20 Ekim 2014 Pazartesi

ölüme bakan pencere

montaigne'nin ölüm üzerine denemesindeki insanın mezarlığa bakan bir odada kalmasının huzur verdiğinden, hayatını daha iyi muhakeme altına alıp olumlu düşüncelerle hayattaki başa gelen olumsuz olaylara karşı dirençli ve daha tutarlı davranışlar sergileme gücünün bulunabilmesi için önemli bir düstur olduğundan bahseden kitaptır.

aynı hassasiyetle; sadettin ökten'in eski istanbul mahallelerinin değerini anlatırken bahsettiği ve eskiden cenaze'nin çarşıdan dolaşarak mezarlığa getirilmesinin toplumda insanların birbirlerine kötü günde destek verip birbirlerinden haberdar olması böylece sokak ve mahalle kavramlarının önem kazanmasını anlatırken aynı zamanda insanlarında her gün önlerinden geçen cenaze töreni ile kendilerine hayatlarına çeki düzen verdiğinden bahsettiğini bana hatırlatır.

ayrıca topkapı sarayında ki padişahın yaşadığı bölümdeki cenaze yıkama bölümü için yaptırılmış mermerlerin hem ön hem arka kapılarında var olmasının sebebi olarak padişahın kendini dünyaya kaptırmadan nefsini ölümle terbiye ederek yaşamını sürdürmesi hassasiyetini de hatırlamama sebep olan kitaptır. *** *

eskiyi eski yapan değerler ve şimdi kaybolmuş olan yahut kaybolmakla tehdit edilen bu ufacık gibi gözüken ama çok elzem hususlardan biri olan ölüm ve hayatımızdaki yeri hususundan basedip geçivermiş ama özellikle mimaride de dikkat etmemiz gereken kurallardan da biri olan bu durumu için bizleri uyaran bir ifadedir bu küçücük bölüm.

hani kimilerimiz osmanlıda yahut türkiyede olan biten deyince gözardı ederde batı deyince şöyle bir irkilir dikkat kesilir entellektüel gözükür ya işte öyle durumlar için içinden örnekler verebileceğiniz bir kitap. islamda şöyle şöyleymiş ölümü hatırlayalım mezar karşısında yaşayalım yahut yaşatalım insanları derseniz şöyle bir baştan aşağı süzülürsünüz de montaigninde bahsettiği.... huzurun anahtarı.... derseniz belkim.... ilgi ve alakaları çekebiliriz diye düşünmekteyim. *

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Ağırdır...

Ağırdır kusurlu bir hayatı taşımak
Yanılgımı kendime korunak yaptım
Itır kokusunu da bilmedim,şafak kızılığını da
Yürümeyi bile öğrenmeden,çiçek tarlalarının içinde yaşananları umursadığımı söyleyerek koşmam da yalandı.
Ne yazık ki bir kere ölecek kadar cesur değildim
Bin kere ölüp gereksiz uğruna
Doğruya ölemedim,süründüm,ya da öyle göründüm.
Yaşadığım saçmalıklar öyle uzak ki gerçeğime
Gerçek ile yetişebilecek miyim saçmalığıma bilemiyorum…

Posted via Blogaway

18 Temmuz 2014 Cuma

Acz ve Aşk

Aczaniyet aşkı doğurur mu?
Acz ve aşk kelimelerindeki benzerlik tesadüf müdür?

O kadar küçülürsün ki benliğin yok olur ve ''ben'', ''sen'' e ''o''na dönüşür. ''Sen'' sen değilsindir artık. Sen onunlasın. Onun varlığında ''bir''sin. Aksi halde acizsin, hiçsin.
Bundaki tılsım mıdırbu benzerliğin sırrı...
ki dahi insanoğlu da bir büyük sırlardan bir sır değil midir.

İnsan kendini onun ruhunda aciz hissettiren kişiye mi aşık olur?

Gassan sattar'ın bir şiiri vardı;
Ne edeyim bensiz kuruyacak olan nehri, sonsuz olmalı sonsuzluğa akmalı...

Sonsuz olmalı, sonsuzluğa akmalı ki aczim çıkagelsinde aşık olayım...
Nicedir düşünüyorum aczaniyeti... acz...
Nede etkili bir o kadar 3 harfçik olsada...
yürüyorum, yürüyorum düşünerek yürüyorum...
yürüdüğüm şehirler sonra...
ve dahi hep hayalimdeki şehirler...
bir de tüketmişliğimi, tükenmişliğimi hissettiğim şehirler var... İstanbul, ankara...
Ve karşısında ufacık hissedip bana çok şey katacak olan şehirler...
Bir şehre de aciz olabilir mi insan? Karşısında aciz olduğu şehri mi sever? yoksa kendini güçlü hissettirdiği şehri mi?
Emin olamıyorum.
Belkide ezici bir aczaniyetten çok; onur veren, taşımaya hevesli olunan aczaniyet vardır.

Acz kabul edişti.
Kaybettiğini kabul, hatayı kabul...
evet, aciz olmayı kabul ettiğin şeydi aşkın.
Karşısında aciz olmayı kabul ettiğin şeyler kadardı aşkın.
Seçimlerindi.
Seni sen yapan şeylerdi.

O zaman aşk tesadüfleri sevmez. Aczaniyet yapışmaya değer bir inhibitör bulduğu anda yapışır.
Yer, zaman, mekân gibi mevcut şartları sağlaması gerekir.
Dolayısıyla hayran olunan aşklar ve aşıklar ruhlarındaki o yüceliği zamana mekâna taşıyıp mevcut şartları yaşayan oldukları için hayran olunasıdırlar.

Hayran olduğumuz şey aşk değildir aslında, rolünü oynayan oyuncuların birbirlerindeki aczaniyetlerindeki harmonidir.

6 Temmuz 2014 Pazar

Hatırlayan...

" Kim maziyi değiştirmeden anlatabilir ki?
Kelimeleşmeyen 'zevk-i tahattur', bir rüya kadar soluk ve fâni.
Ama yaşayan insanla, hatırlayan insan aynı mı? "
Bu ülke _ Cemil Meriç

Posted via Blogaway

...

Titreyen ellerin müsebbibi korkan bir yürek...
_
Yazamamış kalem titreyen yüreğin sanrılarından,
Söyleyememiş dil kekeleyen sızıların lisanını belleğinden,
bakamamış can aynası kızaran simaları toprağa uğurladından gayri...
03.06.2014

Posted via Blogaway

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Haşr sûresi

" Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır. "
" Onların kalplerinde size karşı duydukları korku, Allah’a karşı duydukları korkudan daha baskındır. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir. "
" Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. "
Haşr suresi'nden alıntılardan...

Posted via Blogaway

16 Haziran 2014 Pazartesi

dert misin?

"ben nur diyorum, sen çamur anlıyorsun.
 ben seni aşka davet ediyorum, sen beni ateşe salıyorsun.
 gerçi hoş ateşinde yanmak da var yazgımda ama yaktığın ateşlerden büyük ateşlerde yanmaya yan çizeceksen  ben niye yanayım?
 ben aşk diyorum sen "aşk olsun" diyorsun.
 ben gönül diyorum sen gölgelerin peşinde yol alıyorsun.
 uslan artık yüreğim,
bir derdim olmalı ki bin dermana değişmeyeyim. şimdi sen söyle, dert misin?"

Şems-i TEBRİZİ

her şey zıttıyla inkişaf eder

evet evet... herşey ama herşey zıttıyla açıklığa kavuşur ve var olurken biz sadece ve sadece bir yönünü işimize geleni isteriz bencilce ve bilinçsizce...

gece olmasa gündüz olmaz
acı olmasa tatlı olmaz
dert olmasa sonunda ulaşılacak bir huzur olmaz.
soğuk olmasa sıcak diye birşey olmaz.
korku olmasa güven duygusu olmaz.
fakirlik diye bişi olmasa zenginlik olmaz.
az olmasa çok olmaz.
üzüntü keder olmasa mutluluk olmaz.

her an ama her an doğduğumuzdan beri sırıttığımızı ve çevremizdeki herkesinde sırıttığını düşünün...

herhangi bir normal mimik hatta klasik bir karakter halini alacaktır bu durum ve belkide sırıtmak nedir bilmeyeceğiz herkesde her an var olan birşey çünkü. fark edilmeyen birşey halini alacaktır. düşündüm de o sebeple üzüntü ve keder var belki mutluluk ve tebessümü açıklığa kavuşturmak için.

daha da ilginci biz sadece birini istediğimizde aslında ikisini birden istiyoruz çünkü biri olmadan diğeri olmuyor. hep bir gün huzur ve mutluluk bizi bulsun istiyoruz ama demiyoruz ki onun olabilmesi için önce sıkıntı çekmeliyim. isteğimiz olacak belkide ama sıkıntısını çekerken neden sıkıntı var diye inliyoruz bilinçsizce...

a be akıllım sen istemedin mi mutluluğu sıkıntının ardından gelecek olandır o işte... bu sabırsızlık ve bencilce sadece istemek neden... mutluluk sıkıntıyla var olan birşeyse ikisini ayırmak ne mümkün...

hep isteriz tatlıyı huzuru güveni mutluluğu en iyisini daha da dahada iyisini... ne kadar çok iyi istersek o kadar da büyük sıkıntısı olmaz mı halbuki... bunu göze aldık mı isterken... isterken tamam katlanacam dedik mi sabretcem diye uğraştık mı ki de şikayet üstüne şikayet bir umutsuzluk ve mutsuzluk peyda olmuş...

bu çelişki neden anlam karmaşası neden... insan neden hep ister ve sadece hep bir yönüyle bencilce ister...

dipnot: cogito sözlükte de eklidir.

1 Haziran 2014 Pazar

Kendimden kaçmak...

Nasıl kendimden kaçarım?
Hiç kendinizden delicesine.kaçmak istediğiniz olmadı mı? Beyninizi yiyip bitiren o düşüncelerden kalbinizi ağırlaştıran ruhiyeti halinizden ve bu ve daha bir çok kendinide sevmediğiniz nice hallerden koşarak kaçmak istemediniz mi? Onca insandan,
Toplumdan kaçarken ben kendime yakalaniyorum peki ya kendinden nasıl sıyrılır insan?
Bir zaman hayli derinden hissettiğim bir arzuyken bu kendinden kaçmaklık, sonra ali şeriatini  4 zindanından sonuncusu insanın kendi zindanı ile tanışmış içimdeki korku katrelendikçe katrelenmişti.
Frithjof schuon ise ip ucu vermiş adeta:
" insanın 'Tanrı'yı zikretmesi' aynı zamanda kendisini unutmasıdır. Tersinden söyleyecek olursak, ego, Tanrı'nın unutulmasının bir tür kristalleşmesi, netleşmesidir. "
Kendimi unutmakçün Rabbi zikr... aslında düşündüğümden kolaymış... uygulamalı o vakit!
En azından bu kendinden kaçmaklık duygusunu her hissettiğimde anmalı Yaradanı diymi?

Posted via Blogaway

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Derdi olmayan sahiplensin geziyi, benim bir derdim var ki...

...bin dermana değişemediğim,
Bir derdim var ki...
Âh bu nasıl dert aramaktır nasıl bir gaflettir boşluktur uçurum olmuş içleri haberleri yok!
Gezi olaylarının yıl dönüymüş bu günler...
Bu kadar susup etrafı gözlemledikten sonra şunu söyleyebilirim ki,
Amaçsız emelsiz ruhsuz bir takım güruha savaşacak bir sebep olmuş. Mücadele ruhunu kaybetmişlere tokat olmuş. Ve böylece hayatlarını anlamlandırmışlar bir  nevi... o yüzdendir bunca sarılış bunca sarılış bu kavgaya... tabiki hala amaçsızcada koşturanlar birilerinin piyonu olmuş insanlar var aralarında lakin muhatabım onlar degil olamazda...
Evet, gezide evlenen çiftle yapılan röportajı okudum hangi boşluğuma geldi bilmiyorum birazda gülmek içindi nasıl komikleştiklerini duymak istedim belkide evet itiraf olacak belki ama  bir küçümseyici edayla okudum seslice o yazıyı... işte ordada açıkca gördüm ki ifadelerinde öyle açıktı ki ordaki mücadele ve birlige dayanışmaya ve dahi bir amaç uğruna savaşmaya öyle bağlanmak istemişler ki...
Esasen bu arayış biş bir arayış değil lakin bir o kadar da boş. Yani aradıkları şey doğru ama aradıkları yer mekân kişiler hayli yanlış... nasıl mı?
Ashabın savaştan dönerken ki hallerini hatırlamakta fayda var bu noktada büyük savaşa dönüyorüz demişlerdi. Âh ne büyük savaş ama! Ve dahi her saniye her an karşı karşıya olunan göz açıp kapayıncaya kadar ki bi boşlukta ansızin vurulabileceğin bir savaş...
Asli gayesini unutmuş nice gencin yaşlının hayatında aradığı böyle bir boşluğu doldurmuş bir eylemdir gezi...
Hayli yazık içler acısı...
Müslüman olamayan müslümanı bile kahreden...

Posted via Blogaway

26 Mayıs 2014 Pazartesi

islâm ve mekân...

"Bütün geleneksel uygarlıklar gibi, İslâm da bir " mekân "dır ve bir " zaman " değildir.
İslâma göre " zaman '' sadece " mekân " ın bozulmasıdır."

  F.Schuon

Mihrab bilirdim ben öyle bir mekândı bildiğim... yahut sadece ezberimdeydi yaşamamıştım henüz...
diyeyazmış filozof da hani beynimi kımıl kımıl eyledi sanki.

âh mihrab...
nice bir halsin sen öyle, beni benden eyleyen...
insana dair bildimdi islam da mekân... âh o mekân...

Yaralı


Hem Yaralı Hem Yakını Bir Yaralının
....
Bir sabah dünya boşken kalkıp sordum kendime: neyin var taşınacak?
şu kırık dal sesinden, şu tökezleyen ırmak gürültüsünden başka
neyin var sen gidince aklı sende kalacak!
...

Ali Ayçil

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Durmayacaktım....

"Ben böyle durmayacaktım dili bağlı
Islam'ı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli,gür imânlı beyinler coşar ancak,
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım."
M akif

" Allah' a dayan sa'ye sarıl, hükmüne râm ol.
Yol varsa budur ancak, bilmiyorum başka çıkar yol... "M.Akif

"Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam,kollarımı makas gibi açarak. " Necip fazıl

"Medeniyet!" Size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor " M.akif

Posted via Blogaway

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Duruşun gariptir

" Duruşun gariptir bakışın mahzun
Nerden geldin sen bu ele üveyik
Gözlerin nemli de halin pek yorgun
Çok mu çektin yoksa çile üveyi
Gurbetin yolları uzun ve ince
Sabır eyle başa bir iş gelince
Dikkat et yuvadan uçmadan önce
İyi bakın sağa sola üveyik
Görünce inanma elleri sazlı
Zamane insanı hep iki yüzlü
Belki de avcıdır silahı gizli
Güvenme her öyle kula üveyik
Kamil insanların ahtı mutlaktır
Sadık olanların inkarı haktır
Bahar değil ise belki tuzaktır
Aldanma yeşile ala üveyik
Kanadın kırılır gafil yatarsan
Başın derde girer nazlı ötersen
Aşıkların öğüdünü tutarsan
Konma bilmediğin dala üveyik
Feymani'nin sesi bir nida mıdır
Gönlüm ayrılıkla davada mıdır
Boynunu büküşün elveda mıdır
Gidiyorsun güle güle üveyik

Posted via Blogaway

15 Mayıs 2014 Perşembe

durmadan hatırlamaya koşmaktan...

" Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam
Yorgundu oysa
Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan. "
 Didem Madak

13 Mayıs 2014 Salı

Sırtımda insan yüklü bir gök var

Susmanın kalesine sığınıyorum
Önümde karanlıktan duvarlar
Sırtımda insan yüklü bir gök var.

Erdem bayazıt

acz ve aşk

acz...
aşk...
bu iki kelime arasında dışardan da görülen benzerlik içlerine mi yansımış acaba diye düşünmekteyim. Her ikisi de 3 harfcik ama oldukça yoğun.

Yaratana aşk için; tüm benliğimizi yok edebilmek ve ''hiç'' olup onda ''bir'' olabilmektir denir.
Sen 'sen' değilsindir artık.
bütün acizliğinle O'nda var olmak... evet benliğini yok edebilmek için hiç olabilmek için aciz olman gerek. O kudret karşısında aczini kabul eylemen gerekir denir.

 Aşk için acz mi gerekir??
imkansız aşklarda bu yüzden mi büyük aşk olarak görülür?

(aşkın büyüğü küçüğü olur mu orası ayrı_ zira aşk yoğun ve kuvvetli sevgiyi de kapsıyorken başka şeyleri de kapsadığı gibi... daha da büyüğü yahut küçüğü olur mu? bu sevgi ve aşk sözcüklerinin günümüzde hayli birbirine girmesinden sebep olsa gerek! malesef her sevgi aşk zannedilmekte. )

Peki eğer ki varsa ufaktan bir ilgi alaka... acaba insanoğlu kendini aciz hissettirene mi aşık olur? Karşısında biçare hissettirene bir o kadar hayransa mı... çünkü her acz hissiyatı da aşk demek değildir.Öyleyse acz in yanında başka kavramlar daha olmalı aşkın var olabilmesi için... sonsuzluk barındırması, kudret, hayraniyet? acz ve merakla celbetmek midir?

acz kabul edişti. Kaybettiğini kabul, hatanı kabul, evet aciz olmayı kabul ettiğin şeydi aşkın.
Karşısında aciz olmayı kabul ettiklerin kadardı aşkın.
seçimlerindi.
Seni sen yapan şeylerdendi.
Çünkü seçtiklerinle aciz olduklarınıda sen belirledin.

aşk içün hayran olunan şey de aslında ne aşıkların kendisi ne de görüyormuş gibi aşk deyu dilimizden bitiremediğimiz soyut kavramdı aslında.
karşılıklı aczaniyetle var olunan dişlilerin birbirine kenetlenirkenki harmonisiydi.

12 Nisan 2014 Cumartesi

söyleyen insan...

İnsanlar söyler. insanlar hep bir şeyler söyler... lakin söylediğini uygulayan, sözüyle davranışı bir olan insanlar pek azdır.

  Öylesine söyleyip geçmek, akl ile kurgulayıp söylemek, her kalbe düşeni dile getirmek, kalbe düşeni akl ile süzmek de söylemek..aynı mı hiç?

  Peki, kalbe düşeni akl ile süzüp zikr eylediğini eyleme geçirene ne demeli... Maşallahü teâlâ... Rab O ki şaşırtmasın, bizi onlardan eylesin.

3 Nisan 2014 Perşembe

Yok gibi...

Yok Gibi Yaşamak
.....
Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin 
Katı bir yalnızlık bu bilmelisin 
Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin. 

Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın
Niye herşey bir anda kayıyor sen kayıyorsun
Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun

Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum 
Niye bunları bir anda unutamıyorum 

Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım.

Erdem Bayazıt

22 Mart 2014 Cumartesi

Aşk, kalbin şeklini alır...

'' Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır. ''

'' Her ölüm kendi gövdesinin şeklini alır. '' demiş ya şair;

İnsan diyorum hani...
Yaşarken, severken, aşklanırken ve dahi ölürken pek âlâ dikkatli olmalı,

varlığı ile bir şeylere illa ki bir iz bırakıyor. şekillendiriyor ne varsa...


acaba bu yüzden mi dosdoğru olması icap eder ki?

"o hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..." (hûd, 112)

16 Mart 2014 Pazar

Sükût Sohbeti

'' sükût sohbeti 'nin sözünü işiten biri,
Şeyhi ile böyle bir sohbet gerçekleştirmek istemiş.

Sükut sohbeti, bir bakıma, Yunus Emre'nin : ''dilsizler haberini, kulaksız dinleyesi'' dediği haldir.

Bu mürit aklındaki sorularla şeyhinin önünde  diz çöküp oturur. İster ki, şeyhi, konuşmadan onun bu sorularını cevaplandırsın. Mürit sabırla bir süre bekler, fakat şeyhinden beklediği cevabın gelmediğini görünce umutsuzluğa kapılır ve şeyhinin kendisine cevap veremeyeceğini düşünmeye başlar.

İşte tam o anda şeyhi, ona: '' Ben seni işitiyorum kardeş, sen beni işitiyor musun? '' diye seslenir.

Yani dilsizin haberini kulaksız dinleyebilmesi için; baş dilini ve baş kulağını ortadan kaldırdıktan sonra; kalb diliyle kalb kulağının açılması gerekiyor. Ancak o durumda dilsizin haberini (kelimesiz konuşmayı) kulaksız dinleyebiliyor. ''

* Rasim Özdenören - Kent İlişkileri kitabından...

Sıkça anlaşılmadığımızı düşündüğümüz durumlar hasıl olabiliyor bu hikayede olduğu gibi acaba;
Kalb sözüyle seslendiğimizi düşündüğümüz kişiden dinlerken gerçekten kalb kulağımızla mı dinliyoruz? Ya sahiden o cevap veriyor ise? o anlatıyor söylüyor da biz duymuyor isek sahiden? duyabiliyor muyuz acaba çevremizin kalb seslerini?

Acıkmışlığı hissetmek...

'' İnsanın, bilmediği bir ülkenin bilmediği bir kentinde ve bilmediği bir günün, bilinmeyen sabahına uykusunu almış olarak, üstelik bütün bu bilmediklerinin bilincinde oldugunun farkına vararak gözlerini açması harika bir duygu olmalı.

Gözlerimi bu bilinmeyen kentin, bilinmeyen gününün,bilinmeyen sabahına açıyorum. Orada niçin bulunduğum umurumda değil. Oraya neden geldiğim de. Dahası, orada ne işim olduğu da umurumda değil. bir geçmişimin olabileceğini de düşünmüyorum. bir geleceğim var mı, ona da metelik vermiyorum. Buna rağmen karnımın acıkmış olduğunu hissetmek istiyorum. ''
Kent ilişkisi - Rasim Özdenören

Acıkmayı hissetmek istemek nasıl bir duygudur? hangi işimizin arasına sıkıştırıyoruz acıkmayı? insanın hallerini duyması hissetmek istemesi o duygulara özlem duyması? 
 nice bir kaybolmuşluktur bu? yaşamayı hissetmek de bu tür duygulardan hasıl oluyorsa demekki... o yüzden mi hissedemiyoruz yaşamaklığı?

 Duy ey ruhum! acıktın sen şuan!
 Duy ey ruhum! körüden geçiyorsun!
 Duy ey ruhum! yürüyorsun adııım adım!
 Duy ey ruhum! yağmur yağıyor! damlalar var ah susamak diye bir şey var!

 Duy ey ruhum! duy... ve hisset... sonra yaşa...

7 Mart 2014 Cuma

Kalb

Bizde gizlenmiş bir Allah sesi var ona kalp diyoruz. Bizde ilahi bir lutf olan sezgi kuvvetidir. Kalp, dostluğun  tükenmek bilmez kaynağıdır. Verdikçe verme ihtirasını artırır, sevdikçe sevme iştiyakını taşırır.

Kalp, sonu olmayan gençliktir; korku bilmeyen ölümsüzlüktür. Korkusuz yaratıldığı için onun kini ve kıskançlığı da yoktur. Sonsuzlukta yaşadığından fani  hazları ve ezici istekleri tanımaz.

Mukaddesatın kaynağı kalptir. Ancak bir kalp huzurunda hürmet duyulur. Tövbe aklın sapkınlıklarından kurtularak kalbe sığınmaktır. İbadet kendi kalbine çevrilmektir; bedenin ve bütün isteklerin kalbe dolmasıdır. Kalp ile yapılamayan ibadet faydasız bir yorgunluktur, belki bir alışkanlık ve kör bir itaattir.  Allah a açılan kapı kalbin kapısıdır.

Taassup kalbe garazkarlıkdır, onun başladığı yerde din biter.

Her şeyden süphe edilir, kalbden şüphe edilmez. Herşeyi kırmak caiz olur, kalp kırmak cinayettir. Fetihlerin en güzeli kalplerin fethidir. Ne mutlu kalbini bütün alem yapanlara!

Son nefesine kadar kalbini aklın şerlerinden koruyabilen insan, insanların en bahtiyarıdır. İnsanın asıl hüneri, kalbini kullanabilmektir.

.......Kalp dilinden anlamayanlarla bütün bir ömür boşuna konuştum. Bu insanlar arasında beni bunalmış görürsen, onda kalp sözü duymadığımdandır……

Her ağırlığı çeken küre, kalbi çekemiyor. Kalpsizlerin cenneti olan bu dünya bize vatan olmayacak.

Var olmak_ Nurettin Topçu

Ezber!

'' Her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmuru olmalı…
 Ansızın veya keskin bir gök gürültüsü sonrası şehre düşen bir yağmuru ezberinde tutmalı insan.“

Tarık Tufan - Bir Adam Girdi Şehre Koşarak

3 Mart 2014 Pazartesi

Rüzgar yalnız sana, sana benzemeliyim!


Rüzgar

Arzularım muayyen bir haddi aşınca
Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.
Tanrıların başı gibi başları diktir,
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir,
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe,
Bakıyorum aşağılarda kalan hiçliğe.

Bu dağların bir rakibi varsa rüzgardır.
Rüzgar burda tek başına bir hükümdardır.
Burda insan duman gibi genişler, büyür.
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür.
Buralarda her düşünce sona yakındır,
Burda her şey bizden uzak, ‘O’ na yakındır.
Burda yoktur insanların düşündükleri,
Rüzgar siler kafalardan küçüklükleri.
Yanağıma çarpar geniş kanatlarını,
Ve anlatır mabutların hayatlarını.
Arasıra kulağını bana verdi mi,
Ben de ona anlatırım kendi derdimi.
‘Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar!
Benim artık yalnız sana itimadım var.
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Etrafımın sözlerine aklım ermedi,
Etrafım da bana asla kulak vermedi.
Senelerden beri hala anlaşamadık,
Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.

Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya
En büyük şey, en asil şey küçülür burda.
Burda yalan para eden biricik iştir,
Burda her şey bir yapmacık, bir gösteriştir.
Kimi coşar din uğruna geberir, yalan!
Kimi gider vatan için can verir, yalan!
Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır;
Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır.
Şairlerin büyük aşkı fani bir kızdır,
Bu dünyada herkes sinsi, herkes cılızdır.
Ne hakiki aşktan burda bir çakan vardır,
Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır,
Her büyüklük cüzzam gibi dökülür burda,
En muazzam ölüm bile küçülür burda.

Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlup olsam bile etime,
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
İşte rüzgar, şimdi sana sığınıyorum!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asil şey seni buldum kainatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne de süse, gösterişe baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
Bir dev gibi küçük, mızmız sesleri yersin,
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.

Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,
Rüzgar! Bu dağ başlarında çırpınan serin
Kanatların gökyüzünde akan bir seldir,
Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.
Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,
Senin gibi azamete aşıkım ben de.
İşte Rüzgar! Senin gibi ben de deliyim.
Islıklarım senin gibi inlemelidir,
Herkes beni ürpererek dinlemelidir.
Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim.'

(1931)
Sabahattin Ali


Yerim soran bulunursa: Meskenim Dağlar

DAĞLAR

Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rügarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.

Yarimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;

Elleri bana gönderin:
Benim meskenim dağlardır.

    Bir gün kadrim bilinirse,
                                                                                        İsmim ağza alınırsa,
                                                                                        Yerim soran bulunursa:
                                                                                        Benim meskenim dağlardır.

                                                                                                               ŞİİR: SABAHATTİN ALİ


1 Mart 2014 Cumartesi

ac_ı

Hani... yediğin tokatla...
bilmezsin neden ağladığını...
dökülür gözlerinden o yaşlar ardısıra...
yoktur hani tesellisi...

sulanmıştır göz, taleb eyler mi mendili
sızıyan gönülse; gözler silinir mi?
hıı, acıyor ya sahi!
bazen sadece acır öylece...
ve sen acır diye ağlanır sanırsın...
sızım sızım sızlıyor, bilmez misin?

isterim de hani,
bilmemeyi...
istemek yeter mi ki?
01.03.14

Var idiyse bir kuş, Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak

Birinci Bab
Ey sökülmüş cep.. Ey ıslak yorgan..
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran..
Yardım et.. Yardım et..
Bana ilâh mahvedecek
bir uzuv lâzım.
Gel çabuk
Beni üzüntünün koynunda beklet
Orada tohum serpecek kadar
Bana zaman tanı.
Ve konuş
Varsa eğer yazgımızın beş duyusu
Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı
Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten
Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre
Çarpayım gözüne bir, kulaklarını çınlatayım hele
Uzaktan işmar edip durmasın bana
Gelsin bana dokunsun
Alnının çatında değil belki
Ama bir iriminde aklının
Kalsın korkum.

Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır.
Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat
Yaylım ateş, bombardıman, güldürücü gaz
Şairsin.. Arkanı dönme.. Neyin var sen de fırlat..
Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir, sonuna kadar yaz
Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden
Hiç deneme
Cibril'i düşünmeden
Asla yaşayamazsın
Seni uçurmazsan yandın
Kuşları da uçuran
Ey şair.. Ey dilenci..
Kanatsız, mızmız, sözün köpeği
Tiryakilik peşinde geceleri
Günün ortasında karmanyolacı.
Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan
Korkun var bölük pörçük
Ümidin çatal çatal
Baka gör bunların arasından
Hangi yer sana ayrılmış
Hangi yâre senlik bir şey bırakmış
Çalap.

Anlat:
Bu bir Yusuf masalıdır de
Bunu söyle ve fakat
Şunu da sor
Yusuf'un masalı neden
Yusuf'la başlamıyor?
Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi
Bir Şivekâr varmış, bir gençkız
Yusuf yokmuş, cinler
Kaçırmış, yazgı
Saklamış onu.

Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek
Ama önce masalı bir Şivekâr
Nasıl başlatıyor
Bilmek gerek.

Genç bir kızla, bir bakireyle başlıyor anlatımız.
Çünkü bakirelik, o bir baş dönmesidir
Başta gelir, başa gelir, başı yerinden eder
Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir
Sorguya açık kim derseniz bakirdir, odur bakire
Kapağı hiç açılmadıysa kitap
Kaş çattırır insana, korku verir
Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş
Bakiredir.

Bırakalım başta kalsın.

Gençlik
Ve kızlık dursun başında efsanemizin.
Şivekâr'la
Bir gençkızla başlasın anlatımız
Ağlatımız
O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an
Zaten son erek değil miydi
Genç ve kız?
Vay anam.. Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise
Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne.

Şivekâr'dı
Gezmeye çıkmıştı ikindileyin
Evlerinin az ilersindeki koruda
Genç kızlar bunu yapar
Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin
Sürgüsü açılsın diye
Hep gezintiye çıkar.
Kıştı mevsim. Toprakta kar.
Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili.

Avcılar göründü uzaktan
Şivekâr avcılara görünmek istemedi
Sindi en bildik köşesine çamlığının
Kendi yerinden dinledi
Fend eden, tuzak kuran, ok atan bu milleti.
Avcı bunlar
Bir kuş vurdu tezelden
Aralarından biri.
Nasıldı kuş?
Neresinden vurulmuştu?
Şivekâr göremedi.

Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer
Bunu bilmeyecek ne var?
Kan düşer. Emilir o kızıl bezek
O bembeyaz satıhta.
Ossaat “Breh..
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek..”
Deyiverdi bir avcı.
Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi.

Kar ve kan. Ak ve kızıl.
Bir yüzün suçsuz zemininde
Tutkunun canlandırdığı şey.
Siması da iması da Yusuf'un
Böyleymiş meğer.
Kar üstüne düşen kandı
Yamandı
Bir avcıdan Şivekâr'a ulaşan haber
Müjde değildi.
Neden bir yavuzluk
Bir durulukla beraberdi?
Şivekâr bunu bilmek istedi
Bilmek, bilmek, bilmek istemi
Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin
Âlem âlemler oldu, cümle âlem gevşedi
Kız için artık gevşekti
Pekinlik bohçasının hodbin düğümü
Haber deriştirdi kızı
Soru
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne
Dünyayı, önce onu delmek

Yusuf'a varmak gerekti
Desem ki kapı açıldı
Yalan olur
Ama kilidin kalktığı belli.

Var idiyse bir kuş 
Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak 
Vuruş değil de vuruluş kilidi kırsaydı
Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan 
Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba?
Çetrefil, kuşku dolu, yadırgı
Ne kadar kendi oldu insan 
O kadar başka...

Bir Yusuf Masalı - İsmet Özel

16 Şubat 2014 Pazar

sen de git can kuşum, de var sen de git

Göçmen Kuşlar

hançerlenmiş çatal yürek iki baş
başbaşa vermişler konuşmuyorlar
yetimce gözlerden savruluyor yaş
yağıyor dışarda içli içli kar
çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş

bir kuş kör kafeste babasız kalır
kavrulur bir serçe anasızlıktan
ah gülmeyen gözler yollarda kalır
dökülür yaşları vefasızlıktan
bir kuş kör kafeste babasız kalır

yataklar küf gibi zindan kokuyor
küsmeler küsmeler ve barışmalar
bir dost yüreğimde sevgi dokuyor
ayrılık gözyaşı son sarışmalar
yataklar küf gibi zindan kokuyor


herkesle gülünür fakat çilelim
ağlanmaz herkesle unutma bunu
dostluk yemininin üstünde elim
bölmez mi bölmez mi hasret uykunu?
ve gülmek ki tokat tokat çilelim

kadehler dolusu baldıran zehri
gördün, göz kırpmadan nasıl içilir
bilirsin haldaşım bu zalim şehri
burda dirilere kefen biçilir
korkusuz içilir baldıran zehri

bak körpe ceylanlar nasıl vurulur
zalim avcı gezer bizim bağlarda
ceylanları vuran eller de kurur
bir parça kırmızı kir kalır karda
yavru ceylanlar bak nasıl vurulur

hangi dost dikmişti şu tomurcuğu
bağrımın içinde göğerip duran
ey kara günlerin dertli çocuğu
senin nabzın mıdır ranzamda vuran
söyle kim dikmişti şu tomuruğu

ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
ağarsa mı ola kıpkırmızı tan
yad elde kuruldu payitahtımız
hüzün sarayında bir garip sultan
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız

artık güneşlerde kara doğuyor
geçmiyor umudu vuran zamanlar
hayat yıldırıyor hayat boğuyor
bilmem kimin için çalıyor çanlar
güneşler de artık kara doğuyor

bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
görmez mi bir çift göz suluyor yeri
vurulanlara su sunma be saki
kavrulsun garibin yansın yüreği
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki

her seher uzaktan bir horoz sesi
ne çılgın yalıyor parmaklıkları
esiyor Yusuf’un kutlu nefesi
yıkıyor Züleyha kara duvarı
ıraklardan yanık bir horoz sesi

gel yaralı serçem küsme bahtına
vurma kayalara allı başını
anka kuşu olsan geçmem tahtına
bir sen kaybetmedin can yoldaşını
yaralı serçem gel küsme bahtına

ey kara çayımın buğulu kiri
kıvrıla kıvrıla nere gidersin
ötelerden eğer sorarsa biri
bırakmadılar da gelmedi dersin
kara çayımın ey buğulu kiri

mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
sahte gülüşleri tercih ederim
meftunu olmuşum demir kefenin
sende yaşar, sende ölüp giderim
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin

gece yine kustu bütün kinini
her saniye can çek, kıvran, sabah et
efendi, demirbaş kabul et beni
mevcut listesinin başına kaydet
gece yine kustu bütün kinini

Derde sevdalıyım derde vurgunum
bu sevda düşürür eline cânâ

hep sürüklenmekten inan yorgunum
niye kattın gittin seline cânâ

perişan dağınık ve de bozgunum
ne çare düşmüşüm diline cânâ

Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um
amma dayanamam yeline cânâ

yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum
saçlarının bir tek teline cânâ

yüklenme bu denli kurban olayım
yetmez mi savurdun külüne cânâ

derde sevdalıyım derde vurgunum

yerine varmamış dileklerimi
götürün melekler n’olur götürün
soldurmayın açmış çiçeklerimi
Mevla’dan dertlere derman getirin
yerine varmamış dileklerimi…

bütün umutların bittiği yerde
hayret ölüler de volta atarmış
inanmazsan civan bak yarıver de
gönül mezarımda kimler yatarmış
göster can alıcı o melek yerde

doğduğum yerlerde vurgun mu oldu?
sular mı yürüdü memleketime
soldu, gün görmemiş menekşe soldu
kaç hançer saplandı safiyetime
doğduğum yerlerdevurgun mu oldu?

arasıra kuşum uç üzerimden
vefasızım amma belki özlerim
bir de sen oklama ta can yerimden
gel, bugün de taşma ırmak gözlerim
kuşum arasıra uç üzerimden
göç eden kuşların gözleri kara
dayan gülüm dayan bahar gelecek
muhabbet ne büyük kapanmaz yara
ölecek yaralı serçe ölecek
dönecek mi söyle kuşlar bahara?


Bir güzel düş gibi bir hayal gibi
sen de git can kuşum, de var sen de git
dost mezarı içim bulunmaz dibi
düşersem aklına el aç niyaz et
belki bir su yürür…içim çöl gibi…

Mustafa İslamoğlu

15 Şubat 2014 Cumartesi

Gel ey...

'' Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik Ma'bud,
Gel ey bir tanecik gaib, gel ey bir tanecik Mevcud.

Ya sıyrılsın şu vahdet-gahı vahşet-zar eden hicran,
Ya bir nefhanla serpilsin bu hasir kalbe itminan.
Hayır, imanla, itminanla dinmez ruhun ye'si!
Ne afak isterim sensiz ne enfus, tamtakır hepsi!

Senin mecnununum, bir sensiz ancak taptığım Leyla;
Ezelden sunduğum şehla-nigahın mestiyim hala
Gel ey saki-i baki, gel, Elestin yadı şadolsun:
Yarım peymane sun. bir cür'a sun, tek aynı meyden sun!
Gel ey dünyaların Mevla'sı, ey Leyla-yı vicdanım,
Senin yadolduğum sinende olsun, varsa, payanım! ''

Mehmet Akif Ersoy

12 Şubat 2014 Çarşamba

Ezan-ı muhammediye...

 gün gelecek kimlere ne ifade edecek meçhul olan sözcük.
 kıymet bilip, şükretmeye layık.
 alışmamaya çalıştığım! zira alışkanlık olunca bilinç görevini eda edemiyor...

 evet, gün gelecek...

 ''  ....

 biz istanbuldan yedinci koloniye uçacaktık. Hayatımda ilkti o. İlk kez kendi gözlerimle gerçek bir inek görüyordum, tabii eğer gerçekse. Dur bakıyım, ona bir şey deniyor.

  kurban, diye yardım etti. Şakakları kırışmamıştı ama yaşlıca gözüküyordu. sohbetin üçüncü konuğuydu. Çok eski insanlarda kurban etme geleneği varmış. Hayır sadece hayvanları canım. Ben hiç görmedim böyle bir merasim. Ancak bir makale okumuştum bu ''kurban '' konusunda. Annemde anlatırdı bana. Onun çocukluğunda, hâlâ, inek,koyun,keçi kesen insanlar varmış. Hatta annem derdi ki, kesilen bu hayvanlardan başkalarına  da vermek gerekirmiş.

 gerekmek mi, dedi bu yazının en başında konuşan genç, neye göre gerekmek, tam anlamadım...

 Sanırım Tanrı'nın emri olarak, yani Tanrı'ya karşı bir görev...

 hadi yaa! dedi, bu yazının ikinci konuşanı, 2820'lerde hâlâ böylesi inançlar var mıymış? Allah Alllah!

 Şimdi bile var, dedi şakakları kırlaşmayan ama yaşlıca gözüken insan; kaşları pembeden kızıla geçiyordu. Şimdi bile dünyanın,ayın hatta tüm uzayın kimi bölgelerinde çeşitli dua sesleri duyuluyor.

 Dua mı dedin?

 Yani işte Tanrı'ya sesleniyorlar filan... 7. uzay Savaşı sırasında CNC silahları kullanılmasaydı bütün o tv arşivleri yok olmayacak, biz de böyle sorular sormayacaktık. Dua evet, Tanrı'ya ululayan, ona yakaran kelimeler...

 Bir örnek verebilir misin? dedi ikinci konuşan genç. Gözleri yeşilden elaya bozuyordu. Yani ne gibi oluyor...

 ''Allahuekber! Allahuekber! ''

 Dünya'nın oradan geliyordu ses.

''Allahuekber! Allahuekber! ''

 Şimdi üçüde büyülenmiş gibi Dünya'ya bakıyor, hayatlarında ilk kez duydukları bu garip seslenişin anlamını kavrayıvermek üzereymişcesine Dünya'ya doğru bakıyorlardı. 

 Asya'nın batısında sabah ışıkları yükseliyordu.

 2003 ''

Abdullah harmancı-seni ne ihtiyarlattı?

Kibir ve kitaplık

'' ...
kitaplar bizi kirletiyor demişti serhat'a. bizler gururlu, kibirli, kendimizde bir 'renk' gören kişileriz..
kendimizi çevremizdeki insanlardan üstün görüyoruz.

elimizden ve dilimizden (gbkz: mevlana) düşmüyor. kitaplarımızın en hatırlı yerinde (gbkz: mesnevi) var. ama biz hala kitaplarımızı insanları aşağılamak için kullanıyoruz. belki de vazgeçmeliyiz kitaplardan, belki de (gbkz: hz. ömer)'in yamalı elbise giymesi gibi, gururumuzu kıracak işler yapmalıyız, demişti.
... ''
Seni ne ihtiyarlattı? - Abdullah harmancı

ahh insanoğlu el muhasibi'nin er riaye de bolca bahsettiği  riya ve insandaki dürtü meselesi küçücük bir kitap okuma mevzuunda da boy gösteriyor malesef.

amellerimiz niyetlerimize göreydi değil mi... iyi bir niyetle kitap kurmaya çalışırken bile içimizdeki bu dürtüyü susturacak yada bunun bilinciyle şaşalı değilde biraz daha mütevazice oluşturulmuş yada sergilenmiş kitaplıklar yapmak da müslümanca bir tutum olacak gibi gözüküyor bu durumda.


oysa ne çok hayran kalırdım
iç mekandaki o boy boy kitaplıklara ve sırf o niyetle düzenlenmiş odalara
ve dahii isterdimmmm
isteriimmm
ama artık isterken içim acıyor vesselam...

10 Şubat 2014 Pazartesi

Haberler...

 işte haber sana ey müslüman;

araf suresi 168. ayet;

'' araf 168. ayet ; Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile sınadık. ''

isra suresi 104. ayet;

'' Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.” ''

 isra suresi 4. ayetten 12. ayete kadar;

 ''Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik. ''

'' Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.''

 ''Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. ''

'' İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.) ''

''Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.''

 '' (9-10) Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler. ''

 ''İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.''

 toplumların öbek öbek ayrıldığını ve yeryüzüne dağılarak yaşadığını bildiren Rabbimiz Yahudiler için önceleri alman yahudi mahallesi vs gibi ayrılmışsalarda  sonraları toparlanıp şimdilerde israilde birleşmişlerdir. ve ayetlerde görüldüğü üzere; onların güçlenip çoğalacağını haber veriyor bizlere...ta ki kıyamete kadar...

kıyamete çok çok az bir vakit kala yahudilere karşı müslümanların üstün geleceği bildirilir ve yahudiler tamamen yok olur. ancak o vakit öyle bir vakittir ki artık her şey geçmiştir. denir ki işte o anda dilenci dahi verdiğin sadakayı almaz çünkü az sonra kıyamet kopacaktır, dünyada ki sınav bitecektir.

4 Şubat 2014 Salı

Geldim geleli...

'' Ben geldim geleli açmadı gökler;
Ya ben bulutları anlamıyorum,
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler.
Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum..

Ben geldim geleli açmadı gökler. ''
Sezai Karakoç

3 Şubat 2014 Pazartesi

Su ve Sızı

'' Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez. ''
ismet özel

sızılı suyun duyulmaz ışığı...
işıklı suyun sızısı bilinmez...
sızılı işığın suyu bilinmez...

ol sızı ki işık başka gider su başka...
ahh o su ki gider sızılıca...
işık duyar, dahi su bilir ki
bu gidişler bir başka...

27 Ocak 2014 Pazartesi

Izdırap

'' Apansız hiçbir şeye sahip olmamak, ne müthiş bir güç ve güzellik barındırır!
Izdıraplar hep bekleyişlerin ürünüdür. ''

 Ali Şeriati

Apansız hiçbir şeye sahip olmamak... ''Fight club'' filminden hatırlarsınız... evi, her şeyi bir anda yanıyordu. Hiçbir şeyi kalmıyordu sonrasında değişimin bu sahneden sonra olduğunu hatırlayınız. süregelen sisteme isyanlar bu noktadan sonra başlamıştı. 'kendi olmaya ' işte bu noktadan sonra başlamıştı.

İşte bu söz bana o sahneyi hatırlatır. Aslında hep sahip olmak isteriz hatta sahip olamadıkça hayıflanır üzülürüz. Hatta ve hatta sahip olamamızdır bizce üzüntümüzün nedeni... Filmde evin yanmadan önceki halini gösterirken her bir eşyada etiketler vardır barkotlar.. işte bu etiketlerin tutsağı olmaktır var olduklarımız bizi özgürlüğümüzü kısıtlar... hiçbir şeye sahip olmayan başröl işte bu noktadan sonra kendini güçlü hissetmeye ve sesini duyurmaya sisteme karşı çıkmaya başlar.

Düşünürüm o gücü... hiçbir şeye sahip olmamama gücüne... ne yaman çelişkidir içimdeki deli gibi onu bunu isterken... bir yandan da kurtulmak isterim. Kaçışlarım için sorundur çünkü sahip olduklarım. beni durduran yegane şeyler...

Sabit bir evim olmasındansa karavan sahibi olmak isterim o yüzden... yada yok yok o bile fazla... illaki başını sokacak bir yer olur, bulur insan... ama işte onu bunu da taşımak istiyorum ve gezdikçe hayli yorulduğumu hissediyorum. :) komik değil mi.... aslında bu da bir tür çelişkinin ürünü. Tam olarak özgür olamayışımın müsebbibi. hala orda bir yerde içimde sahip olmayı düşündüğüm ayrılamayacağımı düşündüğüm şeyler var ki taşımak istiyorum kendimle beraber... oysa umarsızca çıkabilseydim yola...

'' into the wild '' filmini hatırlayın... her şeyini bırakıp çıkmıştı dağlara bayırlara. yapabilir miyim öyle bir şey diye ne çok sınadım kendimi. Ailemin benden beklentilerini diplomamı her şeyi bir bir önlerine koyup, ben gidiyorum diyebilir miydim? Neydi beni engelleyen? Neyin tereddütüydü bu kadar isterken... Bu kadar arada kalmışken... alışkın olmadığına mı adım atmak? zora mı düşmek? hadi ama... kolaya bile kaçamıyorsun ki sen... alışkanlıklarını gözardı eden biri de değilsin hani... hep farklı bir arayıştı hani aradığın...

Film de ki society şarkısı da aynı şeyi dile getirmiş bakın;

''you think you have to want
more than you need
until you have it all you won't be free ''




http://www.youtube.com/watch?v=pRUGvArWXLk


Yok her yiğidin harcı değildir çekip gidivermeler...
Unutma ki beni burada tutan her bir şey beni gün be gün daha çok içine alacak...


25 Ocak 2014 Cumartesi

Dağ çağrısı

"sizi hiç durmadan kendi dağ'ıma mı çağırayım, yoksa her şeyden önce size dağımı mı tanıtayım? benim dağım bir "diriliş hunisi"dir. göz gözdür bir petek gibi. her gözün önünde bir ağaç.

çağırma gücümü tartıyorum. her gece meşhur belgeyi ışığa tutuyorum. bir hurma dalına dönüşen ay ışığına.

dağın ucuna çıkıp bağırmak istiyorum. gelin, her göze biriniz yerleşin. dağ tek bir yapıdır. dağ canlansın, bir toplum olsun. asılsın ağaçlara bulutlaşmış çamaşırlar.

her gece damlarımıza çiğ yağsın. gün doğarken yazın arıları konsun ağaçlara, bağlara. kulaklarımızda arı sesi. bir oğul uğultusu.

ve güneş, doğarken bizi billur bardaklarda suyumuzu içerken yakalasın. suyu çınlatsın taze gün ışığı. bardağın içinden fırlasın çocuksu, toy gün ışıkları. adeta daha yeni doğmuş olan yavru ışıklar. kaslarımızın kırmızılığını bir yakı gibi dağlayan yeni varlık ışıcıkları.

ve her akşam güneş batarken, her birimizi kendi dağ hücremizin önünde bırakalım ufuklara, gecenin düşüşüne, karanlığa bürünen ovaya, gittikçe koyulaşan uzak dağlara. dağlardan dağlara derin uğuldayan ormanlara. karlı orman hayallerine.

karlardan yükselen beyaz köpüklerden doğma hayallere, bu hayal kentinin sessiz, ağırbaşlı, arı duru yaratıklarına.

ve gece herkes ellerinde gemici fenerleri, hücresinden fırlayarak daha yükseğe, daha yükseğe tırmanacak, ağaçlar hışırdayacak, adeta aya çarpmış olacaksınız ikiye bölünmüş bir dişbudak ağacının arasında, keçilerin huyunu kapmış meşelerin kan kıyametinde. birbirinize sürtünerek geçeceksiniz konuşmadan, birbirinizi çimdiklemeden, birbirinizin kadın mı erkek mi olduğunuzu anlamaya girişmeden, hatta bunu hiç düşünmeden. yüksek kaygılarla kanayan yüreğinize elinizi bastırarak daha yükseğe, daha yükseğe çıkmaya çalışacaksınız. öyle biri ki uzaktan dağa baksa, gezip duran fenerler görecek. ateş böcekleri gibi gezip duran. durmadan arayan. inen çıkan. sönen yanan. batan doğan. ölen dirilen fenerler.

ah dağın yirmi dört saati! çağırma gücünü bulamadığım yalnızlık beyni. beni de dağımdan sürgün, kendi babilimden sürgün tutan korku uygarlığı. tutsaklık günlerim. pisliğe mahkum bakırlarım. lut kavminin tuzunda yanıp duruşum. ölü bir balık gibi kör kör bakışım 20. yüzyıl aynalarında."

 Dağ Çağrısı- Ruhun Dirilişi - Sezai Karakoç

21 Ocak 2014 Salı

Hedef...

'' âşık kendini yürümeye adamış olan biridir: yürümeye, ulaşmaya değil! ''
Rasim Özdenören_ Aşkın Diyalektiği

'' - Beyim nereye gidiyorsun?
  - Bilmem, buradan uzağa,hep daha uzağa, ancak böylelikle hedefime ulaşabilirim.
  - Demek hedefinizi biliyorsunuz?
  - Evet, söyledim ya, buradan uzağa, işte hedefim! '' Kafka

'' Hedef, yalnızca yolda olmaktır. ''
Rasim Özdenören_ Aşkın Diyalektiği

15 Ocak 2014 Çarşamba

Hiç olmazsa...

Marmeladov raskolnikof'a şöyle söyler:

'' Her insanın, hiç olmazsa gidebileceği bir yeri olması lâzım değil mi?

 Zira öyle zaman oluyor ki, mutlaka hiç değilse, bir yere gitmek gerekiyor. ''

9 Ocak 2014 Perşembe

Bilinmeyen...

'' Sevilen sevdirmese, seven sevmezdi diyorlar.

Bu acaba kalp de bir başına işe yaramaz mı demek oluyor?
Kalp yöneleceği nesnesini bulamacak olsa, bir başına ne işe yarayabilir? 

Kalp, yönelimi esnasında nesnesini ( maşukunu ) bulabilir mi?
Onu nasıl tanır? Tanır mı?



Her menzil, bir sonrakinin uğrak yeri olabilirse arayış sonsuza değin sürer: Onun bulunması ve ona ulaşılması dünyevi zeminde imkân dışına çıkar, tanımı ve tabiatı gereği öyle olur: Gerçi Kadiri mutlak, fenadan bekayı ve bekadan fenayı çıkarmaya muktedirdir.

Acaba hangisi daha dramatik bir olgudur: Sevgilinin hulunup da nerde bulunduğunun bilinmemesi m, yoksa nerde yitirildiğinin bilinmesine rağmen kendisinin bulunmaması mı?

Bilinmeyen, yitirilen kişinin o yerde yitirilmiş olduğudur.''

Rasim Özdenören _ Aşkın Diyalektiği

soyut resim_ Hasan Kavruk