MODERN MİMÂRİ BİR TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ
PROJESİDİR
“Memleket mutlaka modern,
medenî ve yepyeni olacaktır.
Bizim için bu hayat davasıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk
Bu
yazıya; milletimizin dînî, ahlâkî, içtimâi, iktisâdi ve kültürel hayatını
derinden etkileyen ancak üzerinde her nedense durulmayan önemli bir hususu
hatırlatarak başlamak istiyorum.
Modern
mimâri bir toplum mühendisliği projesidir, tıpkı ulus devletin bir toplum
mühendisliği projesi olması gibi.
Modern
mimâri, moderniteyi doğuran toplumsal şartların ortaya çıktığı Batı Avrupa’da
bir derece anlamlı olsa da o şartların çok uzağında/dışında olan Osmanlı-İslâm Devletinde
tatbîki ise bir o kadar anlamsız ve yanlış olmuştur. Öncelikle bize önerilen
Batılı ev ve şehir modeli Osmanlı-İslâm ev mimârisi ve şehirleriyle
kıyaslanamayacak derecede geri ve ilkeldi, daha da önemlisi millî kültürümüz ve
örfümüzle bağdaşmayan birçok aykırılıklar taşıyordu. Modern mimâri ise adı
üstünde ideolojik ve halkın aslî (mesken v.b.) ihtiyaçlarını karşılamaktan öte
endüstriyel kapitalizme yeni sahalar açmak üzere bir proje olarak ortaya
konmuştu.
Oysa
aynı dönemlerde Selçuklu-Osmanlı mimârisi 800 yıllık tecrübe ile kemâl ve
olgunluğun zirvelerine ulaşmış bulunuyordu. Üstelik Batılı’lar bizim şehirlerimizi
çok beğeniyor, kitap ve gravürlerle bu güzellikleri ülkelerine aktarmaya çalışıyorlardı.
Ben yirmi’ye yakın hâtırat ve seyahatnâmede bu hayranlık ifadelerini tespit
etmiş bulunmaktayım. O halde bizdeki tercih değişikliğinin başka nedenleri olmalıdır.
Kanaatimce bunca ısrarın sebebi modern mimârinin millî mimârimize üstünlüğünde
değil, modernleşmenin ancak dayatma ile hızlandırılabileceği düşüncesinde aranmalıdır.
Batılı’lar
kendi kültür ve değerlerini başka milletlere Din(Hrıstiyanlık) yoluyla doğrudan değil Modernleşme yoluyla dolaylı olarak aktarmaktadırlar. “Misyon”dan
gelen “misyoner” kelimesi Dîni (Hrıstiyanlığı) yayan kimseler demek değildir,
misyoner öncelikle Batılı/Avrupâi yaşamın bir kültür olarak Batılı olmayan
toplumlara aktaran öncüler demektir. (1) İşte tam da bu noktada Tanzimat kadrolarının
kendi halkına karşı âdeta Batılı misyonerler gibi davrandıklarına şahit oluyoruz.
İLK
ADIM APARTMANLAŞMA
Ülkemiz 19. ve 20. asırda büyük çalkantılar yaşamış, inkılâplar,
devrimler ve ihtilâller birbirini peşi sıra kovalamıştır. İmparatorluk
dönemlerinde, devlet tarafından adı konulmadan ve yavaşça, Cumhuriyet döneminde
ise açıkça telâffuz edilerek ve devrimler hızıyla sürdürülen Batılılaşma
çabalarıyla milletimizin aslî değerleri değiştirilmeye çalışılmış ve bunda büyük
ölçüde muvaffak olunmuştur. Yeni kadrolar Türkiye’nin rotasını İslâm’dan
çevirip Modernizm’e doğru kırmışlardır. Hedef artık Batılılaşma olarak tayin
edilince her sahada taklitçilik ve Batı’ya öykünme de bu dönemlerin temel
karakteristiği olmuştur. Bu mesele çok bilindiği için uzatmıyorum.
Bu hengâmeden din, dil, kültür… herşey zarar gördüğü gibi en çok da
mimâri zarar görmüş, evlerimiz tahrip edilmiş, eşyalarımız değiştirilmiş,
şehirlerimiz yıkılıp yok edilmiştir. Mesken ve şehircilik geleneğimize en büyük
darbeyi vuranlar Tanzimat’ı ilân eden yönetici kadrolar olmuştur. Tanzimatçılar
yapı geleneğini asırlar boyu devam ettiren (mimar ve kalfaları yetiştiren) yapı
loncalarını âni bir kararla kapatmışlardır. Tanzimat idarecileri elbette bu
loncalar kapatılmadıkça İslâmi yapı geleneğinin devam edeceğini biliyorlardı.
Bu dönemde şehircilik tercihleri açısından getirilen en önemli
değişiklik geleneksel İslâmi hayat ile uyuşmayacağı bilinmesine rağmen Batı
tarzı apartmanların bu ülkede başlatılması olmuştur. Batılı’lar
apartmanlaşmanın modern yaşam tarzını hızlandıracağı düşüncesi ile apartman
yapımına geçilmesini şart koşmuşlardır. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı Hoca
bir televizyon programında 1839 Tanzimat Fermanı’nın mahfuz maddeleri arasında
apartman yapımının teşvik edilmesi hususunun yer aldığını ifade etmiştir.
Ülkemizde
apartmanlar ilk defa gayr-ı müslimler tarafından Beyoğlu(Pera)’nda inşa
edilmiştir. Halkımız kültürel dayatmanın farkında, uzun süre apartmanlardan
uzak durmuş, müstâkil evlerinde oturmaya devam etmiştir. Ancak sonra
gelen nesiller bu eski hassasiyeti kaybetmişlerdir.
MODERNİTENİN
DOĞASI TEKTİPLEŞTİRME
Bu
ülkede; halklar, coğrafyalar, iklimler, dinler, kültürler ve yaşam biçimleri çok
çeşitlilik arzettiği halde neden evler birbirinin aynısı veya benzeri 1+1, 2+1,
3+1 tipli apartmanlardan yapılmaktadır hiç düşündünüz mü?
Modernite
ve onun demir yumruğu ulus devlet insana ve hayata dair ne varsa standartlaştırmak
ve tektipleştirmek ister. Ulus devlet farklı anlayış, farklı ses ve farklı
kültürlere tahammül etmez. Bu farklılıkları anlamak için ne çaba gösterir ne de
zaman ayırır, bilâkis farklılıkları yok etmeye çalışır. Ulus devletin farklı
düşüncelere refleks göstermesinin temel nedeni de bu aslında.
Mimâri
ve şehirleri tektipleştirmek de modernleşme hedefleri arasındadır. Tek ulus,
tek bayrak, tek fikir, tek kültür… projelerinden sonra şimdi de ülkemizde “tektip”
apartman ve toplu konut sitelerinin yeni bir iskân politikası olarak
uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Bu politika ile âdeta yeni bir “modern
müslüman” modeli yaratılmak istenmektedir. Bu husus meselenin vehâmetinin
farkında olmadığı anlaşılan iktidar partisinin her seviyede yetkilileri
tarafından ne yazık ki övünçle ifade edilmektedir. (2)
Bir
asır önce Batılılaşma hedefiyle tektipleştirme projeleri başlatıldığında “- yok
daha neler” denilen birçok şeyin bugün ne yazık ki başarılmış olduğuna
dikkatinizi çekerim. Neler mi meselâ? Herkes aynı okullarda aynı eğitimi (tevhid-i
tedrisât) alıyor, herkes aynı askerliğe talim ediyor, herkes aynı tarzda kapitalist
üretimlerde çalışmıyor mu? Herkes aynı hazır gıdaları yiyor, aynı meşrubatları
içiyor, aynı tekstil ürünleri giymiyor mu? Herkes aynı homoekonomicus (para
peşinde koşturan) insan tipi haline gelmedi mi? Düşüncelerimiz bile aynılaştı, tepkilerimiz
hatta tepkisizliklerimiz bile.
Ben;
aklı, kalbi ve duyguları modernlikle örselenmiş halkımızın bu projeye en
azından kısa vadede bir cevabı olacağını düşünmüyorum. Kezâ şu ana kadar
yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları göstermiştirki halkı ranttan başka bir
mesele ilgilendirmemektedir. Mâzisinde; kanaatkâr, diğergâm, hamiyetli ve haysiyetli bu
asîl milletin şu kahrolası modernleşme, kalkınma ve büyüme ideolojileriyle ne hale
getirildiğine üzülmemek elde değil, çok yazık. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Bir toplum
kendisini değiştirmedikçe, şüphesiz Allah da onların durumunu değiştirmez.” (3)
DAYATMA
İLE NETİCE ALMAK
Ülkemizde modernleşme
projesi çerçevesinde yapılan bütün çalışmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
kaba kuvvet ve şiddete dayalı dikey yöntemleri hariç tutarsak umumiyetle toplum
mühendisliği (4) yöntemleriyle yatay bir seyir izlemiştir. Gerçek mânâda
muhalefet kültürü olmadığından bütün inkîlap ve devrimler “ben yaptım oldu”
dayatmalarıyla kolaylıkla gerçekleştirilebilmiştir.
Bugün de durum
eskisinden farklı değil aslında. İktidar yine halka sormuyor ve yine bildiğini okuyor.
Aile Araştırma Kurumu’nun 1992 yılında yaptırdığı
bir ankette altmış bin kişiye evde mi apartmanda mı oturmak istersiniz sorusu
sorulmuş, katılımcıların % 93’ü “ev”i tercih ettiğini belirtmiştir. (5)
Bu oran 2010 yılında biraz azalsa da halkın hâlâ % 75’inin müstâkil ev istediği
görülmektedir. (6) Fakat buna rağmen devlet modern hayat tarzını dayatan
apartman ve toplu konutlar yapmaya devam etmektedir. Bu iktidar döneminde modernleştirme
projesi daha sistematik şekilde bütün ülkeyi kapsayacak şekilde hızlandırılmıştır.
TOKİ şehirlerden sonra kasaba ve köylere de girme kararı almış, bunun için ilk
etapta 800 ilçe tespit etmiş bile. (7)
Düşündüğümüz
gibi mi yaşarız yoksa yaşadığımız gibi mi düşünürüz sorusunun cevabı
göstermiştir ki, düşünce tarzları hayat tarzları tarafından belirlenmektedir. İnsanlar
ekseriyetle düşündükleri gibi değil, yaşadıkları gibi düşünürler. Bu
sosyal gerçekliği bilen liderler/önderler toplumu istediği istikâmette
dönüştürmek için önce dışta/biçimde değişiklik yaparlar. Meselâ kıyafet devrimi,
harf devrimi… bu şekilde dışta/biçimde yapılan devrimlerdir. Dış/sûret değişince
iç/sîret de değişmeye başlar. Dış modernleşince içlerimiz yani kalplerimiz de
modernleşir, bir de bakmışsınız herhangi bir Batılı’dan farkımız kalmamış.
Bugün
geleneksel evlerin yerine modern binaların yapılmasının mantığı da işte bu
taktiksel düşünceye dayanmaktadır. Önce apartman (şimdilerde rezidans) yapalım,
dışı/kabuğu değiştirelim, halk buralarda oturmaya başlasın, Batılı hayat
tarzını görsün, onların ev düzenini kursun, eşyalarını kullansın, zaten ilâve
birşey yapmaya gerek kalmayacak, toplum kendiliğinden modernleşecektir.
Apartman
ve siteleşme (modernleşme) dayatmalarına karşı çıkmak “kendimiz” kalabilmenin gereğidir.
TANZİMAT’TAN
BUGÜNE
Tanzimat dönemi sadrazamı Mustafa Reşit Paşa henüz
Londra’da elçilik yaptığı sıralarda bu şehre hayran kalmış, Avrupa şehirlerini
örnek alıp taklit etmemiz gerektiğine dair Hâriciye Vekâleti’ne lâyihalar (mektuplar)
yazıyordu.(8) Esas itibariyle bu şehirde onu cezbeden hususlar,
mektuplarına bakılırsa, ızgara biçiminde geometrik caddeler, 7-8 katlı kargir sıralı
apartmanlar ve yine bizde rastlanmayan meydanlar gibi birkaç mesele ile
sınırlıydı. Gerçi onun o gün hayran kaldığı otoriter (emirle planlanan) şehir
modeli bugün yerini “halkın katılımı” fikriyle şehir kararları alınabileceği
modeline bırakmştır. Bir de tabi dile getirilemeyen esas sebep başkaydı, Reşit
Paşa şehirlere ruh veren “değerler”in farkındaydı ve bizim “değerler”de
değişikliğe gitmemizi istiyordu.
Cumhuriyet’in
ilk yıllarında ise şehirlerimizin imarı için Batı’dan mimarlar getirilmiş,
çözüm onların hünerli ellerine bırakılmıştır. Mustafa Kemal Paşa Alman mimar
Jansen’den Ankara’da o günler için hiç ihtiyaç olmamasına rağmen sırf Avrupa’da
görüp hayran kaldığı geniş bulvarların açılmasını talep ediyordu. (9)
Hal bu ki o günlerde Ankara’da sadece 5-6 tane araç bulunmaktaydı. Yine Mustafa
Kemal Paşa İstanbul’un imarına talip olan Fransız Le Corbusier’in “İstanbul’u
olduğu gibi muhafaza edelim ve bu şehri bir müze şehir olarak bırakalım, yeni
İstanbul’u sur dışında kuralım” şeklindeki mâkul teklifini ise şiddetle reddetmiştir.
(10) Bu fikir, eğer İstanbul böyle planlandığı takdirde
Osmanlı’yı/İslâm’ı hatıra getireceği için kabul edilmemiş, İstanbul’u âdeta yıkıp
yeniden yapmayı teklif eden Alman mimar Bonatz’ın teklifi kabul edilmiştir.
Yukarıdaki iki misâl şehirlerimizin ne zaman bozulmaya başladığını ve kimlerin
bu işte dahli olduğunu gayet açık izah etmektedir.
1950-60
yılları arasında Demokrat Parti döneminde de aynı anlayış, aynı hatalar
silsilesi devam etmiş, İstanbul Batı’yı taklit eden plan uygulamaları ve bunu
fırsat bilerek Osmanlı ve dahi dolayısıyla İslâm izi bırakmamaya niyetli bir zâlim
tâife yüzünden otuzbin kıymetli tarihi eserini (ev, konak, cami, han, medrese )
on yıl içinde kaybetmiştir. 60-80’li yılların hükûmetleri de benzer
yanılgılarla şehir içindeki müstâkil evleri yıkarak yerlerine çok katlı
apartman yapımını dikte eden imar planlarını uygulamaya devam etmişlerdir.
Günümüzde
ise iskân meselesinin çözümünün her ne olursa olsun bir sayısal hedefi
tutturmak seviyesine düşürüldüğünü görüyoruz. Mesken meselesinin ferdî,
içtimâi, ahlâkî, sıhhî ve çevresel etkileri görmezden gelinmiş, yüzbinlerce
beton apartman ve toplu konut yapılarak milletin oraya yerleştirilmesi ne yazık
ki bir amaç ve yeni şehir politikası olarak tayin edilmiştir.
Ben ise; Batılılaşma dayatmalarını
eleştirerek bugünlere gelen muhafazakâr kadroların mevcut zihniyeti reddetmeyip
perçinleştirdiğini ve modernleşmede atılamayan adımları da atarak projeyi
tamamladığını geç gördüğüme hayıflanıp duruyorum.
---------------------
(1)
Prof. Dr. Azmi Özcan, Yedikıta Dergisi, 24.01.2013
(2)
“Çevre ve Şehircilik Bakanı, Güneydoğu
Anadolu’nun incisi …şehrinin modern şehir havasını yakaladığının görüldüğünü,
bunun da çok gurur verici bir
hâdise olduğunu ifade etti.” Akşam Gazetesi, 12.07.2012
(3) Kur’an-ı
Kerim, Rad Sûresi, Ayet 11
(4) Modernleşme
projelerinde kaba kuvvet ve şiddete dayalı cebrî/dikey yöntemler kadar “toplum
mühendisliği” gibi tedrîci/yatay yöntemler de kullanılmaktadır. Ancak dikey
dayatma yöntemlerinin dirençle karşılaşma ihtimali yüzünden tedrîci yöntemler,
emperyal tecrübe tarafından daha çok tercih edimektedir. “Toplum mühendisliği” dayatmalara
karşı henüz direnç ortaya çıkmadan evvel yok edilmek üzere bir yöntem olarak
planlanan süreçleri ifade etmek üzere kullanılmaktadır.
(5) Aile Araştırma Kurumu Kamuoyu Araştırması Raporu,
Marmara Üniversitesi, 1992
(6)
Vakit Gazetesi,
10.04.2010, İnşaat Teknolojileri Üreten Antalya Merkezli Bir Firmanın Araştırma
Raporu
(7) Yeni Şafak Gazetesi, 13.01.2011
(8) Prof.
Dr. İlhan Tekeli, Ülkemizde Planlamacılığın Gelişimi, Konferans Notları
(9) Prof.
Dr. Cengiz Eruzun, Bakırköy Mimarlar Odası, Yerel Yönetimler ve Kentleşme
Forumu
(10) Prof.
Dr. Enis Kortan, Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği, Boyut
Yayınları
semihakseker@gmail.com
---------------------
Makaleyi indirmek için; http://ge.tt/87uZwpi/v/0
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder