18 Temmuz 2014 Cuma

Acz ve Aşk

Aczaniyet aşkı doğurur mu?
Acz ve aşk kelimelerindeki benzerlik tesadüf müdür?

O kadar küçülürsün ki benliğin yok olur ve ''ben'', ''sen'' e ''o''na dönüşür. ''Sen'' sen değilsindir artık. Sen onunlasın. Onun varlığında ''bir''sin. Aksi halde acizsin, hiçsin.
Bundaki tılsım mıdırbu benzerliğin sırrı...
ki dahi insanoğlu da bir büyük sırlardan bir sır değil midir.

İnsan kendini onun ruhunda aciz hissettiren kişiye mi aşık olur?

Gassan sattar'ın bir şiiri vardı;
Ne edeyim bensiz kuruyacak olan nehri, sonsuz olmalı sonsuzluğa akmalı...

Sonsuz olmalı, sonsuzluğa akmalı ki aczim çıkagelsinde aşık olayım...
Nicedir düşünüyorum aczaniyeti... acz...
Nede etkili bir o kadar 3 harfçik olsada...
yürüyorum, yürüyorum düşünerek yürüyorum...
yürüdüğüm şehirler sonra...
ve dahi hep hayalimdeki şehirler...
bir de tüketmişliğimi, tükenmişliğimi hissettiğim şehirler var... İstanbul, ankara...
Ve karşısında ufacık hissedip bana çok şey katacak olan şehirler...
Bir şehre de aciz olabilir mi insan? Karşısında aciz olduğu şehri mi sever? yoksa kendini güçlü hissettirdiği şehri mi?
Emin olamıyorum.
Belkide ezici bir aczaniyetten çok; onur veren, taşımaya hevesli olunan aczaniyet vardır.

Acz kabul edişti.
Kaybettiğini kabul, hatayı kabul...
evet, aciz olmayı kabul ettiğin şeydi aşkın.
Karşısında aciz olmayı kabul ettiğin şeyler kadardı aşkın.
Seçimlerindi.
Seni sen yapan şeylerdi.

O zaman aşk tesadüfleri sevmez. Aczaniyet yapışmaya değer bir inhibitör bulduğu anda yapışır.
Yer, zaman, mekân gibi mevcut şartları sağlaması gerekir.
Dolayısıyla hayran olunan aşklar ve aşıklar ruhlarındaki o yüceliği zamana mekâna taşıyıp mevcut şartları yaşayan oldukları için hayran olunasıdırlar.

Hayran olduğumuz şey aşk değildir aslında, rolünü oynayan oyuncuların birbirlerindeki aczaniyetlerindeki harmonidir.

Hiç yorum yok: