
Yorgunken dünyaya yol buldum gitmek için. gidebildikçe mutlu olduğumu yeniden anladım böylece. yorgun ama heyecanlı ben, yorgunluğunu unutuyordu yolda olunca. endişeleri yol alıyordu.
Sultanlar şehri diye bilinen Edirneye ilk gidişimdi. Öncesinde uzaktan duyumsamalarım vardı o şehre dair o kadar bi iki şivesini bilirdim bir de... Teyzem öğretmen olmuştu oralarda... öğrencilerinin konuşmalarını anlatırdı bizlere oralardan kulağımızda kalmış olsa gerek ki bildiğim tek şey o bu kırıntılardı... Ani bir karar oldugu için adetim olmadığı üzere öncesinde şehir hakkında araştırma da yapamamış idim. Mimarsinanı bellemiş ama görmemiş idim o eserlerini... çıktık yola... mezun olmuştum selam edeyim geleyim yeter idi.
Gece 11 gibi yola çıkmış 7.30 civarında varmış idik şehre. Meşhur dediler Peynirli böreğiyle kahvaltımızı yaptık. Epeyce yağlı idi,kat kat Kayserinin katmeri misali idi ama börekti. :) sabah sabah hoşuma gittiğini söyleyemem o sıcakta ağır gelmişti yağı.
Derken yol alıp Eski cami'ye yol aldık. Kapıdaki mukarnas'dan eğdik başımızı girdik içeri... İlk dikkaimi çeken, Girişteki kubbede ışıklığı var idi. Ondan önce Cami erken dönem Camilerinden olduğundan olsa gerek şadırvanı dışardaydı yani avlusu yok, son cemaat mahalli yok caminin.
Sonra 4 minaresininde farklı olduğu bir cami 3 Şerefeli Cami'ye ulaştık. Şadırvan avluda idi bu sefer. diğerlerinin aksi ana kubbeye pencere açılmış duvarlara avlunun ayakları yerleştirilmiş ve duvar kalınlaşmış.Ayrıca mukarnas yada tromp harici başka bir üçgen biçimini görmekteydik. Kadınlar mahfili denemeleri de var ayrıca bu camide eski cami gibi asma kat yapılmamış başka elemanlarla alan bölünerek istenilen şekilde düzenlenebilir bir hanımlar bölümü düşünülmüştü.
Cami avlusu caddelere açılıyor ve kapıları bu cadde ve yöne göre isim almaktaydı. Camiye minarelerinden dolayı Burmalı Cami de deniyormuş.
Şehirde az biraz dolaştıktan sonra Beyazıt Cami ve tıbbiye medresesini müzesini gezdim. Beyazıt Cami özünü neredeyse yapılan resterasyon sonucunda kaybetmiş olsada medresede dolaşmak canlandırma sonucu o günleri hissetmek içimi acıtmadı desem yalan olur. su sesi ve musikiyle hasta tedavisi hasta odasları ögrenci odaları... ve şimdilerini düşünüp karşılaştırma yapmak epey fenaydı... Önceleri insanlar dünyayla ahireti birleştirmişler ayrı gayrı olmamış hani bi uğurda çabaladıkları o kadar belli idi ki, öyle ruhi bir çaba vardı ki... bizlerde ise sadece koşuşturmaca... o başıboşluk o kör olmuşluk bir kez daha çarptı suratıma.
Tava ciğerini yedik Şehr-i kelebekte... Selimiye arkasında bir mekandı. Doğrusunu söylemek gerekirse özünü kaybetmiş sadece kazanç düşünülmüş üzülerek memnunıyetsiz ayrıldım ordan. şu şu oldu demek doğru olmayacağı gibi bir yere de götürmez bu yazıyı. o yüzden üzüldüm ve sustum diyorum.
ahh Selimiye; Mimarsinanın ustalık eseri... Kurtuluş savası sırasında kubbesının bır kısmı yıkılmış bi dönem açık kalan kubbe sonra onarılmış ve kapatılarak restore edilmiş selimiye... ne bir çizimi ne de derinlikleri anlaşılan selimiye...
2 kere avluda döndüm yanına vardım teyze öyle değil tevbe suresinde gecen ayet üzerine yapmış orayi mimarsinan hic mimarsinan öylesine bisi yapar mı o iyi bir sofiydi aynı zamanda diyecek oldum ki; teyzemin tavırları ve o sözü ''şekil olsun '' diye sözü geri geri adım attırdı da ahh içime oturdu sözleri...
Dilim lal oldu da bişicik demeye gücüm yetmedi, bakakaldım öylece izledim arkasından...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder