olmazlıkları… Bu zayıflıkları… Sorsanız bin bir türlü mazeretleri var, bitmiyor hiç şikâyetleri… Güçlü olanlar, arada bir süpürgelerini ellerine alıp süpürmeli bu mızmız güruhu bir köşeye, temizlemeli bunları dünyadan. Yoksa yaşanmaz olur hayat! Adam gibi yaşamayı bilenler kalsın, bilmeyenler gitsin!



Ne o, ters mi geldi bu söylediklerim.

İşte sen bu yüzden zavallı bir böceksin, ben kafasına her eseni yapabilecek bir insanım. Bu yüzden senin görüp görebileceğin tek yer bu parktır, bense istediğim an buradan istediğim yere gidebilirim. Parkın kapısındaki şu siyah arabayı görüyor musun, o benim arabam. Beni istediğim yere götürebilir, deposu dolu. Sense benimle burada meşgul olduğun her an, kışlık depondan kırıntıları bir bir boşaltıyorsun.

Ne berbat bir hayatın var dostum, hatta ne büyük bir felaket yaşamak senin için! ''
--
Bunları dile getiren adamın-'' mezar taşına da hep olduğu gibi 'Hüvel Bakî' yazdılar. Orada dolaşan sayısız küçük böcek mezar taşından bu hakikati okuyor ve ibret alıyor. ''

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/parktaki-adam-ve-bocek--2/37146





Ey Talib !!

''
Kişi, gerçek anlamıyla ancak kendi anadilinde düşünür, düşecek olan, kişiye, evet sadece kendi anadili aracılığıyla düşer.


Sadece düşünceleri mi?

Düşleri de, düşerse, kişiye anadilinin gücü ölçüsünde düşer.
--
Birileri çıkıyor, basın etiği gibi terkipler kullanıyor, hatta, bu hiç de etik değil, demekten kaçınmıyor.

Bazıları da tutup basın ahlâkı gibi yâveler savuruyor.

Kimileri de, etik başka, moral daha başka, deyû moral’ı ahlâk’la karşılayıp diğerini aynen bırakmayı yeğliyor. Biz de böylelikle moral buluyoruz.

Kavramına sahip olmadan bu düzeydeki bir sözcük tartışmasından ne kadar sağlıklı bir sonuç elde edebiliriz?
--
Belirtmem gerekirse, benim itirazım da ahlâk teriminin anlam alanının genişletilmesiyle ilgili değil. Bilâkis ilgili kavrama karşılık olarak kullanılan çok değerli bir kelimenin/terimin unutulmasıyla ilgili: âdab (tekili: edeb).

Bir zamanlar kişilerin davranışlarıyla, davranış kurallarıyla ilgili olmak üzere nasıl ahlâk terimi kullanılıyorsa, toplulukların ve toplumların davranış kurallarıyla ilgili olarak da âdab terimi kullanılırdı; meselâ herhangibir meslek grubunun (topluluğun) ahlâkından değil, âdabından söz edilirdi. Dil bilincimiz silindi. Tasavvurlarımız unutuldu. Biz bizi unuttuk. Dilimizden, o güzelim âdab-ı muaşeret gitti örneğin. (Yerine, şayet sosyete etiği gibi bir ucube gelirse, şaşırıp da bariahlâk-ı ictimaî diye bir diğerini siz icad etmeye kalkışmayınız.)

Senin anlayacağın ey talib, akıl ile zekâ, yürek ile gönül, ahlâk ile âdab sözcüklerini birbiri yerine kullandığınızda sana karşı çıkmam. Çaresiz, ne yapalım, işte gündelik dilin cilveleri, deyip tebessüm ederim. Lâkin yine de zihnime,konuşuyor ama düşünmüyor yargısının düşmesini engelleyemem.

Ah bir bilsen, Türkçe, dile öyle nazlı, öyle cilveli, öyle işveli düşüyorki!
--
Toplumsal alışkanlıklarımızı ne zaman değiştirmek zorunluluğuyla karşılaşsak, n’oluyor, eski köye yeni âdet mi geliyor, der söyleniriz.

Doğamızın, biraz daha ileri gidelim, özümüzün değiştiğini hissederiz, yaşadığımız en basit, en küçük farklılıklarda bile. Çünkü kültürel alışkanlıklarımız hakikaten ikinci tabiatımızı oluştururlar, moda tabirle, kendiliğimizi.

Kültür de kendiliğimizin bir parçasıdır. Temizlik anlayışımızdan başkalarıyla iletişim biçimimize değin her şey.

Kavramsal şemayı yeniden ve bu sefer başka açıdan belirlemek istersek  şöyle de diyebiliriz: İnsanın birinci doğası, onun hulk ve ahlâkını, ikinci doğası ise edeb ve âdabını oluşturur.

Ahlâkı bireysel, âdabı ise toplumsal olarak kategorize ediyorum. Sözgelimi bir doktor hastasını, bir avukat müvekkilini, bir yazar okurunu, bir siyasetçi seçmenini aldatırsa, kişisel olarak ahlâksızlık, meslek ilkelerine nisbetle de edebsizlik yapmış olur.
--
Ahlâk müesses dindarlığın elinde, âdab müesses laikliğin. Bu nedenle bir taraf diğerine ahlâksız, diğer tarafsa öbürüne kültürsüz deyip duruyor.

Söyleyin bakalım, haksızlar mı?

Sen de söyle bakalım ey talib, hangi taraftasın? Din ve ahlâk tarafında mı, kültür ve âdab tarafında mı?

Yani kırk katır mı, kırk satır mı?
Birinci tabiat mı, ikinci tabiat mı?

Bana sorarsan, benim tercihim, üçüncüsü.
Üçüncü tabiat.
Yani, henüz konuşmaya fırsat bulamadığımız. ''
--