'' Kurtuluş bir durumdur, özgürlükse bir haslet. Emekle çalışmayla bilinç ve gelişimle ele edilen insan gelişiminin bir derecesidir. Zindandan kurtulmuş biri ondan kurtulmuş olduğu halde her şey olabilir, bir köle ,bir hırsız, bir özgürlük düşmanı olabilir.Ama gelişmiş ve bilinçli bir insan, tutsak da olsa zindana da düşse özgürdür.
Ellere vurulmuş olan zincirleri kırmak bizzat bir erdem midir? Hiç tereddütsüz derim ki: Hayır! Asla. Önce şunu sorarım: senin elinden bu zincirleri kim çödü? Neden çözdü? Eğer enin ellerini bir komplo kurup suçsuz bir insanın kanına sokmak için çözdülerse yine de ellerinin serbest kalışına övünecek misin?
İyi hatırlıyorum Chombe Katanga hapishanesinden kurtulduğu o kutsal kaçış sırasında kendisini hiçbir sorumluluk almadan vurmak için Lumumba’yı zindandan salıvermiş ve vurmuştu. Görüyorsunuz kim kimi niçin kurtarıyor sormak gerek.
Sadece kurtuluşlardan söz etmemeliyiz bir gelişim aşaması olarak özgürlüğü bulmak yani özgürlüğü tanımak, seçmek ve özgür olmak üzerinde de düşünmeliyiz. Modern kadın o hurafeci modernleşmiş kadından başka bir şey değildir…
Salt ve mutlak olarak zincirlerden kurtulmak övülmeye değmez şekildeki sözümü kabul etmeseniz bile hiç değilse bu konuda şu somut gerçeği itiraf edin: modern kadın geleneksel bayağı zincirlerden kurtulmuştur ama aynı zamanda da geleneksel tipin duçar olmadığı bir dizi ahlaki zaaflara uğramıştır. Evet bayağı zincirler ama bu zincirleri kırmak ve onlardan kurtulmak aydın kadın için bir başarı ve bir gelişme sayılır. Çünkü aydın kadın bu zincirlerden kurtularak özgürlüğü elde etmiştir. Oysa modern kadın bu zincirlerden kurtulmakla, fesada ve sapkınlığa düşmüştür ve bu düşüşten başka bir şey değildir.
Aydın kadın bu zincirleri kırarak özgürlüğe kavuşmuşken modern kadın kayıtsızlığa. Bu ikisinin farkı özgürlükle laubalilik arasında hissedilebilecek fark kadardır. Aydın kadın bu kurtuluşta zincirlerden sorumluluğa ulaşmış, modern kadınsa kayıtsızlığa ve sorumsuz bir laubaliliğe. Aydın kadın bayağı geleneksel zincirleri ve bağları bizzat reddetmiş ve medeniyet yolunda özgürlüğü bilinçli olarak seçmiştir. Modern kadınsa elindeki zincir baskaları tarafından kırılıp modernizmin eline tutuşturulduğu bilinçsiz bir oyuncak ve esirden ibarettir. ''
alıntı: Biz ve İkbal, Ali Şeriati, syf:62
Bazı konularda kısıtlanmak beni oldukça rahatsız ederdi ve kısıtlamayı kabul etmeyen bir yapım vardı. Bir çoğumuzda olan bu reddediş Albert Camus’ un bir öğretisi olan ‘Başkaldırıyorum, demek ki varım’ cümlesinde anlattığı gibi insan olduğumuzu gösteren bir durumdu belkide. Ve yazarın Almanyadaki bir konuşmasında bahsettiği İnsanın Dört zindanında da geçen beşerden farklı olmamızı sağlayan insani özelliklerden biriydi. Her neyse bir şekilde kendimde de hissettiğim bir duyguydu ve tepki haline dönüşüyordu zaman zaman. Bu kısıtlamaların hepsinin gereksiz ve insanları tamamen engelleyen bir şey olduğunu düşündürmeye başlamıştı.
Şunu yapmak zorunda olmasaydım daha çok kendim olacaktım benim istediğim gerçekten bu değil, beni engelliyor diye düşündüğüm bir çok mevzu vardı. Ama ne derece özgür, bu da bir sorundu. Kendime açıklayamıyordum. Ne kadar düşünürsem düşüneyim ne tamamen özgür bir dünyayı kabul ediyor nede kısıtlamalara katlanabiliyordum. Ta ki bu yazıyı okuyana kadar…
Yazar burada çok önemli, kafamda çözemediğim birkaç yönü görmemi sağladı. Dahası bazı şeyleri netleştirip üzerinde daha çok düşünmem gereken konulara yönlendirdi. Bunlardan birincisi; özgürlüğe herkesin aynı şekilde (bilinçli) yaklaşmadığı ve bilinçsiz, sorumsuz bir özgürlüğün insanları laubaliliğe sürüklemesi idi.(ki bu benim tamamen özgürlüğe evet diyemememin de bir nedeniydi ) Ve ondan daha da önemlisi bu özgürlüğün kendimizin kazandığı değil başkalarının yönettiği, başka amaçlar için kullanılmaya açık , yalancı bir özgürlük olması idi… Demek ki bir toplumda bilinçsizlerin sapkınlığa düşmesini engellemek için kısıtlama şarttı . Bir düşünün… Aksi durumda özgür olduğunuzu sanıyorsunuz ancak bir kuklasınız…Başka amaçlar için kullanılacak bir kukla. Bu durumun tüyler ürpertici olduğunu düşünüyorum açıkcası…
Yazarın bahsettiği, dikkatimi çeken ikinci şey ise; bilinçli, sorumlu bir özgürlüğün insanların kendi çabalarıyla kazanılınca gerçek özgürlük olması ve bu çaba sürecinde de insani değerlerimizin de kalitesinin yükselmesi. Büyük bir aşama kaydediyor olmamız. Buna göre toplumda tamamen özgürlük hakim olduğunda ki bilinçsiz olanların sapkınlığı önlenirken gerçekten hak edenler özgürlüğe sahip olanlar olacak… Oldukça adaletli geliyor bana, ne kadar kolay olmadığını düşünsem de…
Sonuç olarak artık sızlanmak neden ya diye şikayet etmek yerine nasıl kendimi geliştirebilirim? Kendi özgürlüğümü nasıl kazanabilirim diye düşünme zamanı gelmedi mi?