30 Ocak 2013 Çarşamba

Basamak basamak

 ......
Bakınırken gördüğüm ve toparlanmış bir merdiven çalışması daha; 
http://merdivengor.tumblr.com/archive
......

 Mardin mimarlık fakültesi 


Mardin dayrülzafaran kilisesi


mardin sokakları

 mardin sokakları


Zamanın ve akışın yıprattığı şu sehimli merdiven ne de hoş! neden seviyorum bu basamakları hiç bilmiyorum oysa çoğu için külfetli bi iş merdiven çıkmak.
Diyarbakır diye hatırlıyorum şehir olarak, bir kilisenin yan cephesiydi burası.


Mestre, İtalya


Mestre,italya


Mestre, İtalya


Mardin


Taşların merdivenleri oluşturup mekanları ayırdığı o basamaklar
Lincoln Park,Chicago

Water Tower a yakın bir müze var Chicago da adını şuan hatırlayamadım ama o müzenin basamakları bunlar da...

aynı müzenin aynı merdiveninin alttan görünüşü rıhtlardaki boşaltmalar :)



watkıns glen diye hatırladığım çok da emin olmadığım ama watchıngton dc ile kanada sınırı niyagara şelaleri arasında olduğunu hatırladığım devasa vadinin merdivenleri.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Bir söyleşi iki önemli husus...

Ümran Avcı Dücane Cündioğluyla yaptığı röportajını yayınlamış habertürkte... ne de iyi etmiş... mevzusu geçen şu iki soru ve cevabı dikkatimi daha çok çekti ve endişelerimi de bir o kadar gündeme getirdi diyebilirim.

http://dcsgsoylesiler.blogspot.com/2013/01/sanatcinin-dindari-olur-ama.html


--- alıntı --- 

mimarlık ve felsefe kitabınızda şehrin tam ortasında, camdan bir mescit düşündüğünüzü belirtmişsiniz. içi görünen, şeffaf bir mescit arzusu neden? 

nezdimde, modern mimarinin simgesi cam ve çelik yapı. çelik sayesinde artık ağırlığın taş veya beton duvarlar aracılığıyla zemine aktarılmasına gerek kalmadığı için, cam örtüler dışarıyla içerinin arasını ayıran o katı kütlenin yerini aldı. şeffaflık ve zerafet güçle birleşti. şahsen bu gelişmenin mabed mimarisinde yansımalarını görmek isterim. 

--- alıntı --- 

dücane cündioğlu burda çok önemli bir hususa temas etmiş; 

artık taş ve tuğlayla yığma sistemde yapı yapılma zamanını bitirdik kubbe kasnağına payandalara gerek kalmadı mekanı genişletmek için kalın ve sağır duvarlara da zira... 

hani mimarsinan usulü diye tutturdu(k) gidiyoruz ya biz.... mimarsinanın döneminin mimari yapım tekniklerinin el verdiği en üst sistem ve tasarım olduğu için mimarsinan oldu o! yani yeterli artık tekrara gitmenin hiçbir anlamı ve sebebi yok! 


--- alıntı ---

-- estetik ve ideoloji konusunda da ilginç fikirleriniz var. mesela türk solunun sanatı daha ciddiye aldığını belirtiyor ve ekliyorsunuz: "sağ estetik olmaz, ‘dini estetik'e gelince, ülkemizde bu terkibin sadece lafzı değil, kavramı da yok ne yazık ki' diyorsunuz.

güzel kadar güzeli tanımak edimi de varlık karşısında dişil bir tavır-alışın sonucu. sağ bilinç, hukuk, tarih, ekonomi gibi geniş hacimli büyüklüklere duyarlı. sağ oldum olası heybetten yanadır, cesîm olanı, sağlam olanı sever. piramitleri katedralleri pagadoları, gökdelenleri. sanat ise kelimenin tam anlamıyla küçüklükte, zayıflıkta tecelli eden ihtişamın alanı. bu nedenle daha kırılgan, daha zarif, daha dişil ruhları davet eder sinesine.dindarlık günümüzde bir sağ ideolojiye dönüşmeseydi, tarihte olduğu gibi, mensuplarından pekâlâ bu yüksek duyarlılığı beklerdik, bekleyebilirdik. ne ki iktidar ve tatmin, sanatçıyı ihtiyaç duyduğu o ezelî yoksunluk / yoksulluk duygusundan uzaklaştıracağı için, güçlü yaratılar için bakışımızı ister istemez şehrin ara sokaklarına çevirmeliyiz. tutunamayanlara. çelimsiz bedenlere ama güçlü yüreklere.


--- alıntı ---

neden dini yapılarımız yok neden... mimarlık neden farklı bir camianın elinde günümüz türkiyesinde...

dücane cündioğlunun bahsettiği sağ ideolojiye dönüşmesi hasebiyle mi? iktidar ve tatmin entellektüel statü insanı o yoksunluk yoksulluk duygusundan uzaklaştıracağı için mi?

hem hiçliği arayan, hiçliğiyle yaratana ulaşan teorisiyle bilgisiyle mühendislik ve mimari bilgisine din felsefesini koyabilen bir cengaver mi çıkmayacak mı bir daha? ego, piyasa, ya da statü... mimarlığın sektörünün putları var oldukça mümkün müdür bu acep?

peki bambaşka bir meslek içinde aynı şey geçerli... statü, isim, avans, prim yapmak adına görmezden gelinin onca şey; bazı yerlerde takılı kaldırmıyor mu bizi...

bilmedim...
bilemedim vesselam...

20 Ocak 2013 Pazar

İstemek...


Raci (isteyen) olan , hükmetmeye ve hakim olmaya bayılan ve bu sahip olma ve sahip olduğunu(muzu zannettiğimiz) şeyleri sürekli kılmaya çalışmak olan mülkiyet duygusuyla hırslanmış insanoğlunun ; asıl amacın zafer değil, süreci en iyi şekilde tamamlamak lazım gelen bir dünyayla imtihan olması… İsteklerim ve amaçlarım arasında kalmışlığımla irademin imtihan edilişi…

Mülkiyet hakimiyet diyince aklımıza ilk gelen maddi istekler arzular gelmesin sadece aklımıza; Kişinin başkalarına kendini sevdirmeye çalışması bile aslında onların sevgilerinin mülkiyetini elde etmek istemesi anlamına gelen öyle derin bir istek içimizdeki… Durduramadığımız bizi Raci yapan insan-ı kamil e ulaşmamızdaki insanın 4 zindanının sonuncusu olan kendi zindanının kilit anahtarlarından biri olarak düşündüğüm bir istek…

Korktuğum, fark edemediğim her an daha çok istediğimi fark ettiğim an kendimden ürktüğüm bir istek…

Korksamda, istemeyi bilmesemde  ancak yine bir tek senden isteyebilecek kadar sonsuz, benim ona her an muhtaç olduğum O’nun hiçbirseye muhtaç olmadığı , merhameti bol Rabbim;

Ya Rab ‘’ ne varlığına sevinirim ne yokluğuna yerinirim’’ diyen Yunus’ un dikkatimizi çekmeye çalıştığı gerçeği görebilecek bir kalp ve bilinç nasip eyle… Bu dengeyi kurabilenlerden eyle…

Platon’un önemli olan ‘’ hayatta, ‘’ en çok şeye sahip olmak değil’’ , ‘’en az şey’’ e ihtiyaç duymaktır.’’ Diyen platonun; dünyada en az şeyi isteyerek geri kalan istek açlığımızı senin sonsuzluğunla doldurabilmeyi nasip et…  iste Ey Kulum dediğin bizlere yalnız sana senin için isteyebilme ahlakı nasip et!
Sahip olmak değil, sadece olmak… Rıza ve teslimiyetle sadece olmayı isteyebilme ve bu şekilde yaşayabilmeyi istiyorum YA Rab!

Hz. İnsan (Dücane Cündioğlu) kitabından alıntılarla….

4'33''


Ard arda indirdiğim şarkıların sonlarında boşluklar vardı bu aralar. aklıma hemen 4'33''geldi. geçmiş dönemlerde okulda proje derslerimizde mimari de 4'33''lük alanları tartışanlar olmuştu.

 ister misiniz mesela düşünsenize...


 her sesin boşluğun bir ritmi olduğunu. müzik sadece doluluk diyenlere ve herşeyi dolduranlara bir cevap olmuş sanki. başta şaka gibi gelen hadi canım ciddi ciddi sessizce otrup konser mi vermisler yada bunu dinlemişler mi diye güldüğünüz de ilkin, sonra yahu ünlü bir besteci tarafından yapılmış biz mi anlamadık acaba diyerek 2.sini 3.sünü dinlediğinizde... boslukları arada dolanları yakalamaya çalıştığınız velhasılı hala bişi anlaşılmasa da belkide var mıdır diye sadece bunu bile sorguladığınızda eser amacına ulaşmış oluyor sanki... bu sebeple enteresandır.

