9 Haziran 2013 Pazar

''Dış/sûret değişince iç/sîret de değişmeye başlar.''

MODERN MİMÂRİ BİR TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ PROJESİDİR
“Memleket mutlaka modern,
medenî ve yepyeni olacaktır.
Bizim için bu hayat davasıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk
Bu yazıya; milletimizin dînî, ahlâkî, içtimâi, iktisâdi ve kültürel hayatını derinden etkileyen ancak üzerinde her nedense durulmayan önemli bir hususu hatırlatarak başlamak istiyorum.
Modern mimâri bir toplum mühendisliği projesidir, tıpkı ulus devletin bir toplum mühendisliği projesi olması gibi.
Modern mimâri, moderniteyi doğuran toplumsal şartların ortaya çıktığı Batı Avrupa’da bir derece anlamlı olsa da o şartların çok uzağında/dışında olan Osmanlı-İslâm Devletinde tatbîki ise bir o kadar anlamsız ve yanlış olmuştur. Öncelikle bize önerilen Batılı ev ve şehir modeli Osmanlı-İslâm ev mimârisi ve şehirleriyle kıyaslanamayacak derecede geri ve ilkeldi, daha da önemlisi millî kültürümüz ve örfümüzle bağdaşmayan birçok aykırılıklar taşıyordu. Modern mimâri ise adı üstünde ideolojik ve halkın aslî (mesken v.b.) ihtiyaçlarını karşılamaktan öte endüstriyel kapitalizme yeni sahalar açmak üzere bir proje olarak ortaya konmuştu.
Oysa aynı dönemlerde Selçuklu-Osmanlı mimârisi 800 yıllık tecrübe ile kemâl ve olgunluğun zirvelerine ulaşmış bulunuyordu. Üstelik Batılı’lar bizim şehirlerimizi çok beğeniyor, kitap ve gravürlerle bu güzellikleri ülkelerine aktarmaya çalışıyorlardı. Ben yirmi’ye yakın hâtırat ve seyahatnâmede bu hayranlık ifadelerini tespit etmiş bulunmaktayım. O halde bizdeki tercih değişikliğinin başka nedenleri olmalıdır. Kanaatimce bunca ısrarın sebebi modern mimârinin millî mimârimize üstünlüğünde değil, modernleşmenin ancak dayatma ile hızlandırılabileceği düşüncesinde aranmalıdır.
Batılı’lar kendi kültür ve değerlerini başka milletlere Din(Hrıstiyanlık) yoluyla doğrudan değil Modernleşme yoluyla dolaylı olarak aktarmaktadırlar. “Misyon”dan gelen “misyoner” kelimesi Dîni (Hrıstiyanlığı) yayan kimseler demek değildir, misyoner öncelikle Batılı/Avrupâi yaşamın bir kültür olarak Batılı olmayan toplumlara aktaran öncüler demektir. (1)  İşte tam da bu noktada Tanzimat kadrolarının kendi halkına karşı âdeta Batılı misyonerler gibi davrandıklarına şahit oluyoruz.

İLK ADIM APARTMANLAŞMA
Ülkemiz 19. ve 20. asırda büyük çalkantılar yaşamış, inkılâplar, devrimler ve ihtilâller birbirini peşi sıra kovalamıştır. İmparatorluk dönemlerinde, devlet tarafından adı konulmadan ve yavaşça, Cumhuriyet döneminde ise açıkça telâffuz edilerek ve devrimler hızıyla sürdürülen Batılılaşma çabalarıyla milletimizin aslî değerleri değiştirilmeye çalışılmış ve bunda büyük ölçüde muvaffak olunmuştur. Yeni kadrolar Türkiye’nin rotasını İslâm’dan çevirip Modernizm’e doğru kırmışlardır. Hedef artık Batılılaşma olarak tayin edilince her sahada taklitçilik ve Batı’ya öykünme de bu dönemlerin temel karakteristiği olmuştur. Bu mesele çok bilindiği için uzatmıyorum.
Bu hengâmeden din, dil, kültür… herşey zarar gördüğü gibi en çok da mimâri zarar görmüş, evlerimiz tahrip edilmiş, eşyalarımız değiştirilmiş, şehirlerimiz yıkılıp yok edilmiştir. Mesken ve şehircilik geleneğimize en büyük darbeyi vuranlar Tanzimat’ı ilân eden yönetici kadrolar olmuştur. Tanzimatçılar yapı geleneğini asırlar boyu devam ettiren (mimar ve kalfaları yetiştiren) yapı loncalarını âni bir kararla kapatmışlardır. Tanzimat idarecileri elbette bu loncalar kapatılmadıkça İslâmi yapı geleneğinin devam edeceğini biliyorlardı.
Bu dönemde şehircilik tercihleri açısından getirilen en önemli değişiklik geleneksel İslâmi hayat ile uyuşmayacağı bilinmesine rağmen Batı tarzı apartmanların bu ülkede başlatılması olmuştur. Batılı’lar apartmanlaşmanın modern yaşam tarzını hızlandıracağı düşüncesi ile apartman yapımına geçilmesini şart koşmuşlardır. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı Hoca bir televizyon programında 1839 Tanzimat Fermanı’nın mahfuz maddeleri arasında apartman yapımının teşvik edilmesi hususunun yer aldığını ifade etmiştir.
Ülkemizde apartmanlar ilk defa gayr-ı müslimler tarafından Beyoğlu(Pera)’nda inşa edilmiştir. Halkımız kültürel dayatmanın farkında, uzun süre apartmanlardan uzak durmuş, müstâkil evlerinde oturmaya devam etmiştir. Ancak sonra gelen nesiller bu eski hassasiyeti kaybetmişlerdir.




MODERNİTENİN DOĞASI TEKTİPLEŞTİRME
Bu ülkede; halklar, coğrafyalar, iklimler, dinler, kültürler ve yaşam biçimleri çok çeşitlilik arzettiği halde neden evler birbirinin aynısı veya benzeri 1+1, 2+1, 3+1 tipli apartmanlardan yapılmaktadır hiç düşündünüz mü?
Modernite ve onun demir yumruğu ulus devlet insana ve hayata dair ne varsa standartlaştırmak ve tektipleştirmek ister. Ulus devlet farklı anlayış, farklı ses ve farklı kültürlere tahammül etmez. Bu farklılıkları anlamak için ne çaba gösterir ne de zaman ayırır, bilâkis farklılıkları yok etmeye çalışır. Ulus devletin farklı düşüncelere refleks göstermesinin temel nedeni de bu aslında.
Mimâri ve şehirleri tektipleştirmek de modernleşme hedefleri arasındadır. Tek ulus, tek bayrak, tek fikir, tek kültür… projelerinden sonra şimdi de ülkemizde “tektip” apartman ve toplu konut sitelerinin yeni bir iskân politikası olarak uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Bu politika ile âdeta yeni bir “modern müslüman” modeli yaratılmak istenmektedir. Bu husus meselenin vehâmetinin farkında olmadığı anlaşılan iktidar partisinin her seviyede yetkilileri tarafından ne yazık ki övünçle ifade edilmektedir. (2)
Bir asır önce Batılılaşma hedefiyle tektipleştirme projeleri başlatıldığında “- yok daha neler” denilen birçok şeyin bugün ne yazık ki başarılmış olduğuna dikkatinizi çekerim. Neler mi meselâ? Herkes aynı okullarda aynı eğitimi (tevhid-i tedrisât) alıyor, herkes aynı askerliğe talim ediyor, herkes aynı tarzda kapitalist üretimlerde çalışmıyor mu? Herkes aynı hazır gıdaları yiyor, aynı meşrubatları içiyor, aynı tekstil ürünleri giymiyor mu? Herkes aynı homoekonomicus (para peşinde koşturan) insan tipi haline gelmedi mi? Düşüncelerimiz bile aynılaştı, tepkilerimiz hatta tepkisizliklerimiz bile.
Bu ülkede geçmişte sağ ve sol partiler gibi bugün de iktidardaki muhafazakâr parti ideal şehir tasavvurunu modernlik üzerinden tarif etmektedir. Hatta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın modernleştirme projesini hızlandırmak üzere kurulduğu ifade edilmektedir.  Bundan böyle ülkemizde bütün şehirlerin “kentsel dönüşüm” ve “kentsel yenileme” adı altında birbirinden ayırdedilmesi imkânsız standart/tektip/ruhsuz şehirlere dönüştürüleceği bir faraziye olmaktan çıkmış, realite haline gelmiştir.

Ben; aklı, kalbi ve duyguları modernlikle örselenmiş halkımızın bu projeye en azından kısa vadede bir cevabı olacağını düşünmüyorum. Kezâ şu ana kadar yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları göstermiştirki halkı ranttan başka bir mesele ilgilendirmemektedir. Mâzisinde; kanaatkâr, diğergâm, hamiyetli ve haysiyetli bu asîl milletin şu kahrolası modernleşme, kalkınma ve büyüme ideolojileriyle ne hale getirildiğine üzülmemek elde değil, çok yazık. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Bir toplum kendisini değiştirmedikçe, şüphesiz Allah da onların durumunu değiştirmez.” (3)
DAYATMA İLE NETİCE ALMAK
Ülkemizde modernleşme projesi çerçevesinde yapılan bütün çalışmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kaba kuvvet ve şiddete dayalı dikey yöntemleri hariç tutarsak umumiyetle toplum mühendisliği (4) yöntemleriyle yatay bir seyir izlemiştir. Gerçek mânâda muhalefet kültürü olmadığından bütün inkîlap ve devrimler “ben yaptım oldu” dayatmalarıyla kolaylıkla gerçekleştirilebilmiştir.
Bugün de durum eskisinden farklı değil aslında. İktidar yine halka sormuyor ve yine bildiğini okuyor. Aile Araştırma Kurumu’nun 1992 yılında yaptırdığı bir ankette altmış bin kişiye evde mi apartmanda mı oturmak istersiniz sorusu sorulmuş, katılımcıların % 93’ü “ev”i tercih ettiğini belirtmiştir. (5) Bu oran 2010 yılında biraz azalsa da halkın hâlâ % 75’inin müstâkil ev istediği görülmektedir. (6) Fakat buna rağmen devlet modern hayat tarzını dayatan apartman ve toplu konutlar yapmaya devam etmektedir. Bu iktidar döneminde modernleştirme projesi daha sistematik şekilde bütün ülkeyi kapsayacak şekilde hızlandırılmıştır. TOKİ şehirlerden sonra kasaba ve köylere de girme kararı almış, bunun için ilk etapta 800 ilçe tespit etmiş bile. (7)
Düşündüğümüz gibi mi yaşarız yoksa yaşadığımız gibi mi düşünürüz sorusunun cevabı göstermiştir ki, düşünce tarzları hayat tarzları tarafından belirlenmektedir. İnsanlar ekseriyetle düşündükleri gibi değil, yaşadıkları gibi düşünürler. Bu sosyal gerçekliği bilen liderler/önderler toplumu istediği istikâmette dönüştürmek için önce dışta/biçimde değişiklik yaparlar. Meselâ kıyafet devrimi, harf devrimi… bu şekilde dışta/biçimde yapılan devrimlerdir. Dış/sûret değişince iç/sîret de değişmeye başlar. Dış modernleşince içlerimiz yani kalplerimiz de modernleşir, bir de bakmışsınız herhangi bir Batılı’dan farkımız kalmamış.
Bugün geleneksel evlerin yerine modern binaların yapılmasının mantığı da işte bu taktiksel düşünceye dayanmaktadır. Önce apartman (şimdilerde rezidans) yapalım, dışı/kabuğu değiştirelim, halk buralarda oturmaya başlasın, Batılı hayat tarzını görsün, onların ev düzenini kursun, eşyalarını kullansın, zaten ilâve birşey yapmaya gerek kalmayacak, toplum kendiliğinden modernleşecektir.
Apartman ve siteleşme (modernleşme) dayatmalarına karşı çıkmak “kendimiz” kalabilmenin gereğidir.

TANZİMAT’TAN BUGÜNE
Tanzimat dönemi sadrazamı Mustafa Reşit Paşa henüz Londra’da elçilik yaptığı sıralarda bu şehre hayran kalmış, Avrupa şehirlerini örnek alıp taklit etmemiz gerektiğine dair Hâriciye Vekâleti’ne lâyihalar (mektuplar) yazıyordu.(8) Esas itibariyle bu şehirde onu cezbeden hususlar, mektuplarına bakılırsa, ızgara biçiminde geometrik caddeler, 7-8 katlı kargir sıralı apartmanlar ve yine bizde rastlanmayan meydanlar gibi birkaç mesele ile sınırlıydı. Gerçi onun o gün hayran kaldığı otoriter (emirle planlanan) şehir modeli bugün yerini “halkın katılımı” fikriyle şehir kararları alınabileceği modeline bırakmştır. Bir de tabi dile getirilemeyen esas sebep başkaydı, Reşit Paşa şehirlere ruh veren “değerler”in farkındaydı ve bizim “değerler”de değişikliğe gitmemizi istiyordu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise şehirlerimizin imarı için Batı’dan mimarlar getirilmiş, çözüm onların hünerli ellerine bırakılmıştır. Mustafa Kemal Paşa Alman mimar Jansen’den Ankara’da o günler için hiç ihtiyaç olmamasına rağmen sırf Avrupa’da görüp hayran kaldığı geniş bulvarların açılmasını talep ediyordu. (9) Hal bu ki o günlerde Ankara’da sadece 5-6 tane araç bulunmaktaydı. Yine Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un imarına talip olan Fransız Le Corbusier’in “İstanbul’u olduğu gibi muhafaza edelim ve bu şehri bir müze şehir olarak bırakalım, yeni İstanbul’u sur dışında kuralım” şeklindeki mâkul teklifini ise şiddetle reddetmiştir. (10) Bu fikir, eğer İstanbul böyle planlandığı takdirde Osmanlı’yı/İslâm’ı hatıra getireceği için kabul edilmemiş, İstanbul’u âdeta yıkıp yeniden yapmayı teklif eden Alman mimar Bonatz’ın teklifi kabul edilmiştir. Yukarıdaki iki misâl şehirlerimizin ne zaman bozulmaya başladığını ve kimlerin bu işte dahli olduğunu gayet açık izah etmektedir.

1950-60 yılları arasında Demokrat Parti döneminde de aynı anlayış, aynı hatalar silsilesi devam etmiş, İstanbul Batı’yı taklit eden plan uygulamaları ve bunu fırsat bilerek Osmanlı ve dahi dolayısıyla İslâm izi bırakmamaya niyetli bir zâlim tâife yüzünden otuzbin kıymetli tarihi eserini (ev, konak, cami, han, medrese ) on yıl içinde kaybetmiştir. 60-80’li yılların hükûmetleri de benzer yanılgılarla şehir içindeki müstâkil evleri yıkarak yerlerine çok katlı apartman yapımını dikte eden imar planlarını uygulamaya devam etmişlerdir.

Günümüzde ise iskân meselesinin çözümünün her ne olursa olsun bir sayısal hedefi tutturmak seviyesine düşürüldüğünü görüyoruz. Mesken meselesinin ferdî, içtimâi, ahlâkî, sıhhî ve çevresel etkileri görmezden gelinmiş, yüzbinlerce beton apartman ve toplu konut yapılarak milletin oraya yerleştirilmesi ne yazık ki bir amaç ve yeni şehir politikası olarak tayin edilmiştir.
Ben ise; Batılılaşma dayatmalarını eleştirerek bugünlere gelen muhafazakâr kadroların mevcut zihniyeti reddetmeyip perçinleştirdiğini ve modernleşmede atılamayan adımları da atarak projeyi tamamladığını geç gördüğüme hayıflanıp duruyorum.
---------------------
(1)     Prof. Dr. Azmi Özcan, Yedikıta Dergisi, 24.01.2013
(2)     “Çevre ve Şehircilik Bakanı, Güneydoğu Anadolu’nun incisi …şehrinin modern şehir havasını yakaladığının görüldüğünü, bunun da çok gurur verici bir hâdise olduğunu ifade etti.” Akşam Gazetesi, 12.07.2012
(3)     Kur’an-ı Kerim, Rad Sûresi, Ayet 11
(4)     Modernleşme projelerinde kaba kuvvet ve şiddete dayalı cebrî/dikey yöntemler kadar “toplum mühendisliği” gibi tedrîci/yatay yöntemler de kullanılmaktadır. Ancak dikey dayatma yöntemlerinin dirençle karşılaşma ihtimali yüzünden tedrîci yöntemler, emperyal tecrübe tarafından daha çok tercih edimektedir. “Toplum mühendisliği” dayatmalara karşı henüz direnç ortaya çıkmadan evvel yok edilmek üzere bir yöntem olarak planlanan süreçleri ifade etmek üzere kullanılmaktadır.
(5)     Aile Araştırma Kurumu Kamuoyu Araştırması Raporu, Marmara Üniversitesi, 1992
(6)    Vakit Gazetesi, 10.04.2010, İnşaat Teknolojileri Üreten Antalya Merkezli Bir Firmanın Araştırma Raporu
(7)     Yeni Şafak Gazetesi, 13.01.2011
(8)     Prof. Dr. İlhan Tekeli, Ülkemizde Planlamacılığın Gelişimi, Konferans Notları
(9)     Prof. Dr. Cengiz Eruzun, Bakırköy Mimarlar Odası, Yerel Yönetimler ve Kentleşme Forumu
(10)  Prof. Dr. Enis Kortan, Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği, Boyut Yayınları

semihakseker@gmail.com
---------------------

Makaleyi indirmek için;  http://ge.tt/87uZwpi/v/0


Hiç yorum yok: