15 Nisan 2016 Cuma

ufkî şehir

_HALİL İBRAHİM DÜZENLİ_

Ufkî Şehir
“Turgut Cansever’in İzinde''

 Turgut Cansever’in, çeşitli konuşma ve yazılarında  “ufkî kat mülkiyeti” ya da “yatay kat mülkiyeti” gibi kullanımları var. Aslında teknik bir tabir kullanıyor. Bu tabirle şehirlerin mülkiyet esaslarına değiniyor ve bununla bağlantılı olarak dikey yükselme yerine yatay genişleme gibi bir yapılaşmayı öngörüyor. Esasında bir, iki, üç katlı, her evin kendi bahçesinin olduğu müstakil evlerden mü
teşekkil şehirlerden bahsediliyor. Cansever’in doğrudan “ufkî şehir” gibi bir kullanımı yok ama bizim tercihimiz olan “ufkî şehir” başlığı onun ifade ettiği bu anlamları içeriyor kuşkusuz.
Bir de şöyle bir şey söyleyebilirim. “Ufkî şehir” kavramsallaştırmasının belki ilk defa burada size ifade edeceğim bir alt metni var. Bu da insanın tabiatla olan ilişkileriyle, tabiatı algılama biçimiyle, ona ettiği nazarda gizli.

 Şöyle ki, “ufuk” bugün epeyce popüler bir şekilde kullanımda olan, sadece “yatay” anlamına gelen bir kelime değil. Kuran-ı Kerim’de Fussilet Suresi’nin 53. âyetinde “Varlığımızın delillerini ufuklarda (âfâk) ve nefislerinde onlara göstereceğiz” deniyor. Burada geçen kavram âfâk yani ufuklar. En nihayetinde ufka bakmak, âfâk ile irtibat halinde olmak, Allah’ın yeryüzündeki işaretlerini temaşa etmekle alakalı. İşte bu bakışın ve temaşanın gerçekleşeceği şehirdir ufkî şehir. Yani kelimenin basit bir çevirisiyle, yassılaştırılmış haliyle bir şehirden bahsetmiyoruz. Kendisine hediye verilen ve onda işaretler bulunan tabiatla ilişki kuracak insanların bu muhtemel arayışlarına çeşitli imkânlar sunan şehirlerden bahsediyoruz. İster kendi müstakil bahçesindeki bir ağacı seyrederken, ister sokaklarda yürüdüğünde, ister çıkmaz sokaklarda ve karşılaşma noktalarında sohbet ettiğinde, isterse de karşıdan baktığında siluette.

**
Nüfus yoğunluğunun fazla olduğu şehirlerde yatay mimari ihtiyaçları karşılayabilecek nitelikte olabilir mi?

Bu noktada da bazı itirazlar yapmak durumundayım. Sorunun cevabı yatay mimari dediğiniz şeyi nasıl tanımladığınızla doğrudan alakalı. Açıkçası “yatay mimari” şeklinde bir kavramsallaştırmayı da çok doğru ve isabetli bulmadığımı söylemek isterim. Mimari söz konusu olduğunda onun yataylığından ziyade, az önce de söylediğim gibi, insana odaklı oluşu ve bir sanat eseri olarak niteliği, kalitesi çok daha önemlidir diye düşünüyorum. Dolayısıyla “yatay mimari” gibi bir tanımlamayı anlamsız buluyorum.

**
1800lü yılların sonunda İngiltere’de başlatılan Garden City (bahçe şehir) hareketi konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu hareket ilk etapta gayr-i insani toplu konutlarda yaşayan sanayi kenti insanlarının daha insani şartlarda yaşamaları için oluşturulan bir hareket gibi görünse de, bugünkü Amerika şehirlerinin bile temelini oluşturuyor diyebiliriz. Garden City’nin ülkemizde uygulanabilirliği var mıdır sizce?

Kuşkusuz batıdaki bahçeşehirler önemli örnekler. Fakat bahçeli müstakil ev meselesine ülkemizden baktığımızda Garden City’nin çok daha ötesine geçmek mümkün görünüyor doğrusu. Bahçe şehirlerin ilki 1900’lerin başında inşa ediliyor ve 50 yıl boyunca farklı yerlerde inşaları devam ediyor. Garden City yaklaşımı Avrupa’da yaygınlaşmaya başladığı sıralarda Türkiye coğrafyası bu bahçe şehirlerden çok daha mütekâmil, yaklaşık 600 senede tek tek bahçeli müstakil evlerden oluşmuş kümülatif bütünlüğe sahip Osmanlı şehirleri ile doluydu. Üstelik bırakın modern Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını bütün Balkanlar ve diğer coğrafyalarda Osmanlı’nın bakiyesi şehirler vardı, halen de var. Dolayısıyla meselemizi Garden City üzerinden değil de bu topraklarda oluşan tarihsel yaşam çevresi
ve tecrübesinden yola çıkarak temellendirmeyi çok daha doğru ve esaslı bir yaklaşım olarak görüyorum. Böyle yaklaşınca batıdaki bahçeşehirlerin övgüye mazhar taraflarının yanında bugün eleştirilen birçok yönlerinin de kendiliğinden gündemden düştüğünü göreceğiz. Taşıt odaklı değil yaya odaklı olmak gibi, evler arası mesafelerin komşuluk ilişkilerine olanak verebilmesi gibi, cetvelle çizilmiş plan ve dokular değil topografyayla, tabiatla, insan bedeninin hareketiyle oluşmuş organik sokaklar vs. gibi.
Bugün ABD’de halkın yüzde 88’i müstakil-bahçeli evlerde oturuyor. Hakeza, İngiltere’de de yüzde 79’u. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Türkiye’de ise 1995 yılında halkın yüzde 92’si bahçeli müstakil evlerde oturmak istiyor. Bugün durum nedir, bilemiyoruz tabi, araştırmasını yapmak gerekli. Belki bahçeşehirlerin 100 sene önceki hallerini değil de bugün batı şehirlerinin konut meselesine bir mekân politikası olarak yaklaşımlarını gündemimize almamız önemli görünüyor. Kuşkusuz bu müstakil evlerin biraraya gelişlerindeki esaslar batıdakine göre değil, Osmanlı ve ondan türettiği haliyle Turgut Cansever’in önerileri gibi olabilmelidir. En azından bunlarda ciddi potansiyeller vardır diyebiliriz.  İşte Ufki Şehir kitabında yapılmak istenen budur. Turgut Cansever’in her şeye rağmen taşıdığı o müthiş ümitvarlığı bizim de taşımamız gerekiyor. İnancımız şudur: Niyet her şeyin başıdır.

file:///C:/Users/user/Desktop/makale%20oku/Turgut_Canseverin_Umitvarligina_Muhtaci.pdf

Hiç yorum yok: