24 Şubat 2013 Pazar

İstanbul ve Ankara



''   Ufuk farkı var derinlik farkı var. ankara bir daire, ,stanbul bir küre; ankara bir üçgen,istanbul bir prizma, ankara bir kare ,istanbul bir küp!
 daire ile küre,üçgen ile prizmai kare ile küp arasında nasıl bir derinlik farkı varsa,ankara ile istanbul arasında da aynı şekilde bir derinlik vardır. '' arasokakların tarihi adlı bir dücane cündioğlu kitabında ki doğrudur, aradaki fark derinlik farkıdır. e böyle olması doğal değil midir sizce de. istanbul; osmanlının başkentiydi,gözdesiydi. medeniyetlerin birlikte yaşamasından meydana gelmiş bir zenginliği vardı ve az biraz yontulsa da etkileri hala sürmekte olan bir şehirdi.

Ankara yeni Türkiye cumhuriyetinin başkentiydi velhasılı her şey modern olmalıydı. Osmanlı dönemi bitmiş yeni inkılaplar yapılmış yeni bir sürece girilmişti/girdirildi sanılmıştı. Aslını inkar ve batıya özentinin ifadesiydi.

 Yurtdışından mimarlar geldi, modern yapı yapıldı sonra birileri güçlendi olmadı biz Selçuklu Osmanlıdan geldik ikisi birlikte bizde daha iyi durdu dedi üstüne Osmanlı selcuklu motifleri kemerleri kondurdu yapılara. Sonra bir başkası güçlendi elini masaya vurdu yeniden söktü konan eklentileri sonra sonra… derken Ankara işte bu halkın o bocalama tarihinin izleri oldu sanki. Güçler dengesizliğinin aynadaki yansıması… Yeniyle eski arasında sıkışmışlık kendini inkarla bişi olma telaşıydı Ankara artık adeta.

Depreşen bişiler vardı Ankara da, hep gri dediler ama neden gri demediler.  Gri işte ne beyaz ne siyah arada kalmışlıktı. Başkent dediler adına ama Ne şehir planı vardı ne de yaptığı işin eri olan insanların çabaları; Ankara; güçlerin elinde birbirlerine attıkları toptu adeta. Sokaklarında diplerde hani gezerken garip bir buğu çöker üzerinize kimi zaman boğar kimi zaman hoş kırıntılar buldurur. Herkese kendini göstermez Ankara, bu arada kalmışlığını serzenişini  çırpınışını herkese göstermez. Göremeyen bir yıkıntı yığıntı yada sadece uzaktan gri bir renk olarak görür ve yargılar. Yargı… evet türk halkının yegane var olan önyargıları…  önyargısıyla varolanların griliğidir belkide bu şehrin rengi. Geçmişe önyargının geleceğe önyargının… ve önyargılardan kimliğini bulamamanın…

 İstanbul ise derdinin arasında öyle güzellikler var ki dertleri unutturuyor derler söve söve giderken kafanı sağa çevirip o denizi boğazı gördün mü bi anda ahh İstanbul dedirtir.

İstanbulda da bu tür bir imtihan, çelişki vardır sanki. Göz bir tek kendini görmezmiş diye bir tabir vardır. içinde yaşadıkça Şekilleşir İstanbul hissedilmez ve kör bir sevda olur dillerde.

‘’ İlber ortaylı tarihi bilmek çok gerekli mi? Sorusuna  söyle cevap vermiştir;
Bu kaşınmak gerekli mi diye sormaya benziyor. İnsan kaşınması gerektiğinde kaşınır. İnsanın  kaşınmasını engelleyemezsiniz. Tarihi bilme ihtiyacı , tıpkı kaşınmak ihtiyacı gibidir. Çünkü insanoğlu geçmişini bilmek ister tarihinde nelerin olup bittiğini bilmek ister. ‘’
Tarihi öğrenmek kaşınmak kadar tabi bir şeyse, niçin bu kadar tabi bir şey, tabii bir biçimde gerçekleşmiyor ve gereklilik meselesi hala bir sualin mevzuu yapılabiliyor?
Herhalde şundan: kaşınmak tabii bir ihtiyaçtır ve insan ihtiyaç duyduğunda kaşınır. Bu doğru. Ancak kaşınacak mahal yaralı ise, kaşınmak yarayı tahrib eder ve istenmeyen sonuçlara yol açar.
Hasılı yaralar deşilmeden ve yaralar deşildiğinde acı duyulmadan kaşınılamaz. Tarih öğreniminin acı vermesi de sanırım bundan. Çünkü bu ülkede yaraları kaşıyanları kaşıyorlar.
Bakınız sonunda nereye geldik? Geçmişi öğrenmek , kendisi tarafından değil, başkaları tarafından kaşınmak ihtiyacı duyanların işiymiş.

İşte İstanbula herkes mutlaka gitmeli bir şekilde, geçmişini deşmek için gitmeli ama üstten birileri tarafından tatlı tatlı kaşımak için değil.

Ankarada bunalıyorum diyenleri ve ankarada istanbulu sayıklayanları anlamam o yüzden istanbulda da  Ankara da ki acının başka bir türlüsü var. Bu güzellik bu medeniyetler bütünü bu emanetler bu kitabeler hiçbir yerde olmayan o el yazmaları kaybolanlar çalınanlar gün yüzüne çıkmayanlar…

Hintli bir alimin söylediğine göre istanbul;  İslam dünyasında İstanbul Arapça yazılmış eserlerin en büyük merkezi.  Peki bu merkezilik bize şimdiye kadar ne kattı? Nası faydalandık nası bu bir üst seviyeye çektik? Nası bir etkisi oldu?

Hayır hayır İstanbul daha da iyi tutulmalı;  aaa İstanbul deyip turistik bir yada anlık bi kahkaha olmamalı İstanbul; ahh olmalı sanki. Ankarada reddettiğimiz geçmişizi deşebileceğimiz yer olmalı daha bi acımalı istanbulda canımız. Kaşınmalı deşilmeli yaralar özümüz görülmeli geçmişimiz kabul edilmeli benliğimizce sonrasında inşa edilmeli yeni! Bizim olmayan geleceğe bakarak değil bizden olanlarla oluşturulmalı yeni. Kendimizden utanarak değil bocalayarak değil kaşınan yerlerimiz yara olan yerlerimizi yavaşça kendinden iyileşmesini bekleyerek iyileşmeli ve güçlenmeli sanki.

İstanbul bilinçaltında var olan yaraların yerini tesbit etme şehri sanki  ve  Ankara yaranın üstü yara bandıyla kapatılmış bir yara sanki hava alamayan yara iyileşemiyor üstüne bir yenisi yapıştırılıyor yapışanlar attıkça görünmeyen yara yok olacakmış gibi.

Yani istanbuldan ankaraya ankaradan istanbula… bu iki karşılaştırma bir seçim değil bir süreç sanki.
İç Anadolu, güneydoğu, doğu gibi diğer bölgelere serpiştirilmiş gerçeklerin! toplanıp bir arada bulunabileceği, tek bir haritaya sığan bir süreci.
İkisinde de yanlışlar olan şehir hemde çok yanlışlar herhangi bir şehrin bir yanlışına takılıp onu sayıklamak yerine yanlışlar içinde yanlışların yanlış olmadığı şehirler belki de. Ne bileyim ikiside zor işte. Birinde diğerini görmek diğerinde berikini görmek, yada maalesef hiçbir şeyi göremez hale gelmek!

Hiç yorum yok: