27 Ekim 2013 Pazar

İrfan, bilim ve insan

Dostoyevski’nin deyişiyle insan;

‘’ İnanırsa inandığına inanmakta, inanmazsa inanmadığına… ‘’

Sürekli şüpheyi yaşayan insan günümüz insanı sanıyorum irfan dediğimiz kavrayış yüksekliğini de gitgide kaybediyor. Bu biraz aşırı ve abartılmış görünen genellemeye beni götüren sebepler var.
Eğer irfanı insanın kavrayış hudutlarının genişliği ve zenginliği diye anlıyorsak bugün içinde yaşadığımız materyalist uygarlık bu kavrayışın hudutlarına her taraftan had vurmaktadır.

İrfan dediğimiz meleke, insanı yalnızca bildiklerinin sınırı içinde bırakmaz, insan irfanla bildiklerinden bilmediklerine de varır.

Dipnot1: [Kim bildiğini uygularsa bilmediğini bilme faziletine kavuşur.- hadisi şerifi hatırlamakta da fayda vardr diye düşünüyorum. Aklıma hemen o geldi, Rabbim uygulatsın bizlere inşallah... ]

Oysa halihazırda uygarlık, insanı bildiklerinin ötesine geçirmek, bildiklerini aşmak şöyle dursun, bildiklerinden bile emin kılamıyor: bu, ‘’bilim’’ denilen hadisenin insan zihnini tökezletmesi, onun kendine güvenini sarsması, insanın ‘hür düşüncesini’ zincirlemesi olayıdır. Oysa bilim havarileri tam da aksi kanaattedir: Bilimsel düşüncenin hür düşünceyle eş anlamlı olduğunu söylerler. Bilimsel düşünceyi bir bakıma insanın tabularla, dokunulmaz sanılan şeylerle mücadelesi diye görürler.

Avrupada, dogmatizme karşı verilen kafa savaşının başlangıçta böyle bir niyet taşıdığını kabul etsek bile, bilim bugünkü kimliğiyle yeni bir tabu, yeni bir dogma çıkarmıştır ortaya: bilim.

Bilim adamları olsun, onlara özendirilmeye çalışılan kitleler olsun, evvelki asırlara ait dogmaları yıkmışlardır belki, ama bu eski dogmaların bedeli insana yeni bir bilimdir. Bilim, insanın hür düşüncesinin önünde demirden bir köstek gibi duruyor. Ona, her şeyi benim dediğim gibi düşüneceksin, diyor. İnsanı yalnız ve ancak kendi bildikleriyle sınırlandırıyor.  Doğmalara karşı savaşa çıkan insan aslında ve neticede kimlik değiştirmiş yeni bir doğmaya ulaşmıştır. Bugün bilim, kılı kırk yaran dallara budaklara ayrılmıştır.
…...

İnsan kafası artık tek başına bir başarının üstesinden gelemez olmuştur. Araştırma yapılacak hemen her konuda bir ekip kurulmasından, bir endüstrinin gerekliliğinden bahsedilmektedir.

O, toplu bir başarıda sadece bir iştiyalçıdır. Artık ferdiyetin, dehanın payı gitgide kaybolmaya yüz tutuyor. Böyle bir çalışma neredeyse insanı böcekleştiriyor ve onu böceğin, dar dünyasına hapsolmaya zorluyor.

[Kafkanın 'dönüşüm' kitabını okuyanınız var mı? Gariptir ki orda da bu böcege dönüşüm hadisesini en ince detayına kadar hissederiz. Okumayanlara tavsiyemdir.]

 Mevlana’nın at sineğine düşmüş sinek tasviri gibi… Sineğin içinde bulunduğu ortamı okyanus sanmasının ne önemi var??

Müslümanca düşünme üzerine denemeler- Rasim Özdenören

Dipnot: vaveyla heybesinde de eklidir.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Baykuş!

'' Tenkin-i hayat etmedi asla bize bir ses,
Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye'sin bulanık rûhunu zevk etmeye baktı;
Me'lun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı! ''

M. akif

18 Ekim 2013 Cuma

kün fe yekûn_kün fekân

'' Ey seyrânî! fermânıdır ''kün fekân''
Mantûk-ı vâhiddir. Kudret-i lisan ''

 Seyrânî

 (Allah'ın 'ol deyince hemen oluverir' fermanıdır
sessiz ve gizemli bir dil ki 'Allahın dediği olur')

 Durup düşünmeli! ''kün fekân'' ''kün fekân''.........

 ( bkz: http://www.filozof.net/Turkce/islam-felsefesi/14680-kun-nedir-kun-fe-yekun-ne-demek-tasavvufta-anlami-hakkinda-bilgi.html )

 Kur'an da ''kün fe yekûn'' olarak da geçer imiş. Yani 'OL DERSE OLUVERİR'.

 Bakara suresi 117. ayette şöyle geçer; '' Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu). ''

 ''O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.''

 Ali imran suresi 47. ayette ise; 

'' Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).''

 '' (Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi. ''

 ve yine ali imran suresi 59.ayette;

 '' İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).''

 '' Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.''

 düşünmeli demiştim, düşünmeli ya sahi?

 -se -sa eklerini sıralarım çoğu zaman ardı sıra... diler de dilerim ister de isterim, ve çoğu kez hayıflanırım. ya da imkansız gibi gelir umutsuzluğa düşerim!!

 umutsuzluk! Müslümanın lügatında var mıdır olmalı mıdır bu kelime? hiç sanmam.

 Akif der ya hani ;

  ''Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak

  hiç inanmam hani görsemde gözümle 
imanı olan kimse gebermez bu ölümle'' sonra ekler,

 ''ye's öyle bir bataklıktır ki düşersen boğulursun
 ümmide sarıl sımsıkı seyret bak ne olursun''

ne diyorduk; ümitsizlik umutsuzluk... ve müslüman...
Dücane Cündioğlu'nun Ölümün dört rengi kitabında şöyle geçer;

'' Daha yüksek makamlara ulaşmak için çabalayan müslümanın özlemini yansıtan hüznün, Hıristiyan kültürünün cehennemi karanlık ve umutsuzluğuna benzer bir tarafı yoktur! Turgut Cansever

Turgut Cansever'in bu sözünde karşı karşıya gelen bu iki duygu ; biri müslümanca hüzün, diğeri Hristiyanca umutsuzluk...

Ve kasvet,Dünyanın iki ayrı biçimde kavranışı.
İnsanın üzerinden çıkmayan leke, ilk günahın o silinmez yazgısı...
Hıristiyani o umutsuzluk ve suçluluk duygusu, ortaçağ karanlığı masalını büyük ölçüde doğrular. Düşüncesiyle ve sanatıyla...
İsa... Hıristiyanlığın nazarında yarı insan yarı tanrı değil.
Asla bilakis! Hem insan, hem tanrı. Eşit derecede.
Çarmıha gerilmiş bir tanrının gölgesinde huzursuz ve ıstıraplı bir kasvet. Karanlık ve gölge. Az ışık ama çok gölge. Daima gölge. Hep gölge. Karanlık ve kasvet.

Rönesans sonrası Barok tenebrismosu bile çok masum kalır  işaret ettiğim ortaçağ kasvetinin yanında. Çok masumdur Caravaggio 'nun o koyu kopkoyu Barok gölgeciliği...

Çünkü artık Doğu'nun ışığı vardır modernlerin paletlerinde... ve İspanya'nın... Endülüs'ün... ''

 Sahi bizimki kasvet ve o hıristiyani umutsuzluk olamaz olmamalı! 

'kün fe yekûn'' demiş Kuran da Rab! '' kün fekân'' imiş! ol der oluverirmiş!

dahasına lüzum var mıdır,
olmamalı müslüman, olmamalı!



Bu bilinçle yaşamayı bu bilinçle tereddütsüz bağlanmayı iman etmeyi nasib etsin Rab,

dipnot: ''Vaveyla heybesinde de eklidir.''

10 Ekim 2013 Perşembe

Hüzün ve umutsuzluk...

'' Daha yüksek makamlara ulaşmak için çabalayan müslümanın özlemini yansıtan hüznün, Hıristiyan kültürünün cehennemi karanlık ve umutsuzluğuna benzer bir tarafı yoktur! Turgut Cansever

Turgut Cansever'in bu sözünde karşı karşıya gelen bu iki duygu ; biri müslümanca hüzün, diğeri Hristiyanca umutsuzluk...


Ve kasvet,Dünyanın iki ayrı biçimde kavranışı.

İnsanın üzerinden çıkmayan leke, ilk günahın o silinmez yazgısı...
Hıristiyani o umutsuzluk ve suçluluk duygusu, ortaçağ karanlığı masalını büyük ölçüde doğrular. Düşüncesiyle ve sanatıyla...
İsa... Hıristiyanlığın nazarında yarı insan yarı tanrı değil.
Asla bilakis! Hem insan, hem tanrı. Eşit derecede.
Çarmıha gerilmiş bir tanrının gölgesinde huzursuz ve ıstıraplı bir kasvet. Karanlık ve gölge. Az ışık ama çok gölge. Daima gölge. Hep gölge. Karanlık ve kasvet.

Rönesans sonrası Barok tenebrismosu bile çok masum kalır  işaret ettiğim ortaçağ kasvetinin yanında. Çok masumdur Caravaggio 'nun o koyu kopkoyu Barok gölgeciliği...


Çünkü artık Doğu'nun ışığı vardır modernlerin paletlerinde... ve İspanya'nın... Endülüs'ün... ''


Dücane Cündioğlu - Ölümün Dört Rengi

6 Ekim 2013 Pazar

Ey Nar!

''Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim. '' der Nazan Bekiroğlu Nar ağacı kitabında...


Henüz okumadım kitabı en kısa zamanda alıp okuyacağım inşallah,  lakin şöyle durup düşündüm bir süre acaba beni tee bu şehr-i istanbula çağıranlar neler...

Yeni şehrimin yeni evimin bahçesinde her gün karşılar beni, kırmızı kırmızı gülümser yorgun argın gelmişken yüzüme.  Ben de dayanamayıp selam veriyorum bu ağaca... Nar Ağacı... 

 Bu şehri bana sevdiren şeylerden biri de bu olacaktır, kimbilir belki nar çiçeğini de görebilirim. 

O zamana kadar buralarda olacak mıyım acaba... Durabilecek miyim buralarda o kadar bilinmez. Ama buralarda var olduğum süre içinde bekleyeceğim seni nar çiçeği...


İşte bu incecik yoldan nar agacı dalarının altından geçerek giriyorum evceğizime.


Neden buralardayım acaba sorusunun cevabı belki de,


evet, belki de hatırası yaşacak bende ilerde... 


P.S: Nar ağacı kitabını merak edenler için, http://www.naragaci.com/index.php?p=61&k=10


Nar taneleri filmi jenerik şarkısı var birde;


'' nardık, bütündük, birdik tamdık; kim dağıttı bizi '' der.



Ayrıca ayva turunç narım var demiş Neşet Ertaş şöyle demiş dinlen hele;






Anlıyorum ki bu dünya,

'' Uzunca bir zaman karşılaştığım ve karşılaşabileceğim her soru için bir cevabım olmasını önemsedim.

Şimdi kendime ait soruların varlığıyla yetinmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki bu dünya, cevap verebileceğim türde açık ve anlaşılır sorular barındırmıyor.

Vazgeçtim cevaplardan.

Ellerimi cebime koyup, yerdeki çizgilere basmamaya gayret ederek yürüyorum.

Cevaplar için sürekli başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyordum, oysa kafamda o kadar çok soru var ki artık etrafımda kimsecikler olmasa da olur. 

Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi.''

Bir adam girdi şehre koşarak- Tarık Tufan

Deniz Yolculuğu

İnsan uzaklara gitmeye karar verdiğinde denizi tercihi etmeli bana kalırsa . Kara, gözden kayboluncaya kadar denizde yolculuk etmeli.

Yani bir gemiyle gitmeli insan.

Ayağı toprağa değdikçe uzaklaşamaz insan. Şehirlerden geçtikçe uzaklaşamaz. Çünkü şehir, bir hatırlama biçimidir. Her şehir, içinde bir hatırayı canlandıracak fotoğraflar taşır.

İnsan şehirler geçtikçe kendinden izler bırakır. Şehrin parklarında, tren istasyonlarında, kafelerinde, bulvarlarında, dükkanlardan yükselen şarkılarda, duraklarda, metrolarda bekleyen insanların dalgınlıklarında izler bırakır insan.

Şehirlerde bıraktığın her iz, geri dönmek için bir yol işaretidir. 

İnsan denizlerden gitmeli çok uzaklar için.

Geri dönmemek için bir gemiye binmek gerekir. Panama bandıralı bir gemiye hem de......

İnsanlar sevdiklerinden ayrıldıklarında bir gün geriye dönebilirler hiç şüphesiz.

Ama sevgiliden ayrılmak bir deniz yolculuğuna çıkmaktır. Deniz kör eder, mavi kör eder, ufuk kör eder, martılar kör eder, gece kör eder, bir daha göremez insan. Uzaklara gitmek için denize açılan kör olmayı seçmiştir her halde. Bir daha görememeyi yani...

''Bilesin kavuşmak yok İslamlıkta/Kavuşan kısmı ancak gavurdur! ''
Süleyman Çobanoğlu

diyor şair. Sevgiliden ayrılmak bir iman teslimiyetidir belki de... 

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak_Tarık Tufan

KIŞ

'' Bu kadar kalabalık ve bu kadar sessizlik dikkat çekici. Yaz kalabalıkları gürültülü olur. Fakat kış kalabalıkları suskundur. Kimseler konuşmuyor. 
Kulaklarım üşüyor. '' 

Bir adam girdi şehre koşarak_ Tarık Tufan

4 Ekim 2013 Cuma

...dargın havsalamın gücü yok...

İçimden şu zalim şüpheyi kaldır
Ya sen gel ya beni oraya aldır

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
Ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
Kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
Kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
Onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
Çünkü dargın havsalamın
Gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lânete çarpa çarpa gümrah
Sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
Sakın styks sularının heyûlası sanmayın
Er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
Biraz üzgün ve ömer öfkesinde biraz
Öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
Ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
Ne ellerin hırsla saban tutuşu
Ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
Dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
Yetmez karşılamaya.












İnsanlar
Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
O ferah ve delişmen birçok alınlarda
Betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
Çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
Şakaklarıma dayanınca güneş
Can çekişen bir sansar edasıyla
Uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
Kadınların sahiden doğurduğuna
Toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
Nicedir kavrayamam haller içinde halim
Demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
Bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
Su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
Duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden 
Aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
Sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
Bir harfin başlattığı yangın ile söndür
Beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
Öyle mahzun
Ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

Ya sen gel ya beni oraya aldır_İsmet Özel