29 Kasım 2015 Pazar

Sorumluluk

'' Doğu düşüncesinde;
 sorumluluk sınırsızdır. İnsan başlangıçta sorumsuzluk benzeri bu sınırsız sorumluluğa ata saygısı yüzünden gönüllü olarak kendini adamıştır. ama, tarih içindebu aşk ve sevgi sönmüş, bu yüzden insan gittikçe bilincinde olmadığı bir çöküş ve yıkılış eğrisi çizer olmuştur.

 Doğunun batı karşısında bu son yüzyıllarda yenilişi, bu sınırsız sorumluluk ya da artık sorumluluğun niteliğini, kesinliğini kaybedişi, fazla yaygınlık yüzünden etkisini yitirişi ile de açıklanabilir. direnme gücünü kırmıştır çünkü sorum saplantısı. Şimdi de, aynı doğu mizacı, bu kez muhtevayı batı'dan alarak yeniden biçimlenmek iddia ve davâsında...

 Batı'da, temelde, insan sorum tanımaz. Kendini kendine karşı sorumlu sayar. Ama bu sorumluluktan anladığı tüm gücünü kullanıp başkaları üzerinde hegomanya kurmaktır. insanı, kendisi değil, başkaları, insan gücünü başka güçler sınırlar. Realitede, insanı snırlayan güçsüzlüğüdür Batı anlayışında. gücün varsa, İskender ol, sezar ol, herkes seni alkışlayacaktır. Ama bir an bile boş durmamasın, sırtına her an hançeri sapayacak Brütüsler hazırdır çünkü.

 Doğu'nun ve batı'nın,her konuda olduğu gibi, sorumluluk konusunda da aşırı uçlara giden tutumlarına karşılık, kendine özgü uygarlığının hakikat özüyle yoğrulu islam, teoride, kişi ve topum sorumluluklarını açık ve seçik bir şekilde belirlemiş ve bu iki kesim arasında birbirini kırıcı değil, destekleyici ve verimlendirici sınırlamalandırmayı yapabilmiştir. kişinin ve toplumun güçlerinin yettiği yere kadar altrüist bir sorumluluk duygu ve ahlâkı vardır islâmda.

müslüman, ülkü adamı olarak kendini Allah'a karşı bütün dünya ve insanlıktan  sorumlu kabul eder; bir ülkü adamı olarak elinden geleni yapar, fakat ondan ötesi için artık '' tevekkül'' eder, kadere razı olur. Onun kaderciliği ve tevekkülü bu anlamdadır.

Yeryüzünün varisi ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi, yaratıkların en üstünü olma yazgısı, mümini, enerjik ve dinamik bir ruhla gücünün yettiği bir vazife sorumluluğunu omuzlamaya yöneltir. Ruhtaki ego taşlaşmasını eritmek, Tanrı rızasında fâni olmak, onu bu sorumlu dünyasında insanlığını bütünlemeye götürecektir. O kendini sadece bir hizmet eri olarak görecektir. Başarı ve ödül Allah'tandır ve otomatik olarak bir cevap gelir hizmetin sonunda. Onun baktığı hizmettir, ödülleniş değil. Takatı ölçüsünde sorumunu bütünlemektir amacı. ''

22 Kasım 2015 Pazar

Geçen dakiklarım

Kimbilir nerdesiniz,
Geçen dakikalarım
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların,korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

21 Kasım 2015 Cumartesi

Ben hangi mimarım, bilseydin eğer

Çamlıca da bir ay gördüm; senindi
Birden o nazenin yüzüne indi
Gözlerinin yeşil denizlerinden
Gülümserdin; has bahçeye dönerdim
Bir zamanlar bulutlardaydı başım
Bir zamanlar sevdalı bir fenerdim
Sabah yalınayak kıyılarında
Avuçlardım doğuşunu güneşin
Akşamları gemilerden kovulur
Hayalini düşürürdüm izime
O sapsarı, günbatımında yanan
Saçlarınla sarılırdın yüzüme

Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de gökyüzü
Öylece dursaydık sonsuza kadar

Ben hangi mimarım, bilseydin eğer
Bir lügat yanmazdı böyle ansızın
Eriyip akmazdı kanda cümleler
Dokun, âh süzülsün alevlerinden
Heceler kurusun dudaklarında
Harflerinde beni bekle ve ısın
Yedi saray kurdum yedi tepede
Her gün birisinde uyanmalısın

 1.   Saray

Karanlık akıyor Sarayburnu’ndan
İçinde şiirden bir mumdur zaman
Fitilinde duman duman ayrılık
Topkapı nasıl da incinmiş bundan
Kimindir bu Saray, bu Sultan kimdir
Diye haykırıyor Aya İrini
Ne bilsin, geçerek son nefesinden
Ölmüyor, bulanlar gönül pîrini
Yerebatan Sarnıcı’ndan semaya
Hû diye yükselen suyun sesinden
Her gece nağmeye dönüyor hayal
Al diyor, İstanbul mehtabındır, al

2.   Saray

Nakışları nerde Çinili Han’ın
Çemberlitaş hasta bir gezgin gibi
Kapalıçarşı’da başlayan yangın
Mısır Çarşısı’nda eski bir bahar
Darağacındayız daha dün gibi
Yine kırılıyor bizim aynalar
Genç Osman bakıyor cam kırığından
Surlar yıkılıyor hıçkırığından
Yerleş bu Saray’a kalmadan kışa
Kimimiz şehzade, kimimiz paşa
Yollarda bekliyor nice bendeniz
Yalnız sana meftun toprak ve deniz

 3.   Saray

Sinan mı bakıyor yoksa derinden
Süleymaniye’nin tut ellerinden
En içli duayı okusun taşlar
Öteye yolculuk kapıdan başlar
Bu saray bulunmaz Çin’de, Maçin’de
Sana bir külliye kurdum içinde
Kitaplardan oku ruhumu, heyhat
İksirde ölüm var, zehirde hayat
Gece masallarda açıyor çiçek
Rüya olanda mı,  nerdedir gerçek
Yiğitleri bir bir uyanır yarın
Beyazıt’ta şaha kalkan atların

4.   Saray

Bu Sarayın özü dünyaya değer
Gölgesi kaybolur havarilerin
Ertuğrul Gazi’nin kirpiklerinden
Damlayan su Fatih olurmuş meğer
Ürkek sahillere uzat elini
Bozdoğan Kemeri sarsın belini
Mekân kaybolurken görünsün ışık
Çözülsün yürekte kalan sarmaşık
Dal budak salıyor zulüm ve korku
Hüsrana gömüyor o hazin Şarkı
Yeter söndüğümüz ve yandığımız
Garbın ateşine aldandığımız

 5.   Saray

Zebun olmayacak artık cihangir
Bu Saray’a cümle kapısından gir
Yanına divit al, can mürekkebi
Bir de ben geleyim bir gölge gibi
Bırak da, kalbimde haykırıp yazsın
Beni divit kadar anlayamazsın
Ne haremağası, ne de cariye
Destanımı okur bir gün Kariye
O mel’un ihanet bilsin ki, vatan
Mahrem bir sevdadır, bizi ağlatan
Bir gün yeryüzünü sarar bu sızı
Piri Reis kıyar nikâhımızı

6.   Saray

Bu nasıl çığlıktır, bu nasıl bir âh
Minare tutuştu, yandı mihrimah
Yıllardır inleyen Edirnekapı
Bilmez ki, kimindir bu eşsiz yapı
Çatlamış, mucize bekleyen duvar
Harcında Usta’nın gözyaşları var
Tekfur Sarayı’nda sönen meş’ale
Ruhumla tutuşup gelseydi dile
O simsiyah ezberleri bozardı
Kıskanmanın tarihini yazardı
Lâkin nice Rüstem erse murada
Buluşamaz ay ve güneş dünyada

7.   Saray

Marmara’da kuşlar uçar kanatsız
Gönül süvarisi olur mu atsız
Lâle bahçeleri Leyla kokunca
Çeşmelerden âb-ı hayat akınca
Yiğitler çıkacak bin bir köşeden
Ordular kalkacak Bayrampaşa’dan
Haseki’ye ebabiller konacak
Avareler bunu rüya sanacak
Bir defa dinleyin ağalar, beyler
Bu şehrin surları size ne söyler:
Gül kokulu bir imandır İstanbul
En vefalı imtihandır İstanbul

Rüya

Çamlıca’da yollar gördüm, sararmış
Onlar da ben gibi seni ararmış
Hâlâ bir civanım on sekizinde
Merhem bulmalıyım aşkın izinde
Kendi yokluğumda var olmalıyım
Savrulmak nedendir, tutunmak niye
Ya Sultan asmalı beni bir göğe
Ya ben bir Sultana yâr olmalıyım

Ey derûn yurdunda büyüyen ırmak
Bileyim, nasıldır güneşe varmak
Erimek devlerin dert ocağında
Ve yeniden doğmak ölüm çağında
Gitmek zamanıdır öteye doğru
Çağrı bekliyorum, sade bir çağrı
Bir işaret, bir tebessüm, bir melek
Ne sen kaldın efkârımda, ne felek

Dünya bize zindan, dünya bize dar
İstanbul olsaydın, ben de bir seyyah
Elele yürürdük sonsuza kadar
Nurullah Genç

Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Ey dil ey dil niye bu rütbede pürgamsın sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tev'emsin sen

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen 
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen 

Merteben ayn-ı müsemmadadır esma sanma
Merci'in Halik-i eşyadadır eşya sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rüya sanma
Başkasın kendini suretle heyula sanma
Keşf ile sabit olan ma'niyi da'va sanma
Hakkına söylenen evsafı müdera sanma

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

İnleyip sırrını faş eyleme ağyara sakın 
Düşme bilmezlik ile varta-i inkara sakın 
Değmesin ahların kakül-i dildara sakın 
Sonra Mansur gibi çıman olur dara sakın 
Arz-ı acz etmeyesin yareden ol yare sakın 
Bulduğun cevher-i alileri bi-çare sakın 

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen 
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen 

Sendedir mahzen-i esrar-ı muhabbet sende 
Sendedir ma'den-i envar-ı fütuvvet sende 
Gizli gizli dahi vardır nice halet sende 
Marifet sende hüner sende hakikat sende 
Nazar etsen yer ü gök düzah u cennet sende 
Arş u kürsi ü melek sendedir elbet sende 

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Hayfdır şah iken alemde geda olmayasın
Kader-alude-i ümmid-i rica olmayasın
Vadi-i ye'se düşüp hiç ü heba olmayasın
Yanılıp reh-ver-i sahra-yı bela olmayasın
Ademe muttasıl ol ta ki cüda olmayasın
Secdeler eyle ki merdud-ı Huda olmayasın

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Şeyh Galib

Tesettürlü İlk Gün

 biraz zaaflar
 biraz asilik (eğer aileden seni öyle istemeyen biri var ise)
 biraz umursamaz bir tavır (tüm sorumluluğu alıyorum evet karışmayın hesapları)
 biraz bireyselliğe ilk adımlar, aileden bağımsız karar alabilmeye başladığının ilk pırıltıları.
 biraz kendi başınalık, yanlızlık.
 biraz korku, korkudan kasıt tedirginlik.
 biraz gurur, hamd ile, besmele ile kendinden emin adımların müsebbibi.
 biraz yeni farkındalıklar
 biraz ruhiyeti halin edebe ve ahlaka yansıyışı. hafif bir baş eğiş.
 biraz tebessüm.
 biraz mahcupluk, elmacık yanaklarının kızarması.

 ile başlayan serüvenin gün içinde;
 biraz acı, kalbe inen sızı; keza o zamanlar okulara giremiyorduk.
 biraz farklı olmaklık; keza artık sen eski sen olmamalısın.
 biraz daha fazla sorumluluğun ağırlığını hissetmek; keza ne yaparsan ''başörtülü kızlar....'' genellemesine giriyor bu toplumda.
 her adımından her hareketinden sorumlu olman.(u: ha öncedende sorumluydun ama unutma artık sen ve senin gibi saf bir inançla yola çıkanlar farklısın yargısız infazla tehdit ediliyorsunuz)
 biraz daha sorumluluk çünkü büyük değerlerin küçük görüldüğü dünyada değer bildiğin küçük görüneni büyük bir tevazu ve idrak ve bilinçle taşımalısın. küçük görüneni büyükleştirebilecek olan sensin sadece ve senin bu bilinçle örnek olacak yaşam tarzın.

 dahada ileryen günlerde anlıyorsun ki,
 biraz öfke
 biraz anlaşılamama duygusu
 biraz daha fazla kendini anlatma ifade etme isteği
 çünkü anlıyorsun ki sadece kendinin sorumlulukları değil başkasının yanlış bir tavrıyla veyahut önyarglarıyla veyahut tamamen safça kafasında kurduğu kodlamalarla dolu sorgularla, sorgulanıyorsun sorgulanacaksın!
 biraz nimete alışmamaya çalışmaca. çünkü gün be gün normalleşecek sen de bu idrak hele de nüfusun yüzde 90 küsürünün kağıtta müslüman olduğu bir toplumda. nimete alışma diyeceksin kendi kendine. alışmamalısın! o küçük heyecanını ilk günkü heyecanını diri tutmalısın bu yüzden. sıradanlaştırma.

 totale bakınca anlıyorsun ki;
 seni koruyan büyük bir güç. neyden neden nasıl koruduğunu tüm hücrelerinle hissedebildigin madden ufak manen çok büyük bir şey.(u:  tabi sadece bilinciyle örtünmeye çalışanlar için)
 kendi korurum ben korurdum! laflarının safsata olduğunu toplumda yer edinmek için bazen bazen sevdigin birini kıramamaktan gelen bazende nefsinin üzerinde oynadığı büyük oyunları tek başına kontrol edemeyeceğinin seneti. bir nev sigorta. kalbinde ki tereddütleri hissettiğin an yüklendiğin sorumluluğa uymuyorsa... kendinden utanmıyorsan yada toplumdan yada herhangi bir şey yoksa seni sınırlayan amerikadaysan mesela kimse hiçkimse seni sorgulamıyor yargılamıyorsa dahi nefsin seni dürtüyorsa içten içe... soruyorsun tesettürüne;

 ben kendime yenildim ama sana da yenilmeliyim?
 Hayır diyor bir ses HAYIR.
 sonrasında farkediyorsun o anki dürtünün ne kadar boş oldugunu o an ne kadar istekli ve azgın olursa olsun.

 işte böyle bir sigortalı hayata
 her an sınanacağın tartılacağın
 ve her an hamd ettirecek bir hayata ayak basışın olacak o ilk gün.

15 Kasım 2015 Pazar

Muammalık

Birer muamma olarak doğarız: Kimin kaç gün yaşayacağı, nasıl bir ömür süreceği, ne uğruna tükeneceği hiçbir kulun malûmu değildir. İnsanoğluna muammalık sıfatı yakıştırırken şunu gözden kaçırmazsak isabet kaybederiz: Her kime muamma demişsek o, muammalı saydığımız yanını ancak bedeninde can taşıdığı sürece muhafaza edebilecektir. Can taşımak imkan taşımak demektir.

İmkân ise istidattan ibaret değildir. İnsanların imkânı dediğimiz şey, o güne kadar ne idiyseler olduklarının ötesine gidebilme, üstüne çıkabilme gücüdür.

İnsan hayatı kendini tekrar edip duran bir devr-i dâim manzarası arz etmediği takdirde sahiden insan hayatı olur.

Sırrımız canlı olmamızın neyin canlanmasına hizmet edeceğinde saklı.

''Kendini bil'' diye boşuna söylenmemiş. Bilim, felsefe, sanat alanlarındaki bilgilerle kendimizi bilmedeki noksanımızı gideremeyiz. İnsan gerçeğinin esasına erenler bununla kendini bilme çabasının üstesinden gelmiş sayılmazlar. Çünkü '' kendilik bilgisi'' her kim ona kavuşmuşsa, yalnızca kendini kapsar. Demekki kendilik bilgisi biriciklik bilgisidir. Aradığımız bilgi, bilgi olma özelliğini kamuya sunulur sunulmaz kaybeder. Geçen bunca zaman insan ömrünün birisikliğine helal getirememiştir. Sahiciiğimiz biricikliğimizdendir.

Ya şimdiye kadar geçirdiğimiz yıllara hakkını vermiş, yahut yılllarımızı heba etmişizdir. Ömrümüzün her aşaması bilgisizliğimizi geride bırakmamıza vesile olduğu nispette değer taşır.

Acaba bilgisizlikten kurtulmak ve bu değeri kazanmak için kütüphanelere mi kapansak? yoksa maceradan maceraya atılıp bilinecek şeyi tecrübeden, hayat bilgisinden mi çıkarsak? Boşuna gayret... Ne kadar değerli olduğumuzun ölçüsünü tanık olduğumuz bu dünyada bulamayacağız.

Biz insanlar canımızın neyi canlı tuttuğu bilgisinden yoksun bırakılmakla kalmamışız; yaşarken hangi eylemler için yeterli olduğumuzun bilgisi de bizden saklanmıştır. Kim olursak olalım sadece bir tek alanda tercih yapmaya güç yetirebilriz: Kaderimize razı olmak veya kaderimize itiraz etmek.

Birinci şıkkı seçip takdire rıza göstermişsek ne için yaratıldığımızı da keşfetmişiz demektir.
Kaderinize itiraz ettiğiniz zaman yaratıldığınızı da inkâr etmiş olursunuz.

Yaşıyorsak doğuştan getirdiğimiz muamma bizimledir. Sona eren hayatlar sadece birer bilmecedir; ölüm onların muammalık vasfını yok etmiştir. Bu anlamda tarih de bir bilmecedir ve bir muamma değildir. Yaşarlık niteliğinden arındırılmış insanların, kendileriyle asla el sıkışamayacağımız, cevap vermek suretiyle artık bize nüfuz edemeyecek kişilerin zihnimizde uyandırdığı yankılar, eğri ve doğru biyografiler haline gelir, tarih olur. Gözlemlerimiz, tanıklarımız, delillerimiz ve ele geçirebildiğimiz bütün veriler sona ermiş hayatların ortalama anlayışlar düzeyinde açıklanması, aklîleştirilmesidir.

Demek ki kimlerden lursa olsun insanlardan birinin ''kaybedilmiş hayatı'' diğerleri katında gerçekte olduğundan çok daha sıradanlaştırılmış, muammasız kılınmış birer malzeme haline dönüşmek zorundadır. Sona ermiş hayatlar üzerine konuşup yazanlar keşfettiklerine inandıkları gerçekleri dile getirirler. Onların kabul edilmeye indirgenmiş bir mantık örgüsünün ötesinde, önceden sınanmış bir mantık çatkısının üstünde bir şeyi dile getirdikleri söylenebilir mi? Hayır. Sona eren hayatlar gözlemcilerin, delil toplayanların gözlemden yoksun kalanlara takdim ettiği bilmecelerdir. Hakkında konuşulan insanlardan hiçbiri içine konulduğu tabutun kapağını aralayıp 'ban sağken şu yoldan giderdim ' diyemeyecektir.

 Yaşadığı müddetçe insan muammadır. Kabul edilmesinde hiç zorluk çekmeyeceğimiz gerçek şu ki bir insanın yaşayan insan nitelemesine uğraması onun nefes alıp vermesi, canlı varlıklara özgü işlevleri yerine getirmesi sebebiyle değildir. Herkim ki bizzat kendi hayatının mânâsını değişime uğratmaya müsait veriler üretmekten geri durmaz; işte biz ona ''yaşayan insan'' deriz. Bu ''yaşayan insan'' , hayatı hakkında söylenebilecek son sözü kendi türünden bir gözlemciye bırakmadığından dolayı bilmece değildir.

Neyin varisi olduğu hakkındaki bilinç insanı insan yapar. Çünkü insanın sürdürdüğü hayatla insan olmayanın mevcudiyeti arasında derece farkı değil, mahiyet farkı vardır. ''Sonuçta belki benim tanrısızlığımın Tanrıya yakınlığı'' demiş Martin Heidegger, '' felsefede Theism adı verilen şeyden daha fazladır. '' Milâdî yirminci yüzyılın en çetin filozofu, Tanrı'ya yakınlığı ağzına almadan edemiyor. Biz ne yapalım? Bizler ki Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu öğrenme tarihine erişmiş insanlarız. Gayet sarih bir biçimde fark ettiğimiz odur ki bizim Allah'a ne kadar yakın olduğumuz - cüretkârlığımız Heidegger'inki düzeyine çıkmadığı sürece - tam bir muammadır.

Allah'ın insana değil insanın Allah'a yakınlığı: İnsan hayatıyla insan olmayanın mevcudiyeti arasındaki farka anlam veren yegane belirti budur.

Biz daha ihtiyatlı davranıp yaşadığı müddetçe insanın istikamet üzere olup olmadığı hakkında Allah'tan başka hiç kimsenin - insanın kendisinin bile- kesin bilgisinin olmadığını söyleyeceğiz. Bu çok değerli bilgisizliğimiz yüzünden çıkmadık canda ümit vardır diyeceğiz. Çıkmadık canda ümit var sözünü işimize geldiği gibi kullandığımız bir atasözü olmaktan çıkarıp bir kültür ilkesi sayıldığı geleneğin sürdürücülüğünü benimsersek görürüz ki ümit muammanın kardeşidir. Her insan bir muamma olarak doğar diyeceğimize, her insan bir ümit olarak doğar dersek de olurdu. Her yaşayan insan , yaşayan her diğer insan karşısında bir ümittir.

İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradadasın



Fark!

'' İnsanlar soruyorlar:  Ne fark eder?
insanlar cevap veriyorlar : Fark etmez!
İnsanların farktan imtina etmeleri cehaleti koyulaştırıyor, zulmü ağırlaştırıyor.
Farka nail olmamız için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır.
İnsanlar arası dürüst ilişkiler bu zihin açıklığı sayesinde kurulur. ''

İsmet Özel - Henry Sen Neden Buradasın?

9 Kasım 2015 Pazartesi

Seccâdem

'' .....uzletin, tecrîdin ve fikrî keşifleşmenin mekânı;
esasen mü'minin dünyadaki yeri de ancak bir seccâde kadardır... ''