 Bu yüzden severim  4'33''lük çalışmayı... ve ne zaman bir boşluk görsem; ahhaa 4'33'' :D   bi aydınlanma olur bir ışık yanar  :D şaka şaka

 Hayattaki boşluklarda da sorgulamak gerekir belki... sorgulatılmak istenmiştir veyahut bi durup bu eserdeki gibi çevre sesleri ön plana çıkarmak için susmak gerekir. çevrede de ses yoksa... kimbilir belki iç sesinizi duyarsınız, soru sorar size, belki bir sitem, belki bir bekleyiş iken belki bir dua olur sonrasında...

 Neyse işte o eser için vikipedia da yazanlar ve işte şaka olmayan o eser:

 (http://cogi.tk/j8b5gh)

---  vikipedia ---

 John Cage tarafından 1952 yılında bestelenmiş, üç bölümden oluşan müzik yapıtı.

 Herhangi bir enstrüman (veya enstrüman grubu) için yazılmış olup partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir. Yapıt, genellikle "dört dakika otuz üç saniyelik sessizlik" olarak algılansa da, (b: aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır.) 4'33" zamanla Cage'in en çok tanınan ve en tartışmalı çalışması haline geldi. Parçada birinci bölüm otuz saniye, ikinci bölüm iki dakika yirmi üç saniye, üçüncü bölüm ise bir dakika kırk saniyedir.

 1947-1948 yıllarında şekillenen parça Cage'in "(b: herhangi bir sesin müzik meydana getirebileceği)" düşüncesine dayanmış ve bu düşünceye somut örnek oluşturmuştur. Bu düşüncelerinde o sıralar çalışmakta olduğu Zen Budizmi'nin etkileri de görülmektedir. Cage 4′33″ adlı yapıtını en önemli çalışması olarak gördüğünü 1982 yılında yaptığı bir görüşmede ve daha birçok farklı zamanda belirtmiştir.

---  vikipedia ---

İçimden Geçen

Mağlum günümüz insanının tereddüt ve sorunlarıyla ilgili o ibret alınası münazaradan sonra; heyecandan konuşamadığım ve katıldığım katılmadığım noktalarıyla eklemek istediklerimi yazma gereği duydum. 


Türkiye’nin doğu ile batı arasındaki kalmışlığını sorun olarak görüp bir kısmımızın geriye dönüşümüz olamaz çözüm olarak batılılaşmaya devam etmeli önerisi yada düşüncesi doğrultusunda diyebilirim ki öncelikle bu sorun nerden çıktı neden bu yola girdik?

Ben Türkiye ile batı medeniyetlerindeki bu ilerleme yada gerileme mevzusunu Mısır ve mezapotamya medeniyetlerine  onların  farklılıklarından doğan yaşam biçimlerine benzetiyorum…

Mısır; daha çok dünyevi düşünen bir medeniyet olmakla beraber mısırın yapılarında  da bu bakıs açısının etkilerini görmemiz mümkün olmuştur. Daha kalıcı ve sağlam yapılar inşa etmişlerdir.

Mezapotamya ise mısıra göre dünyevi düşüncesinin aksine manevi düşünce temelleriyle kurulmuş bir medeniyet olup yapılarındada bu etkiyi görebilmemiz mümkün olmuştur. Yıkılmaya müsait kalıcı olmayan yapılar yapmıslar sadece önem verdıklerı devlet dairelerini kalıcı binalardan insa etmişlerdir.Ayrıca mezapotamyanın stratejik konumu dolayısıyla sürekli savaş potansiyeline sahip bir konumu da cabası.

Türkiye ye Avrupa ve Amerika ya baktığımızda iseTürkiye’de  o inancımızdan gelen öbür dünya ya göç ve bu dünyanın geçici bir mesken öbür dünyanın ise kalıcı bir yer olacağı inancı bilinçlerimize yerleşmiş artık kültürümüz olmuş bir durumdur. Bu noktada mezapotamya ya benzetiyorum ben ülkemizi. (her ne kadar birileri  hala kabullenemese de aslımızı inkarın çok daha komik hallere düşürdüğüne birçok kanıt vardır elimizde.) Yaşam standartının yada insan yaşamının öncelik olması, bu dünya(ellerinde sadece var olan tek dünya yaşamı) ve materyalızm e bu derece önem veren toplulukların bugün var olan ve görülen  yatay gelişmelerde bu derece önde olması bundandır diye düşünüyorum. Batıyı da mısıra bu durumda.

Düşünürsek her şeyi bu bizim gecici baktığımız dünya üzerine kurulu bir zıhnıyetın kalıcı mekanı burası. Bu düşünce sistemiyle düşününce bu dünyadaki yaşam standartlarını  yükseltmek için ayrı bir güç alıyor olsa gerekler. Bir kere insan psıkolojık olarak kalmak ıstedıgı dünyada rahat huzursuz mutsuz olmak ıstemez elindeki tek yaşamı için konforunu yükseltir. Bizde ise tüm konforun asıl dünya dediğimiz yerde olacağı düşüncesi hakimdir. Aradaki düşünce sistemindeki  farkı görebiliyor muyuz…

Haa bizim inancımızda bu dünyayı es geç demiyor tabiî ki… Böyle düşünüp bosvermek de kesınlıkle yanlıstır. İnancımız yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için çalısmayı hiç ölmeyecekmiş gibide bu dünya için çalışmayı öngörür.

Peki neden yapamıyoruz? Neden batı bize renkli gözüküyor?

Bizdeki bu gayretsizlik, gaflet ve akıl tutulması neden?

Kolaya kaçıyoruz, (bkz: Kurtuluş elimizdeki zincirleri kırdırmak mı yoksa kırabilmek mi?) Ali şeriatininde bir noktaya dikkat çektiği gibi bizi özgür bırakan zincirleri kim çözdü? Neden çözdü hiç sormuyoruz? Sadece kolay gibi gözüküyor açılsın zincir koşalım istiyoruz.

‘’Eğer senin ellerini bir komplo kurup suçsuz bir insanın kanına sokmak için çözdülerse yinede ellerinin serbest kalmasıyla övünecek misin? Kim kimi niçin kurtarıyor sormak gerek?
Sadece kurtuluşlardan söz etmemeliyiz bir gelişim aşaması olarak özgürlüğü bulmak yani özgürlüğü tanımak, seçmek ve özgür olmak üzerine de düşünmeliyiz!!’’

Sormadan, sorgulamadan, düşünmeden nefsin hoşuna gideni seçmeyi tercih ediyoruz. Çünkü o daha kolay, çünkü  nefsin meylettiğidir.

Ancak özgürlük ve kurtuluş dediğimiz şey birine bağlı aklımızın tutularaközgür olduğumuzu sandığımız bir özgürlüktür. Kurtuluş ancak zor olan yolla bireyin kendi özgürlüğünü kendi kazanmasıyla elde edilir.
Aydın insan bilinçli kurtuluştan zincirlerden’’ sorumluluğa ulaşmışken, modern insan kayıtsızlıga ve sorumsuz bir laubaliliğe….’’

Modern insan elindeki zincirleri başkaları tarafından kırılıp, modernızmın eline tutuşturduğu bilinçsiz bir  oyuncak ve esirden ibarettir.

Düşünebiliyor musunuz bu kendi özgürlüğümüzü kazandığımız bir kurtuluş değil de  modern insan figüründeki toplulukla bir medeniyet oluşturduğumuzda halimiz nice olur. Başkalarının yani ellerimizdeki zincirleri kıranların standartlarında ve kontrolünde bilinçsiz adeta bir robot, özgün değerlerimizin ve özgün bilincimizin olmadığı birer kukla. Zaten hadi diyelim ki olduk insan olma özelliklerimiz kesinlikle ve kesinlikle karşı çıkacaktır. Bu aslını inkar eden robotlaşan hükmedenin olduğu düzene… Şuan çok şaşalı rengarenk dünya gibi gözüken o düzen daha da yükselmeyecektir. Gerilemesi muhakkaktır. Bu durumda kendi özgürlüğümüzü kendimizin kazanmasının kendi kültürümüz ve bu dünya öbür dünya düşünce sistemimizle bilincimizi açmamızın nesi yanlış!! Salih Cenap hocanın güzel bir örneği vardı:’’ insanların önüne kirli suyu koyarsanız içerler. Ancak hem kirli suyu hem berrak suyu koyarsanız hiçbir akıllı kirli suyu seçmez. ‘’ ee temizi yok diye başkalarının temizlik standartındaki kirlisine mi atlayalım hemen! Alternatif olarak koyduğumuz değere bakmak lazım onun için çabalamak lazım.  Ha kolay mı değil zor!! Alternatifleri ve sorunların çözümlerini kendimizce halletmek zor olanı!!  

Gerçek özgürlük için yaşanması gereken bir zorluk…

Gençlik; mücadele, mücadele, mücadele…

İnandığımız değerler üzerine mücadele ettikçe bilinçli kalanlar toplanacak ve aslını bulacaktır bu köklü medeniyet!!

Elbet birgün rüyadan uyanıp aslını bulacaktır!!

Sebat gerek…

http://neogrendin.com/?p=200 - Ankara Yazarlar Birliği, Yazar Okulu Grubunun bir müzarasına tanık olduktan sonra...

Bulmaca



Hepsi ayrı bir parça olan birimlerin bütünce yek bir parça olması. Her bir ayrı parçanın aslında ortak olan küçük noktalarından birbirine tutunması.

Bunu insanlar üzerinden düşünebiliriz mesela her insanın dünyası bambaşkadır, ancak ortak duyarlılıklarımız bizi birbirimize kenetler aynı bulmaca gibi... Uzaktan bakıldığında yeni başlanılan bir bulmacada ki bir çok bilinmeyen fonksiyonlarının ufak bir dalından başlandığında aslında birbiriyle ne kadar ilişkili olduğunu görüp bir anda bilinmeyenleri bitirdiğimiz gibi... Hala kalmışsa boş yerler onlar bizdeki eksik olan bilinmeyenlerdir. sorgulamamız gereken doldurulmayı bekleyen...



Yalancı Dünya



Yalancı dünya; yalancılıktan maksat serap yani bir nevi geçici bir yanılgı gibi düşünürsek; 

Dünya bir serapken biz gerçek olabilir miyiz ki... hımm, serabın içinde gerçek hiç mümkün mü ki... 


Aklıma bir anda şu dizeler düştü; 


Alemin küfre göre başı da hiç sonu da hiç 
iki yokluk arasında varlık olur mu hiç
 
demişti üstad nfk bir bağlantısı var mıdır aceba? 


Hiçlikler içinde varlık.... 


Seraplar içinde gerçekler... 


Öyle demek ki dünya; ne garip... 


Garip demişken de; diğer bir üstad m. akif ne demişti peki; 


Doksan senelik ömre, ilahi bu mu gayet? 
Bilmem ki ne alem bu cedel-i gah-i maişet? 
Korkunç oluyor böyle hakikatleri, gerçek, 
Sa'di gibi bir asr-r saadetten işitmek.
 


Evet garip, üstadın bu dizelerde dediği gerçek gibi; yaşamak için uğraşılmak lazım gelen dünya, ne acaip bir alem. 


Bir serap belki ama uğraş dolu... 


Ve bu seraba kendini kaptırmış bir dolu sürü malesef, uyanık olan insan olacakmış diyorlar. 


Uyan ey benliğim gafletten uyan o zaman! 

Benliğim demişken; hala gaflet içindeyim ne yazık ki; benliğimi bırakabildiğim ve herşey de bir olabildiğim zaman... ben ben olmadığımda, ben sadece ''bir'' olabildiğimde sanki... 

Bilmiyorum... 


Bilmeyi bildiren rabbim bildirsin inşallah diyelim o zaman! 


Kadına Şiddetin Mazur Görülme Derecesi


İnsanoğlu bulduğu en ufak bir tavize meyyaldir maalesef. Vardır yokturdan çok neden islamın kolaylaştırmaya çalıştığı yerlerden bir taviz bulmaya çalışırız ondan daha çok zikredilen şöylesi makbul ve uygunduru görmemekte ısrar ederiz bilmem…

 İnsanoğlu bunca islamda iyi, karşılıklı sevgi ve saygı ölçütleri sınırları varken neden tersi durumları araştırır bilemedim.

 Var olan iyiyi araştırıp ideali olmaya çalışmak varken neden aksi nefse kolay gelen şiddete meyilli konuların sınırını öğrenmek ister yani. Ha 3 sikke haram ama 1 sikke vursan kafiyse eğer 1 sikke mi vuracaksin sonra mı kendini kontrol edeceksin anlamadım madem 1 sikkeden sonra kendini kontrol edebilecen en başından kontrol et de sonuç o yöne gitmesin. Değil midir yani?

O yüzden bu başlığı anlayamamakta ısrar ediyor zihnim  daha çok sevebilme sayabilme karşılıklı anlaşabilme şartlarının hepsini öğrendik araştırdık uyguladık da mı sonra hani sinirlendikte dövebilme ihtimalimize göre şartları bilmek istedik.

Bir kere bir başkasına sinirlenirken necip fazılın hoş bir şiiri vardır her sinirlendiğimde aklıma düşer utanırım… Rabbim akla getirmeye ve öfkeyi kontrol edebilenlerden eylesin bizleri inşallah. Dörtlük şu şekilde;

‘’Felah mı onda felah
Silah mı onda silah
Sende kim oluyorsun
Asıl sabreden Allah!!’’

Şimdi düşünün Rab ve biz nankör kullarını ve dahi israiloğullarını dünyadaki tüm şirk koşan o yaratılmışları yaşam tarzlarını, yaratıcı olarak, muhtaç ve aciz olmayan Rab olarak sabreden kim! Sabreden her gün sonunda okyanusların dağların ya rab insanoğlunu helak edelim mi diye sırayla sorduklarında hayır, onların içlerinde kurtuluşa erenler çıkacaktır diyerek sabreden yaratan…

düşünün bi biz kimiz haddimiz ne ki kime neye sinirleniyoruz sinirlenebiliyoruz da dövebiliyoruz.  Hak eden kadınlar var diyenler düşünsünler bi, kadın değil hiçbir insanoğlu öyle bir muamele görmemeli, şiddet görmemeli…

Ki evlilikte eşler birbirinden razı olması şartıyla kendilerine cennet müjdelenmiştir. Neden eşlerin birbirinden razı olma durumları tartışılmaz da boşanıldığında yerin göğün inlediği ifade edilen hoş olmayan bir durum olarak boşanabilme şartları tartışılır.

Bizim amacımız belli değil mi cennet için hangisini yapabilirizi mi sorgulamalıyız yoksa cehenneme gitmemek için ne yapmak kafidiri mi…
(burada su yapılınca cennete gidilir bu yapılınca cehenneme demek istemedim zira o hükmü vermek haddimize değil ifade ve sorgulama tarzına dikkat çekmektir niyetim) 


EK: Kadın hangi şartlarda dövülmelidir sorunsalı başlığında cogito sözlükte eklidir.


İnsanın Dört Zindanı


Ben mi? İnsanım. İnsandım. Neden sorgulamalıydım ki bunu. Benden başka seçebilen ve aklını kullanabilen bir varlık yoktu evrende bunlar insan olmamı sağlamaz mıydı tek başına? Başka ne gibi özeliklerim var acaba? Bana biçilen değerler neler? Beni ben yapan beşerden ayıran özelliklere sahip miyim? Beşer olarak kalmamı sağlayan zindanlarım neler? Ya Beni ben yapan niteliklerim?


İnsan olarak doğduğuma inanırdım. Ben farklıydım. Farklı olduğuma inanırdım. Beşer ve insan…. Ne kadar da yakın kelimelerdi bana göre oysa. Ne kadar olduğu gibi alınmış sorgulanmamış araştırılmamış terimlerdi. Kim bilir daha ne çokları vardı böyle bilinçsizce kullandığım her gün… içimi ürpetti bu gerçek. 



Meğer insan olarak doğmamışım bir beşermişim beklide hala beşerim… İnsan olma seviyesine gelebilenlerden miyim acaba? Nasıl insan olabilirim? Neden  insan olamıyorum ve beni bağlayan şeyler yazarın dediği gibi zindanlarım ne? Ve tabi bunlardan nasıl kurtulabilirim? Ne kadar özgür olmaya çalışsa da insan hangi alanların zindanındadır? Ve insan kendi zindanından nasıl kurtulabilir? Beşersem ülküm ne? İnsan olmak neyi gerektirir?
Nerden mi çıktı bu sorular? Ve cevapları var mıdır? Kafanızdaki bu sorulara cevap olan ve bunun gibi birçoklarını daha aklınıza getirip daha sorgulayıcı bilinçli bir birey olabilmek için yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir kitap. 

Adı : İnsanın Dört Zindanı.

 Bana bunları düşündüren  kim mi? Kitaplarının ilk sayfasına ‘’ sizi rahatsız etmeye geldim ‘’ cümlesiyle merakımı  ve dikkatimi çekebilen İranlı bir yazar; Ali Şeriati. Bu kitapta onun Almanya’da yaptığı bir konuşmanın kitap haline getirilmiş biçimi. Okumaya hiç olmazsa denemeye değer…


2012